Körelmiş Organ İddiası Evrimcilerin Safsatalarından Biridir

Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizliği anlaşıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara bırakılan iddialardan biri, “körelmiş organlar” kavramıdır. Ancak bir kısım yerli evrimciler, “körelmiş organlar”ı hala evrimin büyük bir delili sanmakta ve öyle göstermeye çalışmaktadırlar.

www.evrimcilerinitiraflari.com

1) Apandisit

Appendiks toplumda ‘apandisit’ olarak bilinen organdır ve evrimcilerin körelmiş organlar listesindedir. Ancak bilim ilerledikçe vücudumuzdaki organların hepsinin çok önemli işlevlere sahip oldukları ortaya çıktı. Appendiksin, de vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi:

Vücuttaki timus, karaciğer, dalak, appendiks, kemik iliği gibi başka organlar lenfatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım ederler. (S. R. Scadding, "Do 'Vestigial Organs' Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, cilt 5, s. 173)

2) 20 Yaş Dişi

Evrimciler, 20 yaş dişi olarak da bilinen üçüncü azı dişlerini “körelmiş organ” sayarak, klasikleşmiş bir evrimci yanılgıyı daha tekrar etmektedir.

Bu yaygın bir yanılgıdır. 20 yaş dişinin işlevsiz olduğu yönündeki evrimci telkinden etkilenen birçok hekim, günlük pratikleri içinde diğer dişlerin oluşturduğu problemlere daha ılımlı yaklaşım göstererek, bu dişleri korumaya çalışırken, 20 yaş dişinin çekilmesini adeta rutin hale getirmişlerdir. Oysa son yıllar içinde yapılan bazı araştırmalar bu dişin çiğneme fonksiyonunu üstlenmede diğer dişlerden hiçbir farkının olmadığını göstermiştir. Bu dişin diğer dişlerin yerleşimini bozduğu yönündeki inanışın da temelsiz olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştır. 20 yaş dişinde rastlanan ve ilaç uygulamalarıyla çözülebilecek problemlerde, bu dişin çıkarılması yoluna gidilmesi konusunda da bilimsel eleştiriler yayınlanmıştır.

Sonuçta, 20 yaş dişinin “yararsız” olduğu yönündeki inancın hiçbir bilimsel temele dayanmadığı ve bu dişin çiğneme fonksiyonunda diğer dişler gibi işlev gördüğü, bugün tıp dünyasının ortak görüşüdür.

Peki söz konusu dişin azımsanmayacak sayıda insanda rahatsızlık oluşturmasının sebebi nedir? Bu konuyu araştıran bilim adamları, 20 yaş dişi sorunlarının çeşitli dönemlerde yaşamış insan topluluklarına göre farklılıklar gösterdiğini saptadılar. Özellikle sanayi üretiminin yaygın olmadığı toplumlarda bu probleme çok az rastlandığı anlaşıldı. Bunun nedeni olarak da özellikle son birkaç yüzyıllık dönem içinde sert besin maddeleri yerine daha yumuşak besin maddelerinin tercih edilmesinin çene gelişimini olumsuz etkilediği görüldü. Dolayısıyla 20 yaş dişi problemlerinin de çoğunlukla, beslenme alışkanlıklardan doğan çene gelişimi sorunlarıyla ilgili olarak ortaya çıktığı tespit edildi.

Toplumların besin tercihlerindeki benzeri değişikliklerin diğer dişler üzerinde de olumsuz tesiri bilinmektedir. Örneğin son yüzyıl içinde şekerli ve asitli yiyeceklerin tercih edilir olması, diğer dişlerdeki çürüme oran ve hızını artırmıştır. Ancak elbette bu durum dişlerimizin yararsız ve körelmiş organlar olduğu gibi bir sonucu akıllara getirmez. Aynı durum 20 yaş dişi için de geçerlidir. Bu dişle ilgili sorunlar, herhangi bir evrimsel “körelme”den değil, günümüz insanlarının beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.

3) “3. Göz Kapağı” ve Kulak Hakkındaki Yorumlar

“Üçüncü göz kapağı” isimli doku, insan gözünün burna yakın uçlarında bulunan kırmızı renkli göz pınarlarıdır. Bu doku Darwin tarafından “körelmiş organ” olarak gösterilmiştir ve bu nedenle kimi zaman “gözdeki Darwin noktası” olarak da anılır.

Ancak bilimsel adı Plica semilunaris olan bu “yarım ay” şeklindeki doku, Darwin”in sandığı gibi sürüngenlerden miras kalan işlevsiz bir parça değildir. Araştırmalar Plica semilunaris“in gözü nemlendiren yağlı bir sıvı salgıladığını ve bunun gözün yabancı cisimlerden korunmasında önemli bir rol üstlendiğini göstermektedir.

Dolayısıyla bu dokunun “Darwin noktası” olarak adlandırılması, ancak bu dokuyu körelmiş organ sanan Darwin’in ve onu körü körüne izleyen günümüz Darwinistlerinin bilgisizliğine ve bağnazlığına yönelik bir atıf olarak anlam taşıyabilir.

Evrimcilerin insan kulağının üst kısmındaki küçük çıkıntıyı ve kulakları hareket ettirmeyi sağlayan kasları “körelmiş organ” sayması da tümüyle spekülatif bir yorumdan ibarettir. Kulağın sahip olduğu şekil ve onun sahip olduğu parçalar, eksiksiz olarak, kulağın işitme görevini yerine getirebilmesi için gerekli olan parçalardır.

www.evrimbelgeseli.com

4) Kuyruk Sokumu

Evrimciler, omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumu kemiğinin de işlevsiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu da çoktan terk edilmiş bir yanılgıdır. Kuyruk sokumunun, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı, bu nedenle, kuyruk sokumu kemiği olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmadığı bugün bilinmektedir. Ayrıca bu kemiğin pelvis bölgesindeki organların ve buradaki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu belirlenmiştir.

5) Beşinci Ayak Parmağı

Evrimcilerin yorumlarının ne kadar subjektif ve ciddiyetsiz olduğunun iyi bir örneği beşinci ayak parmağı konusunda yaptıkları aşağıdaki yorumda ortaya çıkmaktadır. Maymunların ağaç dallarını kavramak ve yakalamak için tüm ayak parmaklarından yararlandıklarını, insanların ise iki ayakları üzerine dikildiği zaman dengelerini sağlamak için yalnızca büyükbaş parmaklarına ihtiyaç duyduklarını iddia ederler.

Sonra bundan hareketle de beşinci parmağın “fazla” olduğunu söylemektedirler. Oysa maymunların tümü ağaç üzerinde yaşamaz. Kaldı ki sadece maymunların değil, karada yaşayan tüm omurgalı canlıların beş parmaklı (pentadactyl) ayak yapısı vardır. Dolayısıyla beş parmak yapısının ağaç dallarını kavramakla bir ilgisi yoktur. Bu, karadaki omurgalı canlıların hepsinde bulunan ortak bir yaratılış özelliğidir.

Evrimciler anatomik ve fizyolojik gerçeklere dayanmaksızın körelmiş organ gibi bir köhne iddiayı gündeme getirirler. Evrim teorisi bilimin her dalında olduğu gibi tıp alanındaki gelişmeler karşısında da dayanaksız kalmış ve artık tamamen çökmüştür. İnsan, rastlantılarla evrimleşmiş bir varlık değildir. İnsanı da diğer tüm canlıları da Allah yaratmıştır.

6) Vücut Tüyleri ve Erector Pili Kasları

Tüylerin tehlike anlarında gerilmesini sağlayan erector pili kaslarının ise, saçların sağlıklı bir şekilde kalmasında önemli bir rol oynadıkları keşfedilmiştir. Saç dökülmesi konusunda önemli bir uzman olan John P. Cole, saçları dökülen insanlarda erector pili kasının zayıflamasına rastlandığını gösteren çalışmalar yapmıştır. Yani bu kas, sağlıklı saçlar için gereklidir.

7) Plantaris Kası

Dizin ön kısmında bulunan bu kas, insanlarda aşil tendonuna bağlanır. Maymunlarda ise ayak parmaklarını kontrol eder ve maymunlar bu sayede ayaklarıyla cisimleri kavrayabilirler. Peki bundan çıkan sonuç nedir? Tek sonuç, insan ayağının bir cisim kavramak için dizayn edilmemiş oluşudur. Bu dizaynın evrimle ortaya çıktığını ileri sürmek içinse hiçbir kanıt yoktur. Aynı durum, evrimcilerin sözde körelmiş organlar arasında saydığı avuç içi kası için de geçerlidir.

Bu örneklerle evrimcilerin yaptığı şey, maymundan insana hayali bir anatomik geçiş varmış izlenimi vermeye çalışmak ve insana dönüşürken maymunların bazı özelliklerini kaybettikleri görünümü oluşturmaktır.

Bir örnek vermek gerekirse, maymunların vücutları tüyle kaplıdır, insanların çok az tüyü vardır. Bir evrimci bu durumu “çünkü evrimleşirken tüylerimizi kaybettik” diye açıklamaya çalışabilir; ama bu sadece bir yorum olur, bir kanıt olmaz. Aynı fark, “maymunlar o şekilde, insanlar da bu şekilde yaratılmıştır” diye de açıklanabilir. Bu iki açıklamadan hangisinin doğru olduğunu, diğer kriterlere (fosil kayıtlarındaki tabloya, iki canlı arasındaki genetik farklara, doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının etkisine vs.) bakarak anlayabiliriz. Ve tüm bu kriterler, evrimin yanlış, yaratılışın doğru olduğunu göstermektedir.

www.evrimefsanesi.com

8) Kaburga, Boyun Kaburgası ve Köprücük Kası

Evrimcilerin bu kemikler ve kas hakkında yaptığı yorumlar da birer spekülasyondan ibarettir. Bu yapılar bazı insanlarda olur, bazılarında olmaz. Irklar arasında bu gibi küçük kemik ve kas farklılıkları bulunduğu bilinen bir gerçektir. Önemli olan, bunların hiçbirisinin insanın bir başka canlıdan evrimleştiği tezine kanıt oluşturmamasıdır.

9) Pyramidalis Kası

Bu kas için evrimciler “modern insanın yüzde 20’sinde bulunmaz, keseli hayvanlardan kaldığı düşünülüyor” demektedirler. Bu sadece Darwinizmin önkabulune dayalı bir fikir yürütmeden ibarettir ve hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

İnsanın evrim teorisine göre de keseli bir atası olduğu öne sürülmez. Keseliler, memelilerin üç ana grubundan birini oluştururlar. Evrim teorisinin iddiasına göre bundan en az 50-60 milyon yıl önce, insanların da dahil edildiği plasentalılar grubundan ayrılarak gelişmişlerdir. Yani ortada insanın bu kası devralmış olabileceği bir “keseli ata”, evrim teorisine göre bile yoktur. Dolayısıyla evrimcilerin bu iddiası, geçersiz olmasının yanı sıra, kendi içinde de çelişkilidir.

10) Vomeronasal Organ

İnsanın bilinen beş duyusu vardır. Ancak bazı bulgular, koku alma duyusunun kendi içinde ikiye ayrıldığını göstermektedir. Birincisi, hepimizin bildiği koku algısıdır. Varlığı az bilinen ve fark edilen ikinci bir koku algısı ise, burnun içinde bulunan ve “vomeronasal organ” denen küçük doku tarafından algılanan “feromonlar”dır.

Bu konuda evrimcilerin iddiası ise, bazı hayvanların vomeronasal organlarının bizden çok daha güçlü bir algı düzeyinde olmasına dayanır. Yılanlar ve çeşitli sürüngenler vomeronasal algıyı dilleriyle duymaktadır ve çeşitli memelilerin de burunları bu konuda güçlüdür. Evrimciler de bizim düşük vomeronasal algı düzeyimizin, “körelmiş”likten kaynaklandığını ileri sürerler.

Oysa eğer daha zayıf değil de daha güçlü bir vomeronasal hassasiyete sahip olsaydık, o zaman da “çok iyi evrimleşmişiz” diyeceklerdi. Canlılar arasında bu gibi karşılaştırmalar yapıp, çeşitli senaryolar üretmek bilimsellikten uzak bir yaklaşımdır. Kartalların gözleri de bizim gözlerimizden çok daha keskindir; ama bu durum bizim kartallardan evrimleşip de bu evrim sırasında görüşümüzün “köreldiği” gibi bir anlama gelmez.

Evrimciler tarafından ortaya atılan körelmiş organlar senaryosu, görüldüğü gibi kendi içinde hem mantık hataları içermektedir hem de bilimsel olarak yanlıştır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi canlıların atalarından miras kalmış olan hiçbir sözde körelmiş organ yoktur. Çünkü canlılar diğer canlılardan rastlantılarla türememiş, bugünkü formlarıyla Allah tarafından eksiksiz ve mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır:

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)

Gerçekte her canlı, yaşadığı ortamda ihtiyaç duyacağı en ideal duyularla donatılmıştır. Son derece kompleks özelliklerle işleyen duyu organları ise, evrimin değil, yaratılışın kanıtlarındandır.

www.yaratilisdelilleri.com

“Körelmiş organlar” Listesinde Yer Alan Diğer Organlar da Körelmiş Değil Tam Aksine Vücut İçin Gerekli Organlardır

Bademcikler boğazı, özellikle erişkin yaşlara kadar, enfeksiyonlara karşı korumada önemli rol oynar. İlerleyen yıllarda yine “körelmiş organlar” olarak sayılan timüs bezinin T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale getirdiği; pineal bezin önemli hormonların üretilmesinden sorumlu olduğu; tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda dengeli bir büyümenin gerçekleşmesini sağladığı; pitüiter bezin de birçok hormon bezinin doğru çalışmasını kontrol ettiği anlaşılmıştır.

2014-05-15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder