Zavallı İnsanlara Korkunç Bir Vahşet: Özürlülerin Soykırımı


Haeckel sadece sakat doğan bebeklerin değil, toplumun sözde evrimine engel olan tüm hasta ve sakat insanların "evrim yasaları" gereğince ayıklanması gibi bir vahşeti istemiştir...

Çoğu insan, Nazi soykırımının Yahudilerin katledilmesi ile başladığını zanneder. Oysa Nazi katliamlarına Yahudilerden daha önce maruz kalmış bir grup vardır: Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar ve kalıtsal hastalar. Tarihçi Henry Friedlander The Origins of Nazi Genocide (Nazi Soykırımının Kökenleri) isimli kitabında şöyle demektedir:

Savaş sonrası dünyada, Auschwitz 20. yüzyıldaki katliamın sembolü haline geldi. Ama Auschwitz, Nazilerin sadece en son ve en kusursuz imha merkeziydi. Gerçekte tüm imha operasyonu, daha önce, Ocak 1940'ta, en çaresiz insanların katledilmesi ile başlamıştı; bunlar özürlü hastalardı. (Henry Friedlander, The Origins of Nazi Genocide: from Euthanasia to the Final Solution )

Bu soykırımın nedenini anlamak için, Nazi ideolojisine bakmak gerekir. Bilindiği gibi, Nazizmin temelini ırkçılık oluşturur. Irkçılığın pratikteki uygulamalarından biri ise, "öjeni" sapkınlığıdır. İnsan ırkının aynen bir hayvan türü gibi "ıslah" edilmesini öngören batıl öjeni teorisi uyarınca, Naziler kendilerince "ırka zararlı" olarak kabul ettikleri tüm sakat ve kalıtsal hastalık sahibi insanları yok etmeye karar vermişlerdir.

Öjeni kavramı, Darwin'in evrim teorisiyle birlikte doğmuştu. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında, bölümler boyunca "hayvan ırklarının ıslahı"ndan söz etmiş, İnsanın Türeyişi adlı kitabında ise insanların da bir hayvan türü olduğu yalanını öne sürmüştü. Darwin'in kuzeni Francis Galton ise, amcasının bu sapkın iddialarını bir adım ileri götürmüş ve öjeni teorisini formüle etmiştir.

Galton yanılgılarını ilk olarak 1869'da yayınlanan Heredity Genius (Kalıtsal Deha) adlı kitabında açıkladı. Kitapta İngiliz tarihinde tespit ettiği bazı sözde "deha"lardan söz ediyor ve bunların kendilerine has ırksal özellikler taşıdığı yanılgısını öne sürüyordu. Galton bu iddiasının ardından, İngiliz milleti içinde genetik olarak diğerlerinden üstün olan ayrı bir kanın bulunduğu ve bu kanın korunması için önlemler alınması gerektiği batıl düşüncesini ileri sürüyordu. Galton'a göre, bu sapkın teori sadece İngilizler için değil, tüm ırklar için de geçerliydi.

Öjeni sapkınlığının Galton'dan sonra en hararetli savunucusu ise, Nazilerin fikri öncülerinden biri olarak kabul edilen Alman Darwinist biyolog Ernst Haeckel oldu. Haeckel, öjeni amacıyla cinayet işlenmesi vahşetini ilk kez açık açık dile getirdi: Wonders of Life (Yaşamın Harikaları) adlı kitabında, "sakat doğan bebeklerin hiç vakit yitirilmeden öldürülmesi " gibi insanlık dışı bir düşünceyi savundu ve bu bebeklerin henüz bir bilince sahip olmadıklarını ileri sürerek sözde "bunun bir cinayet sayılmayacağını" iddia etti. (Ernst Haeckel, The Wonders of Life, New York, Harper, 1904, s. 21. )

Haeckel sadece sakat doğan bebeklerin değil, toplumun sözde evrimine engel olan tüm hasta ve sakat insanların "evrim yasaları" gereğince ayıklanması gibi bir vahşeti istemiştir. Hastaların tedavi edilmesine karşı çıkmış, kendince bu tedavinin doğal seleksiyonu engellediğini ileri sürerek şöyle yazmıştır:

İyileşmesi mümkün olmayan yüz binlerce hasta, örneğin akıl hastaları, cüzzamlılar, kanser hastaları yapay olarak hayatta tutulmakta, ama bu kendilerine veya toplumun geneline hiçbir yarar getirmemektedir... Bu kötülükten kurtulabilmek için, yetkili bir komisyonun kararı ve gözlemiyle hastalara hızlı ve etkili bir zehir verilmelidir. (Ernst Haeckel, The Wonders of Life, New York, Harper, 1904, s. 118-119.)

Haeckel'in teorisini kurduğu bu vahşet, Nazi Almanyası tarafından uygulamaya konacaktı.

Naziler, sosyal- Darwinizm aldatmacasının kusursuz uygulayıcıları olarak, öjeni sapkınlığını da aynen benimsediler. Nazilerin özürlü ve hasta insanlara karşı yürüttükleri soykırımı anlatan ve Disability Rights Advocates (Özürlü Hakları Savunucuları) adlı uluslararası kuruluş tarafından hazırlanan Forgotten Crimes (Unutulmuş Suçlar) adlı raporda, Nazilerin bu mazlum insanlar hakkındaki cani bakış açısı şöyle anlatılır:

Özürlülüğü her toplumda var olan yaşamın doğal bir yönü olarak kabul etmek yerine, Alman (Nazi) ideolojisi özürlülüğü bir tür dejenerasyon işareti olarak görüyor ve neredeyse tüm özürlü insanları "yaşamaya hakkı olmayan hayatlar" olarak tanımlıyordu. Her türlü özürlü insan; depresyon geçirenler, felçliler, kanserliler, organları eksik özürlüler, "yavaş öğrenenler" (zeka özürlüler), sağırlar ve körler, bunların hepsi Naziler tarafından "faydasız yiyiciler" olarak damgalanmıştı. (Bu) özürlü insanlar, Hitler'in üstün bir ırk yaratma çabasının ilk hedefi oldular. Özürlü insanların yok edilmesi, Nazilerin Aryan ırkını "saflaştırma" planının merkezi bir öğesi oldu. (Forgotten Crimes:The Holocaust and People with Disabilities, A Report by Disability Rights Advocates, Oakland, California, Eylül 2001, s. 3.)

Nazilerin özürlü insanlara karşı uyguladığı soykırımın ilk aşaması, "kısırlaştırma" oldu.

1933'ten II. Dünya Savaşı'nın başladığı 1939 yılına kadar, söz konusu kısırlaştırma politikası büyük bir acımasızlıkla yürütüldü. Yüz binlerce özürlü insan, kaldıkları hastane veya kliniklerden veya evlerinden toplanarak "sterilizasyon merkezleri"ne götürüldü ve zorla ameliyat edildi. Son derece acımasız ve hoyratça yürütülen bu operasyonlar sonucunda bazı hastalar ölmüş, çoğu aylar süren korkunç acılar yaşamış, dahası pek çoğu da yaşadıkları olayın psikolojik etkisinden yıllar boyu kurtulamamıştır. Savaş sonrasında yapılan bir araştırma, kısırlaştırma mağdurlarının bazılarının, olaydan on yıl kadar sonra bile şiddetli sancılar çektiklerini, üçte birinin de hala şiddetli bir psikolojik travma yaşadıklarını göstermiştir. (Biesold, Crying Hands: Eugenics and Deaf People in Nazi Germany (Washington, D.C., 1999), s. 147. )

Kısırlaştırmanın ardından, Hitler'in kurmaylarına verdiği ve Aktion T-4 olarak bilinen bir talimatla özürlülerin katledilmesine başlandı:

Hitler'in stratejisi aşama aşama ilerledi. Önce kısırlaştırma başladı. 1933'ten itibaren 400 binden fazla özürlü insan zorla kısırlaştırıldı ... Daha sonra Aktion T-4 olarak bilinen resmi öldürme programı başladı. Bu program özel olarak özürlü insanlar için tasarlanmıştı. Nazilerin Yahudiler için kullanacakları imha yöntemleri, örneğin "duş odaları"na sokulan insanların burada karbon monoksit ile zehirlenmesi, ilk önce özürlülere yönelik programda geliştirilmiş ve en verimli hale getirilmişti. Sonuçta, Aktion T-4 programı çerçevesinde 275 binden fazla özürlü insan katledildi. Bu rakama, Aktion T-4 resmen sona erdikten sonra toplama kamplarında yaşamlarını yitiren özürlüler dahil değildir. Savaş sırasında da, sayıları bilinmeyen daha pek çok özürlü insan Naziler tarafından işgal ve istila edilen bölgelerde öldürüldü. Naziler hakimiyetleri altındaki bölgeleri büyüttükçe, ırklarına, dinlerine ve siyasi görüşlerine aldırış etmeksizin, özürlü erkekleri, kadınları ve çocukları katlettiler.(Forgotten Crimes:The Holocaust and People with Disabilities, A Report by Disability Rights Advocates, Oakland, California, Eylül 2001, s. 3. )
Nazi ideolojisi ile beyni yıkanmış olan doktorlar ve diğer pek çok resmi görevli, bu akıl almaz vahşeti adeta bir "görev bilinci" ile gerçekleştirmiştir. Nazizmin özündeki sosyal-Darwinist öğretinin toplumda yaygınlaşmasının, din ahlakının insanlara emrettiği şefkat, merhamet gibi ahlaki erdemlerin kaybolmasının doğal bir sonucu olmuştur bu durum. Aşağıdaki alıntı, Nazilerin Aktion T-4 programı çerçevesinde özürlüleri katletmek için kurdukları altı merkezden biri olan Hadamar'da yaşanan bir olayı aktarmakta ve Nazi ideolojisinin Alman toplumunu ne hale getirdiğini gözler önüne sermektedir:

Örneğin (altı temel katliam merkezinden biri olan) Hadamar'da özürlülere yönelik katliam, bürokratik bir düzen ve "verimlilik" içinde gerçekleştirilmiştir. Bu operasyonun yürütülmesi için moralin yüksek tutulmasına önem verilmiştir. Hem "verimliliğin" yüksek tutulması hem de hastane görevlilerinin moral düzeyinin optimumda korunması için, hastane yöneticileri öldürme programının önemini sık sık vurgulamışlardır. 1941 yazında, Hadamar'ın sağ tarafındaki lobide yapılan seremoni, öldürme programında önemli bir kilometre taşı oluşturur. Tüm hastane personeli davete katılmış, kendilerine içki ikramı yapılmıştır. Giriş eğlencelerinden sonra, tüm katılanlar hastanenin bodrum katına davet edilmiş ve "on bininci hastanın yakılması" anısına yapılan törene dahil olmuşlardır. Maktulün cesedi taze çiçeklerle ve küçük Nazi bayraklarıyla süslenmiş ve doktorlardan biri Hadamar'da yürütülen işin önemi hakkında katılımcılara kısa ve duygusal bir konuşma yapmıştır. Daha sonra ceset yakılmış, bazı katılımcılar, ölen kişinin ruhuna yönelik ancak alaycı "anma konuşmaları" yapmışlar, diğerleri bunları gülerek dinlemiş sonra da Polka müziği eşliğinde bir parti verilmiştir. (Hugh Gregory Gallagher, By Trust Betrayed: Patients, Physicians, and the License to Kill in the Third Reich (Arlington, Virg., 1995), s. 13. )

Sakat ve zeka özürlü çocuklara ve bebeklere karşı yürütülen katliam ise ayrı bir felakettir. Her ne kadar bu yönde bir "çalışma" 1933'ten beri yürütülüyor olsa da, bu konu asıl olarak Ciddi Kalıtsal Hastalıklar Hakkında Bilimsel Araştırma İçin Reich Komitesi (Reich Committee for Scientific Research of Serious Illness of Hereditary and Protonic Origin) adlı kurumun 18 Ağustos 1939'da yayınladığı "çocuk ötenazisi" isimli kararla hız kazanmıştır. Bu kararda, "ciddi kalıtsal hastalıklara" sahip olduğundan şüphe duyulan 3 yaşın altındaki tüm bebeklerin ve yeni doğanların komiteye bildirilmesi emredilmiştir. Söz konusu "ciddi kalıtsal hastalıklar", Down Sendromu, fiziksel deformasyonlar, felç gibi kategorileri içermektedir. Bu hastalıklara sahip oldukları şüphesiyle "rapor edilen" bebekler, doktor kontrolünden geçirilmiş ve çoğunun hastalığı tespit edilerek, evrakları (+) işaretiyle işaretlenmiş ve öldürme merkezlerine gönderilmişlerdir. Dönemin Nazi doktorlarından Dr. Karl Brandt "bu bebekleri toplamanın amacı, onları doğumlarından hemen sonra olabildiğince çabuk şekilde imha etmekti" demektedir. Almanya'nın farklı bölgelerindeki hastanelerde toplam 30 "çocuk ötenazi bölümü" açıldığı ve bunların her birinde yüzlerce bebeğin katledildiği bilinmektedir.

Bebeklerin öldürülmesi, bazen kalbe zehir enjekte edilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Ancak bazı Nazi doktorları daha da canavarca davranmış ve bebekleri aç bırakarak yavaş yavaş ve acı çekerek ölmelerini sağlamışlardır. Bunlardan biri olan Dr. Hermann Pfannmuller'in, yönetimindeki hastaneyi üstlerine gezdirirken, açlıktan can çekişmekte olan bir bebeği ayaklarından tutarak havaya kaldırdığı ve "bunun daha birkaç günü var" dediği aktarılmaktadır. (Forgotten Crimes:the Holocaust and People with Disabilities, A Report by Disability Rights Advocates, Oakland, California, Eylül 2001, s. 14. )

Bu insanlık dışı, şeytani vahşetin en kötü yönlerinden biri ise, büyük ölçüde "unutulmuş" olmasıdır. Disability Rights Advocates (Özürlü Hakları Savunucuları) adlı kuruluşun raporunda, bu gerçek şöyle vurgulanmaktadır:

Soykırım hakkında son yıllarda büyük ölçüde artmış olan ilgiye rağmen, Nazi rejiminde özürlü erkeklere, kadınlara ve çocuklara yapılan büyük vahşetler konusunda hala sessizlik sürmektedir. Nazi döneminde özürlü insanlara yapılan gaddar ve sistemli zulüm, hem tarihsel araştırmalarda hem de soykırım hakkındaki kollektif hafızamızda büyük ölçüde göz ardı edilmiş ve önemsizleştirilmiştir. Bunun sonucu, bu vahşetler hakkında yaygın bir bilgisizliktir ve bu bilgisizlik politikacıların, akademisyenlerin ve medyanın ilgisizliği ile beslenmektedir... Bazı insanlar, çok yanlış bir şekilde, katledilen özürlü sayısının göreceli olarak az olduğunu sanmaktadır. Oysaki kesin deliller, hem Almanya'da hem de Naziler tarafından ele geçirilen bölgelerde özürlü insanların köle işçi haline getirildiğini, mallarının yağmalandığını ve katledildiğini göstermektedir. Diğer katledilenlerin, örneğin Yahudilerin, acı çektiği ve kaybettiği gibi, özürlüler de acı çekmiş ve kaybetmiştir...

(Ancak) bugün dünyada özürlülerin soykırımını özel olarak ele alan bir müze ve anı merkezi yoktur... Dahası, yüzlerce uluslararası soykırım müzesi bulunmasına rağmen, bunların içinde özürlüler hakkında birkaç cümleden başka bilgi veren kaynak dahi yok gibidir. Çoğu soykırım sırasında özürlülere uygulanan vahşetlerden tek kelime dahi söz etmemektedir... Özürlüler hiçbir savaş tazminatı da almamışlardır. (Forgotten Crimes:the Holocaust and People with Disabilities, A Report by Disability Rights Advocates, Oakland, California, Eylül 2001, s. 1-2, 37-38. )

Kısacası Nazi vahşetinin önemli bir boyutunu oluşturan "özürlü soykırımı" büyük ölçüde unutulmuş durumdadır. Bunun tehlikeli sonuçlarından biri, bu konudaki hassasiyetin kaybolmasıdır ve Nazi cinayetlerini tekrarlama hayalleri kuran neo-Naziler bu boşluktan yararlanmaya çalışmaktadırlar. Dahası, özürlülere yönelik olumsuz bakış açısının temeli olan sosyal-Darwinist sapkın mantık hala hakimdir ve bu da durumu ciddileştirmektedir. Disability Rights Advocates (Özürlü Hakları Savunucuları) adlı kuruluşun Forgotten Crimes (Unutulmuş Suçlar) adlı raporunda (bu rapor daha sonra kitap haline getirilmiştir), "özürlü düşmanlığı"nın Almanya'da ne yazık ki hala etkili olduğu şöyle açıklanmaktadır:

Günümüzdeki Alman toplumunda da, pek çok özürlü insan ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekte ve ekonomik bir yük ve bir huzursuzluk nedeni sayılmaktadırlar. Bu ayrımcı bakış açısı, özürlüleri hedef alan şiddet olaylarına yol açmıştır ki, bunlar toplum içinde tartaklama, hakaret, taciz, saldırı, dövme ve hatta öldürmelere kadar varabilmektedir. Neo-Naziler (Dazlaklar) bu saldırıları yürütenlerdir. Raporlar, dazlakların kör bir adamı öldüresiye dövdüklerini, beş sağır çocuğu döverek ciddi şekilde yaraladıklarını, tekerlekli sandalye kullanan bir adamı merdivenlerden aşağı yuvarladıklarını ve "Dachau'da sizi unutmuş olmalılar" veya "Hitler olsaydı, şimdiye çoktan gaz (odalarına) gitmiştiniz" şeklinde sloganlar attıklarını bildirmektedir. İngiliz Özürlü İnsanlar Organizasyonları Konseyi dergisinin bildirdiğine göre, 1000 kadar özürlü Alman vatandaşı bir yıl içinde fiili olarak veya sözle saldırıya uğramıştır. (Forgotten Crimes:the Holocaust and People with Disabilities, A Report by Disability Rights Advocates, Oakland, California, Eylül 2001, s. 41. )

Bu acı gerçekler bizi önemli bir sonuca götürür. Özürlü soykırımı asla unutulmamalı, "bir daha asla" sloganı özürlüler için de zihinlere yerleştirilmeli, özürlülerin haklarının korunması için tüm dünya çapında çok daha etkili bir strateji yürütülmelidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder