Son Sözü Söyleme Hastalığı



Çevrenizdeki insanları birkaç saat bile olsa kısaca bir gözlemleyecek olursanız, insanların büyük çoğunluğuna hakim olan önemli bir özelliği fark edersiniz: 

‘Son sözü söyleme hastalığı’ 



‘ Son sözü söyleme hastalığı neden büyük bir tehlikedir?

‘ Son sözü söyleme mantığına sahip bir kişi hangi özellikleriyle teşhis edilebilir?

‘ Müminler Allah’ın izniyle hangi güzel ahlak özelliklerini geliştirerek bu hastalıktan kurtulurlar?


İnsanlardaki son sözü söyleme hastalığını görebilmek için, mutlaka çok önemli konulardan konuşuluyor olması gerekmez; bu kimi zaman dile getirilen bir hatıra, kimi zaman bir yemek tarifi, kimi zaman seyredilen bir televizyon programı, kimi zaman yaşanan günlük bir olay kimi zaman da okunan bir gazete haberi dahi, insanlardaki bu hastalığı ortaya çıkarabilir.

Elbette ki bu kadar sıradan günlük konuşmalarda bile bu tavrı gösteren bir kimse, çok daha önemli ve hayati konular söz konusu olduğunda da, son sözü kendisinden başka hiç kimseye bırakmaz.

Çoğu insan kendindeki bu alışkanlığı, ‘kişilikli olmak’, ‘katılımcı olmak’, ‘akıl kullanmak’ ya da ‘şahsiyetini ortaya koymak’ gibi düşüncelerle tanımlıyor olabilir. Ama nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, son sözü söyleme alışkanlığı, çok önemli bir eksikliktir. Ayrıca bir insan gerçekten çok akıllı olabilir. Herkesten daha tecrübeli, daha ileri görüşlü, daha detaylı düşünebilen bir kimse olabilir. Ancak tüm bu şartlar biraraya geldiğinde bile, insanın yalnızca kendi aklına güvenmesi, kendi dediğinde ısrarcı olması ve kimsenin düşüncesine itibar etmemesi pek çok açıdan hatalıdır.

Son Sözü Söyleme Hastalığının Temeli Enaniyete Dayanır

Bir insanın her ne olursa olsun son sözü söylemeden rahat edememesinin altında yatan duygu, ‘enaniyet’ yani ‘büyüklük hissi’dir.

Nefislerindeki, ‘herkesten daha büyük olma isteği’, bu kimselerin, çevrelerindeki insanlar üzerinde yalnızca kendilerinin söz sahibi olmaya çalışmalarına neden olur. Yalnızca kendi dedikleri yapılsın, her olay kendi yöntemlerine göre halledilsin, herkes bu kişinin doğru ve yanlışlarına tabi olsun, herkesin en saygı duyduğu, en çok itibar ettiği kişi kendileri olsun isterler. Aksini yapan biri olduğunda ise, enaniyet hissine kapılan kimseler, bu kişinin tavırlarından son derece rahatsız olurlar. Kendileri gibi, yine son sözü söyleme hastalığına tutulmuş bir başka kişiyle karşılaştıklarında ise, bu kimseyle ciddi bir çatışma ve üstün gelme yarışı içerisine girerler.

Bir konuda üstünlük sağlayabilmek, haklı çıkabilmek, kendi fikirlerini kabul ettirebilmek ve son sözü söyleyen kişi olabilmek için, güzel ahlaka uygun olmayan pek çok tavrı uygulamayı da göze alırlar. Kimi zaman ters tavırlar göstererek, sert üsluplar kullanarak, söz keserek, başkalarının sözünün üstüne konuşarak, kırıcı ve iğneleyici sözler söyleyerek, güzel bir sohbeti tartışma ortamına dönüştürerek, her ne olursa olsun bu kötü alışkanlıklarını sürdürürler.

Son Sözü Söyleme Hastalığı Kişiye Çeşitli Zararlar Verir

Konuşma yeteneği, Allah’ın insanlara verdiği çok büyük bir nimettir. İnsan her nimet gibi bu nimeti de Allah’ın rızasına uygun olarak kullanmakla sorumludur. Herkesin yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak göreceği ahiret gününde, her insan davranışlarının yanı sıra yaptığı konuşmalardan da hesaba çekilecektir. Bu gerçeğin farkında olan müminler, tüm yaşamları boyunca konuşmalarının Allah’ın rızasına uygun olmasına dikkat ederler. Ancak Kuran ahlakından uzak yaşayan kişiler, müminlerin gösterdikleri titizlikten yoksundurlar. Çoğu zaman boş ve amaçsız konuşmalara dalan bu kişiler, konuşmayı genellikle kendi kibirlerini tatmin aracı olarak görürler. Bunun en belirgin göstergelerinden biri de son sözü söyleme hastalığıdır. Bu gibi insanlar:

• Tartışmacı ve sinirli tavırları ile kendilerine ve çevrelerine zarar verirler

Kendini tüm insanlardan üstün gören, her konuyu en iyi kendisinin bildiğini iddia eden ve bu nedenle daima son sözü söyleyenin kendisi olmasını isteyen insanların en belirgin özellikleri fikirlerini karşı tarafa kabul ettirmek için tartışmaya girmeleridir. Buna en belirgin örnek televizyonlarda düzenlenen bazı haber programlarıdır. Yüksek sesle yapılan tartışmalar nedeniyle, kimsenin ne dediğinin net olarak anlaşılmadığı saatlerce süren bu programlar, ya katılımcılardan birinin öfkelenerek programı terk etmesi ya da izleyenlerin hiçbir fikir elde edememesi ile sonuçlanır. Haber programlarında olduğu gibi günlük hayatta da bazı insanlar karşısındakine kendi fikrini kabul ettirmek ve son sözü söyleyebilmek için tartışır, karşı taraf kabul etmezse öfkelenir. Oysa tartışmacı üslup ve sinirli tavır en başta kişinin kendisine zarar verir. Bu tür kişilerin sinirli tavırlarının oluşturduğu gerginlik bedenlerine yansır. Sinirli kişilerin kalp hastalıkları, nörolojik bozukluk ve hafıza kaybı riskinin daha büyük olduğu tıbben kanıtlanmıştır. Bu kişilerin yüzleri gerginlikten dolayı hiçbir mimik içermeyecek derecede katıdır. Ten renkleri solgun, beyaz veya sarımtıraktır. Sürekli olarak baş ağrısı, bel ağrısı gibi rahatsızlıklarla uğraşırlar. Çünkü öfkeleri bedenlerini kasmakta, bu kasılma ise sinirlerini etkilemektedir. Bu kişiler bazen kendi düşüncelerini kabul ettirmek adına kaba kuvvete de başvurabilir, karşılarındaki kişiyi yaralayabilir, hatta öldürebilirler. Bu biçimde hem kendilerine hem de karşılarındakine büyük zarar vermiş olurlar.

Oysa Kuran’da, “öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir” (Al-i İmran Suresi, 134) ayetiyle bildirildiği gibi, öfke Yüce Allah’ın beğenmediği ve terk edilmesini istediği kötü bir davranıştır.

• Büyüklük taslayıp böbürlenerek şirk koşarlar

Son sözü söyleme hastalığına tutulmuş olan kişilerin en belirgin özelliklerinden biri de, inkara çok yatkın olmalarıdır. Çünkü bu insanlar kendi doğrularını ve prensiplerini öylesine benimsemiş ve sahiplenmişlerdir ki Allah’ın yoluna davet edilmek, iman edenlerin yolunu izlemek onlara ağır gelir. Bu kişilerin durumunu Yüce Allah “Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler…” (Neml Suresi, 14) ayetiyle bildirir. Rabbimiz’in Kuran’da emrettiği dosdoğru yol yerine kendi düşüncelerini ilahlaştıran bu kişiler, Yüce Allah’a şirk koştuklarını ve bu fikirleri ile kendilerini cehenneme sürüklediklerini bile fark etmezler. Yüce Allah bu kişilerin durumunu şöyle haber verir:

“Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (Bakara Suresi, 206)

• Yanlış kararlar alarak işleri karmaşık hale getirirler

Bu kişilerin bir başka yönü ise karşı tarafın kendisinden daha akıllı olabileceğini, daha isabetli kararlar alabileceğini kabul etmemeleri ve bu yüzden kolayca çözülebilecek işlerin daha karmaşık hale gelmesine sebep olmalarıdır. Çünkü bu kişiler iyi ve güzel de olsa başka fikirlere kapalıdırlar. En ufak bir tavsiyeye, öğüde bile tahammülleri yoktur. Kendi akıllarını beğendikleri için hak olan her türlü çağrıya kulakları tıkalı ve gözleri kapalıdır. Oysa insan her zaman en doğruyu bilemez. Üstelik imani derinliğe sahip değilse, aldığı kararlar ve düşünceler muhakkak hikmetsiz ve karmaşık olur. Daha kısa sürede ve pratik olarak yapılacak bir iş, bu tutumları nedeniyle uzar, karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Bu ise hem kişinin kendisine hem de çevresindeki insanlara büyük sıkıntı verir.

Tevazulu Olmak İnsanı Son Sözü Söyleme Hastalığından Korur

Güzel ahlakın gereği, insanın haklı çıkmasındansa, öncelikle beraberindeki Müslüman kardeşlerine sevgiyle, saygıyla, tevazuyla, hoşgörüyle yaklaşması; en doğrusunu kendisi bilse dahi, bir konuyu mutlaka onların gönüllerini alarak, sevecenlikle, onları onore ederek halletmesidir. İnsanın doğru olan bir şeyi uygulamasının pek çok güzel yolu vardır. İnsanın, tüm bu güzel ahlak özelliklerine önem vermeden, sadece doğru bildiğini söyleyip geçmesi ise, Kuran ahlakına uygun değildir.

Dahası, bir insanın her zaman, her konuda, mutlak olarak en doğru olanı bilen olması çok zordur. Her insanın çevresindeki insanlardan öğreneceği, istifade edeceği, fikir danışacağı, örnek alacağı pek çok konu vardır. Bazen bir kişinin hiç düşünemediği bir detay, hiç beklenmeyen bir kimsenin aklına gelebilir. Allah, herkese bir konunun farklı yönlerini gösterip her birine farklı yöntemlerle düşünmelerini ilham edebilir.

Dolayısıyla, insanın kendinden başka söz sahibi kabul etmemesi, kendinden başkasının sözünü dinlememesi ve her zaman konuları sonuçlandıranın yalnızca kendisinin olmasını istemesi, hiçbir açıdan makul karşılanabilir bir ahlak değildir.

Allah Kuran’da, ‘ilmini dilediği kimseye verebileceğini’ ve ‘her bilenden daha iyi bir bilen olduğunu’ bildirmiştir:

“... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76)

Kuran ahlakının gereği, bir Müslü-manın, dünyanın en akıllı insanı bile olsa, yine de mümin kardeşlerine karşı tevazu sahibi olmasıdır. Mümin, en iyi bildiği bir konuda bile, bu ahlakın bir gereği olarak son sözü başkalarına bırakmalı, herkesin fikirlerine saygı duymalı, nezaketle ve gönül alarak hareket etmelidir.

Herşey Yüce Allah’ın İlhamı ile Gerçekleşir

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”
 (Nisa Suresi, 59)

Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi Yüce Allah, müminlere kendi akıllarına güvenerek hareket etmemelerini ve son sözü kendilerinin söylememelerini tam aksine elçinin ve kendilerinden olan emir sahiplerinin düşünceleri doğrultusunda hareket etmelerini, anlaşmazlığa düştükleri konularda ise sonucun en hayırlı biçimde çözülmesi için sorunu elçiye götürmelerini emretmektedir. Aslında bu ayette Rabbimiz Allah çok açık bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Bu, her şeyin Rabbimiz’in kontrolü altında olduğu gerçeğidir. Çünkü anlaşmazlığa düşülen konu da, ortaya çıkan fikir de, emir de, hepsi Yüce Allah’ın ilhamı ile gerçekleştiğinden asıl olarak tümü Yüce Allah’a aittir. Yani konunun ehline uymak da aslen Allah’ın emrine uymaktır.

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 82. sayı (Nisan 2011) 34. sayfada yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder