İnsanın nefsinde, ‘her zaman üstün gelme arzusu’ vardır. Hep kendi fikri kabul edilsin, kendi istediği şeyler yapılsın, kendi mantığı doğrultusunda hareket edilsin ister. Bir konuşmada mutlaka en son sözü söyleyen kişi kendisi olmaya çalışır. Ve böyle olduğunda da, kendince mutlu olur. Bunu, büyük bir başarı olarak görür.
Halbuki insan çok sınırlı bir akla sahiptir. Ve insana verilen ömür de çok kısadır. İnsanın bu çok sınırlı zaman içerisinde edinebileceği bilgi, beceri ve tecrübe de aynı şekilde çok kısıtlıdır. Bu nedenle bir konuda olabilecek en sağlıklı sonuçlar, genellikle birden fazla kişinin akıllarını, bilgilerini, tecrübelerini, düşüncelerini ortaya koymalarıyla ortaya çıkar. Tüm bu birikimden istişare sonucunda çıkan ortak kanaat, insanı çok daha sağlıklı sonuçlara ulaştırır.
İstişare Etmek Kuran Ahlakının Gereğidir
Kuran’da istişare ederek, yani karşılıklı fikir alış verişi yapılarak karar vermenin, mümin ahlakının bir gereği olduğu şöyle haber verilmiştir:
“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler” (Şura Suresi, 38)
Bir başka ayette de Müslümanların, ‘sadece kendi fikirlerini esas almadıkları’, ‘sözün en güzeline uydukları’ haber verilmiştir:
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi, 18)
İstişare etmek, başkalarının fikirlerinden de istifade etmek, sözün en güzeline uymak Kuran ahlakının bir gereğidir. Ancak istişarenin yanı sıra, bazen de insanın çevresindeki kişiler arasında kendisinden çok daha akıllı olan kimseler olur. Allah Kuran’da bu durumu, “... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle insanlara haber vermiştir. Bu tür bir durumda güzel olan, bu kimselere danışmak, onların fikirlerinden istifade etmeye çalışmaktır. Böyle bir insana karşı üstün gelmeye, sözde ya da fikirde öne geçmeye çalışmaktansa, onun fikirlerine tabi olmak çok daha güzeldir. Bu, hem kişinin Allah’a karşı göstereceği ahlak açısından hem de sonuçta en doğru ve en isabetli fikri uygulaması açısından gösterilecek en güzel tavırdır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de, “Kim bir işe girişmek ister de, o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar.” (Kütüb-i Sitte, 16. Cilt) buyurarak istişarenin önemini hatırlatmıştır.
İstişare konusuna, Şura Suresi’nin 38. ayetinde “namaz kılmak” ve “infak etmek” gibi iki ibadetin yanında yer verilmiştir: “Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler.” Bu ayette işaret edildiği gibi müminler sadece doğru sonuca ulaşmak için değil, asıl olarak Allah rızası için bir ibadeti yerine getirmenin şuuruyla da istişarede bulunurlar.
İnsanın İçindeki ‘Sürekli Olarak Galip Gelme Arzusu’ Doğru Bir İstek Değildir
Güzel olan çoğu zaman, insanın ‘yenilmesi’ yani ‘karşı tarafın fikirlerine tabi olması’dır. Ki bu da zaten ‘yenilmek’ değildir. Sözde yenilgi gibi görünen bu durum, aslında o kişiyi yüceltir.
Ancak elbette ki bazen de bu insan, yanındaki birçok kişiden daha akıllı, daha vicdanlı, daha çok detay görebilen ve daha tecrübeli bir kimse de olabilir. Böyle bir durumda, kendisine verilen fikirlere, yanlış olduğunu bile bile uyması elbette ki beklenemez. Ama insan günlük hayatı içerisinde her iki tarafın da makul fikirler öne sürdüğü ve bu fikirlerin en az %50’ye 50’lik bir oranda doğru olduğu pek çok durumla karşılaşır. İşte bu tür durumlar, insanın tevazusu, güzel ahlakını göstereceği anlardır. Bu tür durumlarda yenmek değil, yenilmek üstünlüktür.
Çünkü % 50’ye 50 olan bir durumda, her iki taraf da, isterse birbirine üstünlük taslamaya, galip gelmeye, kendi fikrini kabul ettirmeye çalışabilir. Dolayısıyla bu tür bir durumda üstün geldiğini sanan insan, aslında belki de, karşı tarafın tevazusundan dolayı galip gelmiştir. Ancak içerisinde bulunduğu ruh halinden dolayı, karşı tarafın ahlakındaki bu inceliği de fark etmez. Bu kişi için o anda önemli olan, kendi fikrini kabul ettirebilmiş olmasıdır.
Bu gibi insanların içlerindeki bu sürekli üstün gelme ve yenme isteğinin altında ise genellikle, ‘enaniyet ve büyüklük hissi’ vardır. Yoksa çoğu zaman bu kimseler, aslında karşı tarafın getirdiği fikirlerin de en az kendilerininki kadar ya da kendilerinkinden çok daha iyi olduğunu takdir edebilirler. Ama konunun asıl olarak bu yönü üzerinde değil de, enaniyetlerine uygun olarak ‘kendi dediklerinin yapılması’ ve ‘yenme ruhu’ üzerinde dururlar.
Halbuki bu kişinin bu isteğinin karşılanması son derece kolaydır. Çok hatalı bir fikir olmadığı sürece, çevresindeki insanlar isteseler, sürekli onun düşünceleri doğrultusunda hareket edebilirler. Herkes her konuda kendi düşüncelerinden vazgeçip sürekli bu kişiyi haklı çıkarabilir ve herkes her olayda o kişiye tabi olabilir. Ama bu, o kişi için bir kazanç olmaz. Çünkü önemli olan, kişinin kendi içindeki, Kuran ahlakına uygun olmayan bu davranış bozukluğundan kurtulmasıdır. İşte bu nedenle bu kişi için yenmekten çok, yenilmek asıl olan ihtiyaçtır.
Allah Kuran’da müminlerin ‘nefsin büyüklük telkininden kurtulmaları gerektiğini’ şöyle bildirmiştir:
“Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Hadid Suresi, 23)
Aklın Tek Sahibi Yüce Allah’tır
İnsan yaratılmış bir varlıktır. Tek mutlak varlık ve sonsuz büyük olan yalnızca Yüce Allah’tır. İnsan sadece Yüce Allah’ın bir tecellisi ve gölgesidir. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Yüce Allah’tır. O, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir.
İnsan aciz bir varlıktır ve Yüce Allah’ın dilemesi dışında kendi başına hareket edemez. Bu durumda insanın kendi aklını beğenmesi, sahip olduğu fikirleri zorla kabul ettirmeye çalışması yani kendine benlik vermesi ise en büyük günahlardan biri olan şirke yol açabilir. Mümin Kuran ahlakına uygun olmayan bu yanlış tavırdan sakınmaya çok büyük özen göstermelidir.
Kuran’da Allah’ın bildirdiği, herkese güzel sözle karşılık verme, istişare etme ve büyüklenmeme konusundaki uyarılarını düşünmeli bu ahlak anlayışını gün boyu karşılaştığı her konuda, her sohbette uygulamalıdır. Sadece bir fikir çatışması olduğunda değil, herhangi bir konudan bahsedilirken, espri yaparken, gönül alırken, kısacası her durumda -Kuran ahlakına muhalif bir durum söz konusu değilse- hep altta kalan, son sözü söyleyene tabi olan, başkalarının fikirlerini ön plana çıkarıp onlara tabi olan, karşı tarafı onore eden bir ahlak içerisinde olmalıdır. Böyle bir insan, bakıldığında ‘yenilen’ konumuna düşmüş gibi görünebilir. Ama onun için asıl kazanç işte budur. Çünkü bu, Allah’ın razı olacağı umulan, Müslümanların beğeneceği ahlaktır. Bir Kuran ayetinde Allah’ın rızasını kazanmanın önemi şöyle haber verilmiştir:
“Allah dedi ki: ‘Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.’” (Maide Suresi, 119)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 85. sayı (Temmuz 2011) 60. sayfada yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder