Doğadaki tasarımların o kadar güçlü ve ikna edici bir boyutu vardır ki, her yaratılış delili incelendiğinde, evrimcilerin teorilerinin bir kez daha çöktüğü görülür...
Gezegenimiz, içerdiği su, hava, toprak, ışık gibi materyaller bakımından teknoloji üretimine son derece uygun niteliklere sahiptir. Hatta bu niteliklerin birbirleriyle etkileşimleri bile teknolojik tasarımların geliştirilmesine uygundur. Mesela kum, belli şartlar altında cam haline getirilebilir. Camı düz bir levha haline getirirseniz, üzerine gelen ışık, kendi doğrultusunda bir değişiklik yapmadan içinden geçer. İnce kenarlı bir mercek biçimi verdiğinizde ise ışık tek bir noktada toplanacaktır.
Burada dikkat etmemiz gereken çok önemli bir şey daha vardır:
Kum, cam ve ışık arasındaki ilişkiyi bizler için anlamlı kılan şey gözlerimizdir. Gözün görme kabiliyeti, mevcut olandan daha az olsaydı, (beynimiz ve vücudumuzun geri kalan kısmı sağlam olsa bile) kumu cama dönüştüremezdik. Dönüştürsek bile, ışığın mercekteki değişimini fark edemeyebilirdik.
Şüphesiz, gözlerimizin tasarımı şimdiki gibi olmasaydı, bunun sonucunda yaşayacağımız kayıp, sadece mercek yapamamakla kısıtlı kalmazdı. Böyle bir durumda, bugün var olan teknolojik ürünlerin pek çoğu bir işe yaramayacağı gibi, dünyada teknoloji diye bir şey de olmazdı. Çünkü teknoloji üretmek, sadece beynin gelişmişliği ile ilişkili değildir. Kollarımızın uzunluğu, kaslarımızın sağladığı kuvvet, elimizin hareket kapasitesi ya da parmaklarımızın hareketindeki uyum ve çeşitlilik de, teknoloji üretebilmek için gereklidir.
Teknoloji üretmemize imkan sağlayan bedensel özelliklerimiz bunlarla da sınırlı değildir: İnsanlardaki kuvvet ve güç geliştirilebilir niteliktedir. Gücümüzü ve becerilerimizi, kullandığımız alete göre ayarlayabiliriz. Vücut ölçülerimiz ve duyu organlarımızın özellikleri de buna dahildir. Mesela, çok daha küçük ve zayıf bir bedenimiz olsaydı ya da işitme kabiliyetimiz daha kısıtlı olsaydı, birçok teknolojik ürünü geliştirmemiz imkansız hale gelirdi. Hastalıklara karşı direncimiz (savunma sistemimiz) ve gün içindeki uyku gereksinim miktarı bile, teknoloji üretme düzeyimizi etkileyen bedensel unsurlardandır.
Parmak uçlarımızdan gözlerimize, kaslarımızdan kemiklerimize kadar, mükemmel olarak tasarlanmış bir bedenimiz var. Yüce Rabbimiz'in bize bahşettiği bu beden, bize düşünebilme ve düşündüklerimizi uygulayabilme imkanı veriyor.
Yeni bir şey tasarlama, icat etme isteği ve yeteneği, sadece insana özgüdür. Cisimleri algılama hızımızdan, uyarılara verdiğimiz bedensel tepkilere kadar tüm fiziki yapımız, teknoloji üretmeye uygun bir tasarıma sahiptir. (Bu konuda daha fazla bilgi almak için bakınız: İnsan Mucizesi, Harun Yahya, Global Yayıncılık, Ocak 2001, İstanbul.) Peki, "Bedenimizin teknolojik ürünler yapabilecek bir yapıda olmasını sağlayan nedir?"
Bu sorunun cevabını bulabilmek için, şöyle bir etrafımıza bakmak bile yeterlidir. Herhangi bir canlıyı düşünecek olursanız, doğadaki tasarımların, yaratılışın en büyük delillerinden olduğunu fark edebilirsiniz. Bu tasarımların sayısı o kadar çoktur ki, yaratılışı inkar edenler, bu durumu nasıl açıklayacaklarını bilememektedirler. (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Longman Group, Harlow, Essex, İngiltere, 1986, s.5) Ayrıca, bilimsel gözlem ve araştırmalar, her gün doğada keşfedilen yeni bir tasarımı haber vermeye devam etmektedir.
Doğadaki tasarımların o kadar güçlü ve ikna edici bir boyutu vardır ki, her yaratılış delili incelendiğinde, evrimcilerin teorilerinin bir kez daha çöktüğü görülür... Şüphesiz, bu konuya verilebilecek ilk örnek, insan beynidir. Beyin, bir kamera, kütüphane, bilgisayar ve iletişim merkezinin tek yere toplanmış hali gibidir. Bilgisayarların aksine, beyin, kullanıldıkça daha iyi bir hale gelir. Dikkatli bakan bir göz, beynin içerisindeki karmaşık yapıdaki harika amacı ve büyük organizasyonu hemen fark eder.
Yetişkin bir insanın beyni, yaklaşık 1350-1400 gram ağırlığındadır. Buna karşın, 100 süper bilgisayarın bilgisini içerebilir. Beynin temel birimi, 'nöron' olarak adlandırılan sinir hücreleridir. Her bir hücre, milimetrenin yüz binde biri kadar bir çapa sahiptir ve 'çekirdek', 'dendrit' ve 'akson' adlı bölümlerden oluşur.
Bu hücreler, elektrik anahtarları gibi ateşlenebilirler. Bir hücre "ateşleme" yaptığında, kendisiyle komşu diğer hücreler, kimyasal içerikli bazı elektronik sinyaller yollar. Bu sinyaller mikrovolt (1 mikrovolt = 10 üzeri eksi 6 volt) mertebesindedir.
Beynimiz, bünyesinde 10 milyar nöron barındırır. Hayatın ilk 9 ayında bu nöronlar, dakikada 25 bin gibi muazzam bir oranla çoğalır.
Her bir sinir hücresi, 100 bin adet sinir hücresi ile temas edebilir. Vücudumuzdaki sinir hücrelerinin birbirlerine temas ettikleri noktaların sayısı, 100 trilyon civarındadır. Bu sayı, ABD'nin yarısını kaplayacak kadar büyük bir ormandaki ağaçların yaprak sayısına denktir. Yetişkin bir insanın beyninde bulunan sinir hücrelerinin uzunluğu ise 160 bin km.den fazladır. (Michael Denton, Evolution: A Theory Crisis, Adler & Adler, Bethesda, Maryland - BD, s. 330)
Beynimiz, kimyasal bir verici tarafından kontrol edilen elektrik anahtarı topluluğu gibi düşünülebilir. Bu durumda, her sinirsel temas noktası, bir anahtar niteliği kazanacağından, beynin en az 100 trilyon bilgiye sahip olduğu söylenebilir. Aslında, sahip olduğumuz bilgi sayısının bundan çok daha fazla olması gerekir. Çünkü nöronlar ara seviyelerde ateşleme yapabilmektedir. Oysa elektrik anahtarları ya açık ya da kapalıdır. Halbuki, elektrik anahtarına benzettiğimiz temas noktalarındaki ateşlemeler, bazen kısmen gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle beyin, hem dijital hem de analog dijital özellikler gösterir.
Herhangi bir anda beyindeki sinir hücrelerinin % 10'u ateşleme yapmaktadır. Bu ateşlemenin frekansı ise 100 Hz.dir. Sonuçta bu her saniye, beynimizde 10 üzeri 15 (1 trilyar) sinyalin ya da hesaplamanın yapıldığını gösterir. Bu sayı ne anlama gelir? Bunu basit bir karşılaştırma yaparak anlamaya çalışalım:
Bazı bilgisayarlar, bilim adamlarınca özel olarak hazırlanırlar. Bu bilgisayarların temel özelliği, işlem hızlarının ve bilgi depolama kapasitelerinin çok yüksek olmasıdır. Bu bilgisayarlar, bu nedenle ticari olarak kullanılmazlar. Cray 2 adlı süper bilgisayar da bunlardan biridir.
Cray 2'nin saniyede yapabildiği hesaplama sayısı 10 üzeri 9'dur (1 milyar). Bilgi depolama kapasitesi ise 10 üzeri 11 bit'tir. Yani bu süper bilgisayarın depolama kapasitesi, insan beyninin ancak binde biri kadardır. Beyin, tüm bu bilgisayarlardan çok daha gelişmiş bir yapıya sahiptir. Aslında bu benzetmeyi daha ileri götürmek pek mümkün değildir. Çünkü insan beynini, tam olarak ne teknolojideki ne de doğadaki başka bir şeye benzetebilirsiniz. (D. Meredith, Matemagical Themes, Basic Boks, N. Y., 1985.)Beyindeki her bir hücrede, bir trilyon atom vardır. Bunların her biri doğru yerde, doğru görevleri, tam olarak yerine getirirler.
Bilgisayar tasarımcıları, yapay bir zeka gerçekleştirmeye çalışıyorlar; bunu yaparken de beynimizdeki sinirsel ağları taklit etmeye çalışıyorlar. Ne var ki, bu konuda elde edilen başarı oldukça kısıtlıdır. Nitekim bu konuda çalışma yapan bilim adamlarından biri, "bizim düşünme yapımızın bazı özelliklerinin asla bir makine tarafından tekrarlanamayacağını" açıklamıştır. (Roger Penrose, The Emperor's New Mind, Oxford University Pres, New York, 1989.)
Bu tablo, çeşitli sistemlerin hafıza kapasitesini göstermektedir. Beynin potansiyel kapasitesinin, 25 milyon kitap cildine veya 800 km.'den daha uzun bir kitap rafına eşit olduğuna dikkat ediniz. Tablodaki veriler, kelime bazında bilgisayarlarda kullanılan bilgi birimine dönüştürülecek olursa, bir kelime 40 bit'e denk gelecektir (1 kelime = 5 Byte = 40 bit).
Evrimcileri Açmaza Sokan Soru: İnsan Beyni Nasıl Ortaya Çıktı?
R. Wallace, bir doğa tarihçisidir ve Charles Darwin'in yakın çalışma arkadaşıdır. 1869'da Darwin'e yazdığı mektupta şöyle demektedir:
"Doğal seleksiyon, vahşi insana bir maymundan biraz daha iyi bir beyin sağlayabilir. Ancak bu, bizim eğitimli toplumumuzun çok az daha altında bir seviyede beyine sahiptir." (R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday and Company, Inc., Garden City, New York, 1979, s. 58-59)
Darwin bu ifadede, teorisini çökertecek gerçeği sezmiş ve çocuğu gibi benimsediği evrim teorisine ilişkin olarak şu yorumu yapmıştır:
"Umarım ben ve sen kendi çocuğumuzu öldürmüyoruz." (R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday and Company, Inc., Garden City, New York, 1979, s. 58-59)
Darwin'in bu kadar korkmasının nedeni, günümüz insanının beyninin, sözde ilk insan olarak kabul ettiği bir canlının beyninden kat be kat üstün olması ve bu farklılığı açıklamada evrim teorisinin yetersiz kalmasıydı.
Peki, günümüzde beynin böylesine gelişmiş olması nasıl açıklanmaktadır? Evrim teorisinin bu konudaki tezi oldukça ilginçtir. Bazı evrimcilerin sapkın iddialarına göre, insanların karmaşık aletler yapmayı ve konuşmayı keşfetmesi, daha yüksek seviyede düşünmesine neden olmuş ve daha yüksek seviyede düşünmek de beynin büyüyüp gelişmesini sağlamıştır. Bu açıklama tam bir kısır döngüyü içermektedir: Hangisi önce olmuştur; artan düşünme kapasitesi mi, yoksa beynin kapasitesi mi?
Bugün, insan zekası ile ilgili bazı gülünç materyalist iddialar vardır. İlk insanın beyninin "piştiği, güneş altında çok dolaştığı için zarar gördüğü" (K.R. Fialkowsky, "A mechanism for the Origin of the Human Brain: a hypothesis", Current Anthropology 27(6):288, June 1986. See also "A half-baked theory of how our barins graw?", Discover 7(9):15 September 1986) bu iddialardan biridir. Sözde beyin, bu hasarı gidermek için yeni nöronlar üretmiştir. Hayali atalarımız güneşin altından çekilince (belki de şapka takmaya başlayınca!) beynin tamamı tekrar çalışmaya başlamıştır.
Beynimiz Neden İki Parçadır?
Beyin ile ilgi araştırmalar yapan bilim adamlarının en çok dikkatini çeken konulardan biri de, iki yarım küreden oluşmasıdır. Bu iki yarım parça, sayıları milyarları bulan sinir lifleri ile birbirine bağlıdır.
Vücudun sol tarafı genel olarak sağ yarı, sağ tarafı da sol yarı küre tarafından idare edilir. Bu konudaki diğer bir bulgu da sol yarı kürenin dil ve analitik problem çözmede; sağ yarı kürenin de görsel ve sanatsal etkinlikler konusunda uzmanlaşmış olduğudur.
Beynin iki bölümden oluşmasıyla ilgili standart evrimci açıklama şudur: "Bir tarafa bir şey olursa diğeri, sistemin devamı için yedekleme görevi yapacaktır." İddia edildiği gibi, gerçekten bir yedekleme söz konusu ise neden 4 ya da 6 tane yedekleme sistemi olmamıştır? Her bir yarım küre diğerinin yedeği ise neden farklı faaliyetler konusunda uzmanlaşmışlardır? Beynin evrimi ile ilgili iddialar, rastgele ve birbiri ile çatışan fikirler ile doludur.
Beynimizin karmaşık yapısı, evrim teorisinin mantık dışı ve tutarsız iddiaları ile çelişmektedir. Üstelik bu çelişkiler, beynimizin binlerce fonksiyonu hakkında çok fazla bilgi sahibi olduğumuz halde ortaya çıkmaktadır. Doğadaki diğer tüm tasarımlar gibi, insan beyni de tesadüfi gelişmelerle ortaya çıkmamıştır. Onu, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah yaratmıştır.
Burada dikkat etmemiz gereken çok önemli bir şey daha vardır:
Kum, cam ve ışık arasındaki ilişkiyi bizler için anlamlı kılan şey gözlerimizdir. Gözün görme kabiliyeti, mevcut olandan daha az olsaydı, (beynimiz ve vücudumuzun geri kalan kısmı sağlam olsa bile) kumu cama dönüştüremezdik. Dönüştürsek bile, ışığın mercekteki değişimini fark edemeyebilirdik.
Şüphesiz, gözlerimizin tasarımı şimdiki gibi olmasaydı, bunun sonucunda yaşayacağımız kayıp, sadece mercek yapamamakla kısıtlı kalmazdı. Böyle bir durumda, bugün var olan teknolojik ürünlerin pek çoğu bir işe yaramayacağı gibi, dünyada teknoloji diye bir şey de olmazdı. Çünkü teknoloji üretmek, sadece beynin gelişmişliği ile ilişkili değildir. Kollarımızın uzunluğu, kaslarımızın sağladığı kuvvet, elimizin hareket kapasitesi ya da parmaklarımızın hareketindeki uyum ve çeşitlilik de, teknoloji üretebilmek için gereklidir.
Teknoloji üretmemize imkan sağlayan bedensel özelliklerimiz bunlarla da sınırlı değildir: İnsanlardaki kuvvet ve güç geliştirilebilir niteliktedir. Gücümüzü ve becerilerimizi, kullandığımız alete göre ayarlayabiliriz. Vücut ölçülerimiz ve duyu organlarımızın özellikleri de buna dahildir. Mesela, çok daha küçük ve zayıf bir bedenimiz olsaydı ya da işitme kabiliyetimiz daha kısıtlı olsaydı, birçok teknolojik ürünü geliştirmemiz imkansız hale gelirdi. Hastalıklara karşı direncimiz (savunma sistemimiz) ve gün içindeki uyku gereksinim miktarı bile, teknoloji üretme düzeyimizi etkileyen bedensel unsurlardandır.
Parmak uçlarımızdan gözlerimize, kaslarımızdan kemiklerimize kadar, mükemmel olarak tasarlanmış bir bedenimiz var. Yüce Rabbimiz'in bize bahşettiği bu beden, bize düşünebilme ve düşündüklerimizi uygulayabilme imkanı veriyor.
Yeni bir şey tasarlama, icat etme isteği ve yeteneği, sadece insana özgüdür. Cisimleri algılama hızımızdan, uyarılara verdiğimiz bedensel tepkilere kadar tüm fiziki yapımız, teknoloji üretmeye uygun bir tasarıma sahiptir. (Bu konuda daha fazla bilgi almak için bakınız: İnsan Mucizesi, Harun Yahya, Global Yayıncılık, Ocak 2001, İstanbul.) Peki, "Bedenimizin teknolojik ürünler yapabilecek bir yapıda olmasını sağlayan nedir?"
Bu sorunun cevabını bulabilmek için, şöyle bir etrafımıza bakmak bile yeterlidir. Herhangi bir canlıyı düşünecek olursanız, doğadaki tasarımların, yaratılışın en büyük delillerinden olduğunu fark edebilirsiniz. Bu tasarımların sayısı o kadar çoktur ki, yaratılışı inkar edenler, bu durumu nasıl açıklayacaklarını bilememektedirler. (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Longman Group, Harlow, Essex, İngiltere, 1986, s.5) Ayrıca, bilimsel gözlem ve araştırmalar, her gün doğada keşfedilen yeni bir tasarımı haber vermeye devam etmektedir.
Doğadaki tasarımların o kadar güçlü ve ikna edici bir boyutu vardır ki, her yaratılış delili incelendiğinde, evrimcilerin teorilerinin bir kez daha çöktüğü görülür... Şüphesiz, bu konuya verilebilecek ilk örnek, insan beynidir. Beyin, bir kamera, kütüphane, bilgisayar ve iletişim merkezinin tek yere toplanmış hali gibidir. Bilgisayarların aksine, beyin, kullanıldıkça daha iyi bir hale gelir. Dikkatli bakan bir göz, beynin içerisindeki karmaşık yapıdaki harika amacı ve büyük organizasyonu hemen fark eder.
Yetişkin bir insanın beyni, yaklaşık 1350-1400 gram ağırlığındadır. Buna karşın, 100 süper bilgisayarın bilgisini içerebilir. Beynin temel birimi, 'nöron' olarak adlandırılan sinir hücreleridir. Her bir hücre, milimetrenin yüz binde biri kadar bir çapa sahiptir ve 'çekirdek', 'dendrit' ve 'akson' adlı bölümlerden oluşur.
Bu hücreler, elektrik anahtarları gibi ateşlenebilirler. Bir hücre "ateşleme" yaptığında, kendisiyle komşu diğer hücreler, kimyasal içerikli bazı elektronik sinyaller yollar. Bu sinyaller mikrovolt (1 mikrovolt = 10 üzeri eksi 6 volt) mertebesindedir.
Beynimiz, bünyesinde 10 milyar nöron barındırır. Hayatın ilk 9 ayında bu nöronlar, dakikada 25 bin gibi muazzam bir oranla çoğalır.
Her bir sinir hücresi, 100 bin adet sinir hücresi ile temas edebilir. Vücudumuzdaki sinir hücrelerinin birbirlerine temas ettikleri noktaların sayısı, 100 trilyon civarındadır. Bu sayı, ABD'nin yarısını kaplayacak kadar büyük bir ormandaki ağaçların yaprak sayısına denktir. Yetişkin bir insanın beyninde bulunan sinir hücrelerinin uzunluğu ise 160 bin km.den fazladır. (Michael Denton, Evolution: A Theory Crisis, Adler & Adler, Bethesda, Maryland - BD, s. 330)
Beynimiz, kimyasal bir verici tarafından kontrol edilen elektrik anahtarı topluluğu gibi düşünülebilir. Bu durumda, her sinirsel temas noktası, bir anahtar niteliği kazanacağından, beynin en az 100 trilyon bilgiye sahip olduğu söylenebilir. Aslında, sahip olduğumuz bilgi sayısının bundan çok daha fazla olması gerekir. Çünkü nöronlar ara seviyelerde ateşleme yapabilmektedir. Oysa elektrik anahtarları ya açık ya da kapalıdır. Halbuki, elektrik anahtarına benzettiğimiz temas noktalarındaki ateşlemeler, bazen kısmen gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle beyin, hem dijital hem de analog dijital özellikler gösterir.
Herhangi bir anda beyindeki sinir hücrelerinin % 10'u ateşleme yapmaktadır. Bu ateşlemenin frekansı ise 100 Hz.dir. Sonuçta bu her saniye, beynimizde 10 üzeri 15 (1 trilyar) sinyalin ya da hesaplamanın yapıldığını gösterir. Bu sayı ne anlama gelir? Bunu basit bir karşılaştırma yaparak anlamaya çalışalım:
Bazı bilgisayarlar, bilim adamlarınca özel olarak hazırlanırlar. Bu bilgisayarların temel özelliği, işlem hızlarının ve bilgi depolama kapasitelerinin çok yüksek olmasıdır. Bu bilgisayarlar, bu nedenle ticari olarak kullanılmazlar. Cray 2 adlı süper bilgisayar da bunlardan biridir.
Cray 2'nin saniyede yapabildiği hesaplama sayısı 10 üzeri 9'dur (1 milyar). Bilgi depolama kapasitesi ise 10 üzeri 11 bit'tir. Yani bu süper bilgisayarın depolama kapasitesi, insan beyninin ancak binde biri kadardır. Beyin, tüm bu bilgisayarlardan çok daha gelişmiş bir yapıya sahiptir. Aslında bu benzetmeyi daha ileri götürmek pek mümkün değildir. Çünkü insan beynini, tam olarak ne teknolojideki ne de doğadaki başka bir şeye benzetebilirsiniz. (D. Meredith, Matemagical Themes, Basic Boks, N. Y., 1985.)Beyindeki her bir hücrede, bir trilyon atom vardır. Bunların her biri doğru yerde, doğru görevleri, tam olarak yerine getirirler.
Bilgisayar tasarımcıları, yapay bir zeka gerçekleştirmeye çalışıyorlar; bunu yaparken de beynimizdeki sinirsel ağları taklit etmeye çalışıyorlar. Ne var ki, bu konuda elde edilen başarı oldukça kısıtlıdır. Nitekim bu konuda çalışma yapan bilim adamlarından biri, "bizim düşünme yapımızın bazı özelliklerinin asla bir makine tarafından tekrarlanamayacağını" açıklamıştır. (Roger Penrose, The Emperor's New Mind, Oxford University Pres, New York, 1989.)
Bu tablo, çeşitli sistemlerin hafıza kapasitesini göstermektedir. Beynin potansiyel kapasitesinin, 25 milyon kitap cildine veya 800 km.'den daha uzun bir kitap rafına eşit olduğuna dikkat ediniz. Tablodaki veriler, kelime bazında bilgisayarlarda kullanılan bilgi birimine dönüştürülecek olursa, bir kelime 40 bit'e denk gelecektir (1 kelime = 5 Byte = 40 bit).
Evrimcileri Açmaza Sokan Soru: İnsan Beyni Nasıl Ortaya Çıktı?
R. Wallace, bir doğa tarihçisidir ve Charles Darwin'in yakın çalışma arkadaşıdır. 1869'da Darwin'e yazdığı mektupta şöyle demektedir:
"Doğal seleksiyon, vahşi insana bir maymundan biraz daha iyi bir beyin sağlayabilir. Ancak bu, bizim eğitimli toplumumuzun çok az daha altında bir seviyede beyine sahiptir." (R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday and Company, Inc., Garden City, New York, 1979, s. 58-59)
Darwin bu ifadede, teorisini çökertecek gerçeği sezmiş ve çocuğu gibi benimsediği evrim teorisine ilişkin olarak şu yorumu yapmıştır:
"Umarım ben ve sen kendi çocuğumuzu öldürmüyoruz." (R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday and Company, Inc., Garden City, New York, 1979, s. 58-59)
Darwin'in bu kadar korkmasının nedeni, günümüz insanının beyninin, sözde ilk insan olarak kabul ettiği bir canlının beyninden kat be kat üstün olması ve bu farklılığı açıklamada evrim teorisinin yetersiz kalmasıydı.
Peki, günümüzde beynin böylesine gelişmiş olması nasıl açıklanmaktadır? Evrim teorisinin bu konudaki tezi oldukça ilginçtir. Bazı evrimcilerin sapkın iddialarına göre, insanların karmaşık aletler yapmayı ve konuşmayı keşfetmesi, daha yüksek seviyede düşünmesine neden olmuş ve daha yüksek seviyede düşünmek de beynin büyüyüp gelişmesini sağlamıştır. Bu açıklama tam bir kısır döngüyü içermektedir: Hangisi önce olmuştur; artan düşünme kapasitesi mi, yoksa beynin kapasitesi mi?
Bugün, insan zekası ile ilgili bazı gülünç materyalist iddialar vardır. İlk insanın beyninin "piştiği, güneş altında çok dolaştığı için zarar gördüğü" (K.R. Fialkowsky, "A mechanism for the Origin of the Human Brain: a hypothesis", Current Anthropology 27(6):288, June 1986. See also "A half-baked theory of how our barins graw?", Discover 7(9):15 September 1986) bu iddialardan biridir. Sözde beyin, bu hasarı gidermek için yeni nöronlar üretmiştir. Hayali atalarımız güneşin altından çekilince (belki de şapka takmaya başlayınca!) beynin tamamı tekrar çalışmaya başlamıştır.
Beynimiz Neden İki Parçadır?
Beyin ile ilgi araştırmalar yapan bilim adamlarının en çok dikkatini çeken konulardan biri de, iki yarım küreden oluşmasıdır. Bu iki yarım parça, sayıları milyarları bulan sinir lifleri ile birbirine bağlıdır.
Vücudun sol tarafı genel olarak sağ yarı, sağ tarafı da sol yarı küre tarafından idare edilir. Bu konudaki diğer bir bulgu da sol yarı kürenin dil ve analitik problem çözmede; sağ yarı kürenin de görsel ve sanatsal etkinlikler konusunda uzmanlaşmış olduğudur.
Beynin iki bölümden oluşmasıyla ilgili standart evrimci açıklama şudur: "Bir tarafa bir şey olursa diğeri, sistemin devamı için yedekleme görevi yapacaktır." İddia edildiği gibi, gerçekten bir yedekleme söz konusu ise neden 4 ya da 6 tane yedekleme sistemi olmamıştır? Her bir yarım küre diğerinin yedeği ise neden farklı faaliyetler konusunda uzmanlaşmışlardır? Beynin evrimi ile ilgili iddialar, rastgele ve birbiri ile çatışan fikirler ile doludur.
Beynimizin karmaşık yapısı, evrim teorisinin mantık dışı ve tutarsız iddiaları ile çelişmektedir. Üstelik bu çelişkiler, beynimizin binlerce fonksiyonu hakkında çok fazla bilgi sahibi olduğumuz halde ortaya çıkmaktadır. Doğadaki diğer tüm tasarımlar gibi, insan beyni de tesadüfi gelişmelerle ortaya çıkmamıştır. Onu, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah yaratmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder