Türk Düşmanlığının Günümüze Yansımaları


Başta Almanya olmak üzere neo-Nazi ırkçılarının Türk soydaşlarımıza karşı gerçekleştirdikleri saldırıların ardında da, 19. yüzyılda atılan bu ırkçı ve Türk düşmanı sloganların büyük rolü vardır...

Yakın tarihimizde Türklere karşı girişilen her tür düşmanca eylem ve saldırının arkasında aynı tez yatmaktadır. Darwin'in Türk Milleti'ni hedef alan bu hezeyanları Batılı kaynaklarda sözlüklere varıncaya kadar yer almış, gelişen kitle iletişim teknolojisi aracılığıyla on milyonlarca kişiye ulaştırılmış ve böylelikle dünyaya "barbar Türkler" mesajı verilmek istenmiştir. Batı'nın, Sevr'den bugüne değişmeyen, aziz Türk Milleti'ni dışlamaya ve ezmeye yönelik arayışlarının arkasında bu ırkçı ve Türk düşmanı görüşler yer almaktadır. Petrus Dozy'lerden ırkçı dazlaklara varıncaya kadar tüm Türk düşmanları, fikri dayanaklarını Darwinizm'den almaktadırlar.

Günümüzde başta Almanya olmak üzere neo-Nazi ırkçılarının Türk soydaşlarımıza karşı gerçekleştirdikleri saldırıların ardında da, 19. yüzyılda atılan bu ırkçı ve Türk düşmanı sloganların büyük rolü vardır. Nazizm'in zaten Darwinist temele dayalı bir ideoloji olduğu dikkate alındığında bu nokta daha iyi anlaşılır.

Son yıllarda başta Almanya'nın Solingen, Mölln şehirlerinde ve Hollanda'nın çeşitli bölgelerinde yaşayan soydaşlarımıza karşı girişilen eylemler gibi, yakın tarihimizde dünyanın çeşitli yerlerinde Türklere yönelik uygulanan politikalar da aslında aynı kapsama girmektedir. Soğuk savaş döneminde SSCB'de Türklere yapılan sürgün, asimilasyon çalışmaları ve baskılar halen daha hafızalardan silinebilmiş değildir. Bu baskılara özellikle de Kırım, Özbek ve Kırgız Türkleri hedef olmuştur. Bulgaristan'da uygulanan vahşice yöntemler de Türk düşmanlığının bir başka tezahürüdür. Bundan başka Kıbrıs meselesinde Avrupa'nın Türklere karşı sergilediği haksız tutum ve bunun yanı sıra AB sürecinde Türkiye'ye yönelik izlenen taraflı politikanın altında da benzeri ön yargılar yatmaktadır. Tüm bunların kökeni, Avrupalı ırkların "tarihi" Türk düşmanlığının yansımalarıdır.

Yakın zamanda gerçekleştirilen bu olaylardan birkaçını biraz daha detaylı olarak hatırlamakta yarar var. Alman neo-Nazileri Kasım 1992'de Türkleri hedef seçerek Mölln şehrinde katliam yapmışlardı. Ardından Mayıs 1993'de Solingen katliamında beş Türk'ün neo-Naziler tarafindan yakılması üzerine, Mölln'deki sahneler Solingen'de tekrar yaşandı. Olayın Türk düşmanlığından kaynaklanan ırkçı bir saldırı olduğu açıktı. Hatta San Francisco Examiner gazetesinin 1 Nisan 1997 tarihli sayısında yayımlanan haberde: "Solingen'deki saldırı, Alman tarihinin Nazi döneminden bu yana en kanlı ırkçı saldırısıdır" deniliyordu. Yine aynı dönemlerde (1997) Heigerseelbach'da çıkarılan bir yangında ise bir Türk birinci kattaki evinin penceresinden atlamış ve yaralanmıştı. Polis, apartmanın arkasında çizilmiş halde Gamalı Haç bulunduğunu söyledi. Bu olaylarla eş zamanlı olarak Detmold'ta meydana gelen olayda yanlarında bıçak ve beyzbol sopaları bulunan ve "Türkler Dışarı" sloganı atan alkollü askerler iki Türk'e saldırmışlardı. Benzeri saldırıların ardından da olay yerinin yakınlarında Gamalı Haç çizimlerine rastlanıyordu.

Bundan başka Hollanda'nın Lahey kentinde Türklere yönelik bir saldırı daha gerçekleşti. Söz konusu saldırıda da bir Türk kadın ve beş çocuğu öldürüldü. Ardından Türkler tarafından düzenlenen yas yürüyüşünden sonra yürüyüşü düzenleyenlerin evlerine, üzerlerine Gamalı Haç çizilmiş imzasız tehdit mektupları geldi. Mektuplar "ölüm" tehditleri içeriyordu.

Türklere karşı uygulanan tüm bu haksız muamele ve eylemler, ırkçılığa dayalı bir Türk düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Almanya'da bu ırkçılığın fikri tohumlarını atan kişi ise yine Charles Darwin'dir. Darwin'in teorisi, onun ateşli bir hayranı olan Ernst Haeckel tarafından Almanya'ya taşınmış, Nazi hareketi ise Haeckel'den ilham alarak yükselmiştir. Hitler ve diğer Nazi ideologları, ırkçı fikirlerini Darwinizm'e dayanarak savunmuşlardır. Günümüzdeki neo-Naziler de Darwinizm'den ve Darwin'in Türkler hakkında hezeyanlarından güç bulmaktadırlar.

Türk düşmanlığı yansımalarının görüldüğü ülke yalnızca Almanya değildir. Yunanistan'daki Batı Trakya Türkleri de çok uzun süredir ırkçı bir politikanın mağdurları konumundadır. Sosyal yaşamın hemen her alanında ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler. Örneğin Türk asıllıların siyaseten örgütlenmelerini, aday olmalarını, olsalar bile seçilmelerini önlemek için, onlara, hiçbir dünya ülkesinde bulunmayan zorluklar çıkarılmaktadır. Yunanistan'da zorunlu eğitim 9 yıldır ve eğitim bir üst okulda sınavsız, kesintisiz sürdürülebilir. Ancak, Türk azınlık okullarında 6. yılın sonunda sınav kazanma koşulu konulmuştur. Amaç Türk azınlığın eğitimini yarıda kesmektir. Daha bunlar gibi sayısız ırkçı uygulama söz konusudur.

Yakın tarihimiz dünyanın daha pek çok yerinde Türk soyuna mensup insanların maruz kaldığı bu tip insanlık dışı eylemlerle doludur. Örneğin 80'li yıllar ve öncesinde Bulgaristan Türklerinin uğradığı zulüm ve asimilasyon çalışmaları da bu konuya örnek verilebilir. Bulgaristan'daki soydaşlarımızın zorla isim ve soyadları değiştirilmeye çalışılmış, Türkçe konuşmaları yasaklanmıştır. Buradaki 2 milyon Türk'ün camilere ve mescitlere gitmeleri engellenmiş, ibadet hürriyetleri ellerinden alınmış, sünnet yasaklanmış, Türk okulları kapatılmış, üstelik bunlara karşı direnenler ölüme kadar varan cezalara çarptırılmışlardır. Ama tüm bunlara, bugün insan hakları savunucusu olduğunu iddia eden ve her fırsatta Türkiye'yi eleştiren Batı dünyası sessiz kalmıştır. İşte bu ayrımcılığın sebebi Avrupa insanına geçmişten kalan ırkçı mirastır.

Bulgaristan'da Türklere yapılan bu muamele daha önce 1913 tarihinde Balkan Savaşı sırasında da yaşanmıştır. Bulgarlar girdikleri Türk şehir ve köylerinde insanlık dışı vahşetler sergilemişlerdir. Fransız yazar ve subayı Pierre Loti bu olayların hemen akabinde Edirne ve dolaylarına gitmiş, buradaki ürkütücü manzarayı bizzat kendi gözleriyle görmüş, olayları birebir müşahade etmiş ve halkla tek tek konuşma imkanı bulmuştur.97 Pierre Loti'nin 1913'lerde İngiliz ve Fransız basınında yayınlanan "Bulgar Vahşeti ve Mezalimi" anlatan makaleleri bu konudaki gerçekleri tüm açıklığıyla ortaya koyması bakımından önemlidir.

Öte yandan Sovyet Rusya zamanında da Rusya federasyonuna bağlı Türkler asimile edilmeye çalışılmıştır. Sovyetler bu amaçla Türkleri dağınık bölgelere yerleştirmişler ve bağlantılarını tamamen kesecek formüller uygulamışlardır. Aynı şekilde, Stalin döneminde Türkiye ile sınır bölgede yaşayan Ahıska Türkleri yerlerinden koparılarak Sibirya başta olmak üzere Sovyetler Birliği'nin çeşitli yerlerine dağıtılmışlardır. Yerlerine ise Hıristiyan Gürcüler yerleştirilmiştir. Rusya'nın Kafkasya politikası Türkiye sınırında Hıristiyan Gürcü ve Ermenilerden oluşan bir gayri müslim halk oluşturarak, Türkiye'nin Türk dünyası ile irtibatını kesmek olmuştur. Kafkasya dışından Ermeniler göçmen olarak getirilmiş, suni bir Ermeni devleti oluşturulmuştur. Azerbaycan ve Nahcivan arası Ermenilere verilerek bu iki bölgenin bağlantısı kesilmiştir. Ruslar Türkleri eski kültürlerinden koparmak ve aralarındaki Türk birliğini bozmak için alfabelerini değiştirmiştir. Önce Arap alfabesi kullanan Türkleri Latin alfabesi kullanmaya zorlamışlardır. Türkiye'nin de Latin alfabesine geçmesi üzerine herhangi bir kültür birliğini engellemek amacıyla SSCB'deki Türkler Kiril alfabesi kullanmaya zorlanmışlardır. Böylece Türkiye ve Türkler arasında tüm bağlar koparılmaya çalışılmıştır.

Kıbrıs'ta da Türkler benzer olaylar yaşamışlar, insanlık dışı zulüm ve baskılara maruz kalmışlardır. Özellikle 1963-74 döneminde Rumlar Türklere karşı büyük bir vahşete girişmişler, çok sayıda Türk'ü katletmişlerdir.

Bunlardan başka günümüzde de Türklerin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde karşı karşıya kaldıkları muamele, bu tarihi bakış açısının tam bir kalıntısı şeklindedir. Avrupa Birliği'ne üye ülkeler başka hiçbir ülkeye koşmadıkları şartları Türkiye'ye koşmuşlar, sürekli zorluk çıkarmışlar, son derece adaletsiz bir tutum sergilemişlerdir. Öyle ki, Litvanya gibi bağımsızlığını yeni kazanmış, ekonomik ve siyasi durumu Türkiye'den daha parlak olmayan ülkeler ile bazı Orta Avrupa ülkelerine AB hemen kapılarını açtığı halde, Türkiye'nin konumunu sürüncemede bırakmayı tercih etmiştir. AB'ne giriş sürecimiz boyunca yaşadığımız diyaloglar ve talepler incelenecek olursa, Avrupalıların bilinçaltlarında hala 19. yüzyıldan miras bir "Türk düşmanlığı"nın bulunduğu açıkça görülür.

Bu düşmanlığın en önemli fikri dayanağı ise, bu kitap boyunca incelediğimiz gibi, Darwinizm'dir. İnsanları Allah'ın yaratmadığını, maymun benzeri canlılardan evrimleştiklerini iddia eden Darwin, Türk Milleti'ni ise kendince "yarı maymun" saymış ve Avrupalı ırkların da Türk Milleti'ni yok etmelerini istemiştir. Dünyanın farklı bölgelerindeki Türk düşmanlarının çok farklı anlayışları olabilir. Ama onları birleştiren ortak özellik, hepsinin yegane "bilimsel" dayanaklarını evrim teorisinde bulmalarıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder