HİÇBİR YERDE BAHSEDİLMEYEN 11 EYLÜL GERÇEĞİ
11 Eylül
2001... Saat sabah 8:46...
Aynı
manzarayı seyreden binlerce kişinin tanıklığında, bir yolcu uçağı New York'un ekonomik
gücünün simgesi olan ikiz kulelere çarpıyor... Sonuç 2.600 ölü...
Ortadoğu'da
halen devam etmekte olan olayların kıvılcımı olan bu saldırı, hala
açıklanamayan çok fazla sır içermektedir. 11 Eylül saldırıları, Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde 1400 yıl önce bildirdiği Ahir Zaman alametlerinden önemli
birisidir. Dünyaya ve İslam Alemine derin etkileri olacak bir süreci başlatan
bu saldırı, metafizik bir olaydır ve ardındaki bazı sırlar hala çözülememiştir.
2.600'den
fazla kişinin hayatını kaybettiği bu olayların ardından yapılan incelemelerle
ortaya çıkan resmi açıklama, birçok eksiklik ve tutarsızlık içermektedir. Bunları
teker teker inceleyelim:
Kulelere ilk
çarpan uçağın bir Boing 767 olduğu söylenmiştir. Boing 767, alüminyum
konstrüksiyona sahiptir ve alüminyum bir kütle, ne kadar hızla çarparsa
çarpsın, çelik konstrüksiyon bir binayı jilet gibi delip geçemez. Bu fizik ve
metalürji kurallarına aykırıdır. Öyle ki binaya çarpan uçaklardan biri binayı
adeta bir jilet gibi keserek içeri girmiş, kanatları dahi kopmayan uçak,
binanın diğer tarafından da dışarı çıkmıştır. Oysa uçak kazalarından ve yapılan
testlerden bugüne kadar elde edilen görüntülerde, ormanlık bir alanda alçaktan
uçan bir uçağın kanatlarının ağaçlara çarparak bile koptuğu görülmüştür. 2.
Dünya savaşı döneminde Amerikan savaş gemilerine kamikaze dalışı yapan Japon
jet uçaklarını hatırlayalım. Son hızla gemiye dalış yapan uçaklar hiçbir zaman
gemiyi delip geçememiştir. Yalnızca güvertedeki uçaklara hasar
verebilmişlerdir.
Bu görüntüde
izlediğiniz çarpma anına dikkat ederseniz, uçağın darbe açısı ile devamında
meydana gelen patlamaların açısı birbirini tutmamaktadır.
Çarpmadan yaklaşık 1 saat sonra Güney Kulesi yaklaşık 10
saniyede tamamen çökmüştür. Bundan 29 dakika sonra Kuzey Kulesi de yaklaşık 10
saniyede çökmüştür.Çökmenin sebebiyle ilgili resmi açıklama, çarpmada çıkan
yangında mutfaklardaki yakıt depolarının da alev alması ve çıkan geniş çaplı
yangınla binanın taşıyıcı kolonlarının zarar görmesidir. Şimdiye kadar dünyada
kayda geçen bunun benzeri bir olay olmamıştır. Yangın yüzünden çöken 3 bina
olmuştur ve hiçbirinde çelik konstrüksiyon kullanılmamıştır. 28 Temmuz 1945’te
EmpireState binasının 79. Katına uçak çarpmış ve sadece çarptığı kat ile
çevresinde hasar oluşmuştur. Bina sağlam olarak hala kullanılmaktadır. Bugüne
kadar onlarca gökdelende geniş çaplı yangınlar çıkmış, hiçbiri çökmemiştir.
Binaların
çelik kolonları jet yakıtıyla veya yakıt tanklarının patlamasıyla
parçalanabilir mi?
Bina yangına dayanıklı çelikten inşa edilmiştir. Yangına
dayanıklı olmayan çelik bile 1.648 oC'da erimeye başlar. Jet yakıtı
olan Kerosen ise 40 dakika boyunca sürekli yanacak olsa, en fazla 1.120oC'a
ulaşabilir. Ki uçak çarptığı anda yakıtın büyük bölümü havaya uçar ve bu çarpma
ve patlama sırasında çeliği eritecek yükseklikte ısı oluşması bilimsel olarak
mümkün değildir.
Yıkımı önceden kararlaştırılmış binalarda, patlayıcılar
kullanılarak, çevreye zarar vermeden yıkım gerçekleştirilir. Bu yıkımlar hızla
gerçekleşir ve bina olduğu yere çöker.İkiz kuleler çökmeden hemen önce elde
edilen video görüntülerine bakıldığında, aynı planlanmış bina yıkımlarında
görülebileceği gibi, her katta patlamalar olduğu göze çarpmaktadır.
İddia edildiği gibi uçak çarpmasıyla binanın mukavemeti
bozulup çökme olsaydı, binanın tam olduğu yere çökmesi değil, ortadan kırılarak
etrafındaki binaların üzerine yatarak çökmesi beklenirdi. Oysa bina, özel
olarak tasarlanarak yıkımı yapılan bir bina gibi tam olarak olduğu yere
çökmüştür.
Her kata
bomba yerleştirmek, bu binaların yıkılması için yeterli midir?
Planlanmış bina yıkımlarında “termit” adı verilen bir
patlayıcı madde kullanılır. Bu patlayıcı madde çelik kolonları noktasal olarak eritmek
için yeterlidir. Patlatıcı kullanılarak yapılan planlı yıkımlarda, binanın
çelik kolonları belli noktalardan parçalanır ve bina tasarlanmış yöne doğru
çöker. Fakat İkiz Kulelerin çökme görüntülerinden de anlaşılabileceği gibi,
bina anında toza dönüşmüştür. Binanın yıkılmasının ardından etrafa saçılan bu beyaz
toz, büyük bina yıkımlarında veya yangınlarda karşılaşılan bir durum değildir.
Bu toz, binanın hem çelik hem betonarme yapısının “pulverize olmasıyla”, yani
100 mikron veya daha küçük zerreciklere bölünmesiyle ortaya çıkan kalıntıdır. Dünya
Ticaret Merkezi binalarının her katı için 434 ton beton kullanılmıştır. Ne
uçak çarpması, ne yerel bir patlama ne de yangın, bu kadar çok betonu toplamda
çapı 1 mm'den bile küçük parçalara bölmeye yani pulverize etmeye yetmez. Binaların
yıkımıyla şehre yayılan bu beyaz toz, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
"tozlu dumanlı bir fitne" olarak aktarılan olaya işaret etmektedir.
Binaların yıkımında kullanılan patlayıcı madde olan
termit, çelik kolonları noktasal olarak eritmek için yeterlidir, fakat çeliği
pulverize edemez.
Dünya Ticaret Merkezi çelik yapısının dayanıklılığıyla,
dünyada sayılı birkaç binadan biriydi. Merkez kolonları, taşıyıcı kolonları ve
dış kolonlarının tümü 12,7cm kalınlığında çelikten oluşuyordu. 2. Dünya savaşı
zamanındaki en güçlü zırha sahip olan T-34 tanklarından bile 3 kat daha kalın
olan bu zırh sistemi, binanın yıkımını patlayıcı kullanarak bile imkansız hale
getiriyordu. Bunu karşılaştırmak için şöyle bir örnek verebiliriz: T-34
tanklarının zırhlarını hiçbir patlayıcı tamamen parçalayamıyordu, en fazla
üzerinde küçük bir delik açabilirdi. Bu binada kullanılan çelik konstrüksiyon
ise, T-34 tanklarından 3 kat daha güçlüydü.Yani bu binanın patlayıcılar
kullanarak bile yıkılması kesinlikle mümkün değildi.
Peki bu
derece sağlam binalar nasıl tamamen toza dönüştü?
Dünya Ticaret Merkezi, genel uygulanan yöntemlerle
yıkılamayacak bir binaydı ve Amerika Birleşik Devletleri Bina Yapım
Yönetmeliğine göre, yıkılması imkansız olan bir gökdelen inşa etmek yasaktır.
Bu yüzden bina yapımı başlamadan, yıkım projesi de beraber sunulmak zorundadır.
Dünya Ticaret Merkezi binalarının yıkım projesinde ise 1970'lerden beri yapılan
birkaç gökdelende daha olduğu gibi, binanın temelinin 77 metre altına
yerleştirilmiş bir termo-nükleer yıkım noktası vardır.
Sovyetler Birliği 46179 no’lu askeri birimi, 1970’lerde
Amerika ile yapılan dostane nükleer enerji kullanımı anlaşmasıyla izin verilen
nükleer madde kullanımını denetler. Bu birimde de Dünya Ticaret Merkezi
Binaları için tasarlanmış “acil yıkım şeması” adlı bir dosya bulunmaktadır. Bu
yöntemde alışılmış nükleer patlamalardaki gibi şok dalgası ya da
elektromanyetik dalga oluşmaz. Bu yüzden çevredeki haberleşme ekipmanları
tarafından tespit edilemez. Yalnızca binanın çelik yapısı boyunca yükselen bir yıkıcı
şok ısı dalgası binanın anında pulverize olmasına yani mikro zerrelere
bölünmesine neden olur.
Bir nükleer
patlayıcı kullanılsa bunun yıkıcı etkilerinin tüm şehre yayılması gerekmez
miydi?
Nükleer patlayıcı denince, birçoğumuzun aklına bir şehri
dahi yok eden bir görüntü gelir. Nükleer patlayıcının havayla temasa geçtiği
durumlarda bu doğrudur. Buna atmosferik nükleer patlama denir. Fakat nükleer
patlayıcı bir kayacın içine yerleştirilirse, buna yeraltı nükleer patlama denir
ve ortaya çıkan görüntü farklıdır.
Atmosferik nükleer patlamada enerjinin %99’u X ışını
olarak etrafa yayılır. X ışınları havadaki atomlar tarafından emileceğinden,
çok uzağa yayılamaz ve küçük bir çapta kalır. Bu küçük çaplı aşırı sıcak
merkez, etrafa Termal radyasyon yayar. Termal radyasyon çok uzağa ulaşabilir.
Nükleer patlamada insanların ve binaların yanmasına neden olan yıkıcı güçlerden
biri termal radyasyondur. İkinci yıkıcı güç ise yıkıcışok dalgasıdır. Bu şok
dalgası ses hızında hareket eden, çok yıkıcı bir duvar gibi önüne gelen her
şeyi yıkar. Bunun ardından ise insanları radyasyonla öldürebilen iyonize
radyasyon ortaya çıkar.
Yeraltı nükleer patlamada ise ne termal radyasyon ne de
yıkıcışok dalgası ortaya çıkmaz. Çünkü bu etkilerin ortaya çıkabilmesi için
havaya ihtiyaç vardır. Yerin altına yerleştirilen bir patlayıcı ise havayla
bağlantıya geçmeyecektir. Yine enerjisinin %99’unu X ışını olarak yayacak ve
etrafındaki kayacıörneğin graniti bir küre gibi tamamen buharlaştıracaktır.
Fakat ısı ve basınç o kadar yükselir ki, bu alan buharlaşmakla kalmaz, plazma
halini alır ve etrafındaki kayaca yüksek baskı uygulamaya başlar. Bu baskının
ardından, plazma dolu iç kısım, etrafındaki kayaçta bir genişleme meydana
getirmeyi başarır. Bu genişleyen bölüm, birkaç saniye içinde tamamen pulverize
olur. Eğer pulverize olacak bölüm binanın temeline denk gelecek şekilde
ayarlanırsa, binanın büyük bir bölümü saniyeler içinde pulverize olacaktır.
Pulverize olan materyallerin özelliği, aynı formlarını ve renklerini
korumalarıdır. Ancak üzerlerine bir baskı oluştuğunda, tamamen 100 mikron veya
daha küçük toz parçaları olarak dağılırlar.
Bu görüntüde, yeraltında patlatılan bir nükleer bomba
alanını görüyorsunuz. Bomba yer seviyesine yakın yerde patlatıldığı için
zeminin bir bölümüpulverize olmuştur. Fakat alanın görüntüsünde henüz hiçbir
değişiklik yoktur. Hatta yer örtüsündeki bitkiler bile yeşilliğini
korumaktadır. Fakat belli bir süre sonra ilgili bölgenin tamamen toz haline
gelip dağılarak çöktüğü görülmektedir.
Dünya Ticaret Merkezi’nde kullanılan nükleer maddenin miktarı,
binanın 300 metresini pulverize etmeye yeterlidir. Fakat binanın uzunluğu 400
metredir ve bu bölüm pulverize olan bölüme baskı yapacağından bina saniyeler
içinde havada duruyormuş gibi çökecek ve büyük bölümü toza dönüşecektir. Tüm
şehre yayılan beyaz tozun nedeni işte budur. 3 ay sonra enkazın altından
erimişçeliğin çıkabilmesinin tek nedeni budur.
Binanın
nükleer yıkım sistemi kullanılarak çökertilmiş olma ihtimalinin, en önemli
delillerinden biri de binanın açıklanamayan çökme hızıdır. Fizik yasalarına
göre, bir cismin yukarıdan aşağıya serbest düşüş hızı belirlidir. Bu
hesaplamaya göre bu binanın yüksekliğinden bir cisim yere bırakıldığında 9,2
saniyede düşer. Sismik kayıtlardan ve
video görüntülerinden de görüleceği gibi bina serbest düşme hızında yani
yaklaşık 10 saniyede yere yıkılmıştır. Bunu şöyle düşünebilirsiniz: Binanın
çökmeye başladığı anda, binanın çatısından bir basketbol topunu yere
bıraksanız, basketbol topu yere bu kadar sürede temas edecekti.
Bina bomba
ile patlatılarak bile yıkılsa, üst üste düşen her katta saniyenin 4'te biri
kadar direnç oluşsa, yine de bina en az 50 saniyede yıkılırdı. Oysa bina adeta havadan
yere bırakılmış gibi serbest düşme hızında çökmüştür. Bu da
binanın altında açılmış olan bir termo-nükleer yıkım iddiasını destekleyen
güçlü bir delildir.
EĞER BİNANIN
ÜZERİNDE DURDUĞU GRANİT ZEMİNDE BÖYLE BÜYÜK BİR BOŞLUK OLUŞTUYSA, ENKAZ
KALDIRILDIĞINDA ORADA OLMASI GEREKİR
Bu görüntülerden de anlaşılacağı gibi, yıkılan binaların
altındaki granit zeminde büyük boşluklar oluşmuş, granit alan eriyerek ortadan
kalkmıştır. Yangınla zayıflayarak yıkılan bir binanın temelinin de altında
kalan kayaçta böyle bir erime asla oluşmaz. Patlayıcı kullanılarak yıkılan bir
binanın üzerinde durduğu zeminde de buna benzer bir erime ve boşluğa hiç
rastlanılmamıştır.
Bu resimde, çöken binanın çevre binalara ne kadar yakın
durduğu görülmektedir. Patlayıcılar ile yapılan klasik bir yıkım tekniği
uygulanmış olsa, mutlaka çevre binalara az da olsa hasar verilecektir. Bina
iddia edildiği gibi yanarak yıkılmış olsa bu sefer hasar daha da üst boyutlarda
olacaktır. Oysa yıkılan kuleler daha çökme aşamasında tamamen toza döndükleri ve
enkazın büyük bölümü binaların üzerinde durdukları kayaçta açılan boşluğa
dolduğu için, etraftaki binalara bir hasar da vermemişlerdir.
Burada gördüğünüz gibi binalar henüz ayaktayken pulverize
olmuş, ardından yıkılmıştır.Ekranda gördüğünüz, binanın çelik antenidir. Anten
yıkılmak yerine toza dönerek rüzgarda savrulmaktadır. Tüm bu bilimsel deliller,
ikiz kulelerin bir nükleer patlayıcı kullanılarak yıkıldığına işaret
etmektedir.
Uçakları kaçırdıkları iddia edilen kişilere gelirsek, bu
11 kişiden 9’unun farklı ülkelerde çeşitli görevlerde halen çalıştıkları ve
hala hayatta oldukları ortaya çıkmış, uzun süre basında yer almıştır.
Tüm bu bilimsel veriler, İkiz Kulelerin nükleer
patlayıcıyla yıkıldığına işaret etmektedir.
Görüldüğü gibi, 11 Eylül'de yaşanan olaylar, resmi
açıklamalarla örtüşmemekte ve pek çok yönden metafizik sırlar içermektedir. Peygamberimiz
(sav)'in 1400 yıl önce vermiş olduğu bir haberin bu şekilde tam tahakkuk etmesi
ise, hiç şüphesiz Peygamberimiz (sav)'in mucizelerinden biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder