10 Soruda Kainat Nasıl Yaratıldı?


Big Bang'in ardından, şu an içinde yaşadığımız evrenin yapısını belirleyen "ölçüler" ortaya çıkmıştır ve bunlar tam olmaları gerektiği değerde belirlenmişlerdir...

Big Bang Teorisi Nasıl Ortaya Çıktı?

1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını fark etti. Meydana gelecek en ufak bir etkileşimin, evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti.

Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları, önceleri çok ilgi çekmemişti. Ancak 1929 yılında yaşanan bir gelişme, bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. Bu, daha sonra "Big Bang" olarak adlandırılacak olan Büyük Patlama'nın gözlemsel bir deliliydi.

Big Bang ( büyük patlama) teorisi nedir?

Tüm evrenin, tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini ortaya koyan bilimsel bir teoridir. Bilim adamlarının hesaplamalarına göre, şu an evreni oluşturan maddenin tümü, günümüzden yaklaşık 17 milyar yıl önce gerçekleştiği kabul edilen bu patlama ile "yoktan var" edildi ve olağanüstü bir denge içinde şekillendi.

Big Bang ( büyük patlama) nasıl keşfedilmiştir?

1929 yılında California Mount Wilson gözlem evinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Yani yıldızlar bizden sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar.

Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha keşfetti: Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç, evrenin her an "genişlemekte" olduğuydu.

Evren genişlediğine göre, zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan başladığı ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, "sıfır hacme" ve "sonsuz yoğunluğa" sahip olması gerektiğini gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Evrenin başlangıcı olan bu büyük patlamaya İngilizce karşılığı olan "Big Bang" ismi verildi ve bu teori de aynı isimle anılmaya başlandı.

Big Bang teorisinin temeli olan "sıfır hacim" ne anlama gelmektedir?

Aslında "sıfır hacim" bu konunun teorik bir ifade biçimidir. Bilim, insan aklının kavrama sınırlarını aşan "yokluk" kavramını ancak "'sıfır hacimdeki nokta" ifadesi ile tarif edebilmektedir. Gerçekte ise "sıfır hacimdeki bir nokta", "yokluk" anlamına gelir. Evren de yokluktan var olmuştur. Diğer bir deyimle yaratılmıştır.

Big Bang'i kanıtlayan bilimsel bulgular var mıdır?

Big Bang teorisi, kendisini destekleyen delillerin gücü nedeniyle, kısa sürede bilim dünyasında kabul gören bir teoridir. Bilim dünyası tarafından "Big Bang'in Zaferi" olarak kabul edilen gelişme ise 1948 yılında George Gamov adlı bilim adamının, Big Bang'e bağlı olarak bir tez ortaya sürmesi ile yaşanmıştır. Bu teze göre, evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, Big Bang'den sonra da bir radyasyonun oluşması gerekiyordu. Bu büyük patlama tüm evrende olduğu için oluşan radyasyon da tüm evrende ve eşit oranda dağılmış olmalıydı.

"Olması gereken" bu kanıt çok geçmeden bulundu. 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı, bu radyasyon dalgalarını başka bir çalışma sırasında keşfettiler. Saptanan bu radyasyon, uzayın belli bir tarafından gelen radyasyondan farklıydı. Diğerleri gibi belirli bir kaynağı yoktu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Bu radyasyonun Big Bang'in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Penzias ve Wilson, Big Bang'in bu ispatını deneysel olarak ilk gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülü kazandılar.

Bu zaferi izleyen diğer bilimsel delillerle birlikte Big Bang bilim dünyasında kesin bir kabul gördü. Scientific American dergisinin Ekim 1994 sayısındaki bir makaleye göre, evren sürekli, düzenli olarak genişliyordu ve Big Bang modeli, evrenin oluşumunu açıklayan teoriler içinde yüzyılımızın kabul görmüş tek modeliydi.

Uzaydaki hidrojen helyum oranı Big Bang teorisini ne yönde desteklemektedir?

Big Bang'in önemli diğer bir delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Günümüzde yapılan ölçümlerle anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang'den arta kaldığı teorik olarak hesaplanmış hidrojen-helyum oranına uymaktaydı.

Yıldızlar, içerdikleri hidrojen gazını nükleer tepkimeyle helyuma dönüştürerek enerji üretirler. Eğer evrenin bir başlangıcı olmayıp sonsuzdan geliyor olsaydı, yıldızlardaki tüm hidrojenin tamamen tükenmiş ve helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Fakat yıldızlarda bulunan hidrojen gazının henüz tükenmemiş olması ve bu gazı sürekli helyuma çevirerek enerji üretmeye devam etmeleri, evrenin sonsuz olmadığının ve bir başlangıcı olduğunun kesin bir kanıtını oluşturmaktadır.

Big Bang'in ardından tüm evrende hakim olan düzenin sırrı nedir?

Big Bang bir patlama olduğuna göre, beklenmesi gereken, bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda "rastgele" dağılması olacaktır. Bu rastgele dağılan maddenin evrenin belirli noktalarında birikip galaksiler, yıldızlar ve yıldız sistemleri oluşturması ise, bir buğday ambarına atılan bir el bombasının, buğdayları toplayıp, düzenli balyalara sarıp üst üste istiflemesi kadar "anormal" bir durumdur. Big Bang teorisine uzun yıllar karşı çıkmış olan Sir Fred Hoyle, bu durum karşısında duyduğu şaşkınlığı şöyle ifade eder:

"Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir."

Gerçekten de Big Bang ile oluşan madde "olağanüstü" bir biçimde şekil ve düzen almıştır. Böyle bir düzenin oluşabilmesi ise bizi tek bir gerçeğe götürmektedir: Evrenin üstün kudret sahibi Allah tarafından kusursuzca yaratıldığına…

Big Bang'den sonra atom ve madde nasıl oluşmuştur?

Big Bang'in ardından, şu an içinde yaşadığımız evrenin yapısını belirleyen "ölçüler" ortaya çıkmıştır ve bunlar tam olmaları gerektiği değerde belirlenmişlerdir.

Bu ölçüler, bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"tir. Evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar, bu dört kuvvetin birbiri ile iletişimi ve dengesi sayesinde olur. Bunlar; yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler, sadece atomun yapısını belirlerler. Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. Bu dört temel kuvvet, Big Bang'in sonrasında ortaya çıkmışlar ve evrene dağılan madde, bu dört temel kuvvete göre belirlenmiştir.

Dört temel kuvvetin değerleri biraz farklı olsaydı, evren sadece radyasyondan oluşabilirdi. Bir ışık karmaşasından ibaret olacak olan bu evrenin içinde de elbette galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve biz insanlar var olamazdık. Ama bu dört temel kuvvetin olağanüstü derecede kusursuz bir biçimde yaratılmasıyla, Big Bang'den sonra bugün "madde" dediğimiz şeyin temel yapıtaşı olan atomlar oluşmuştur.

Big Bang'e var olan denge neden önemlidir?

Big Bang ile birlikte var olan madde, etrafa olağanüstü bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Patlamanın bu ilk anında, bir de şiddetli bir çekim gücü vardır. Bu, evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir.

Dolayısıyla Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda çekim gücü patlama gücüne baskın çıksaydı, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsaydı, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı. Her iki durum da, canlılığın ve bizlerin var olamaması anlamına geliyordu. Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmemiş ve evrenin genişleme hızının sahip olduğu son derece hassas değer sayesinde şimdiki evren ortaya çıkmıştır.

Kuran'da 14 yüzyıl önce Big Bang'e dair bildirilen hikayeler nelerdir?

Big Bang modeli, insanlığın evreni tanımasına yardımcı olurken, çok önemli bir işlev daha gerçekleştirmiştir. Önceleri ateist olan fakat yakın zamanda Allah'ın varlığını kabul eden felsefeci Anthony Flew'un ifadesiyle, Big Bang ile birlikte "Bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir gerçeği ispat etmiştir."

Dini kaynaklar tarafından savunulan bu gerçek, evrenin yoktan yaratıldığı gerçeğidir. Günümüzden tam 14 asır önce insanların evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduğu zamanlarda Kuran'da, aynı Big Bang teorisinin ortaya koyduğu gibi, tüm evrenin, çok küçük bir hacimde bir arada iken ayrılıp genişlemesiyle ortaya çıkmış olduğu bildirilmiştir:

"O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya Suresi, 30)

Kuran'da yer alan bir başka bilgi ise, bilim adamlarının ancak 1920'lerin sonunda fark ettiği 'evrenin genişlemesi'dir. Hubble'ın, yıldızların ışık tayflarının kızıla kaymasını fark etmesiyle ilk kez ortaya çıkan bu gerçek, Kuran'da şöyle bildirilir:

"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47)

Kısacası modern bilimin bulguları bir yandan materyalist dogmayı geçersiz kılarken, öte yandan da Kuran ayetleri ile haber verilen gerçekleri bir kez daha ortaya koymaktadır. Çünkü evren materyalistlerin sandığının aksine, maddenin içindeki birtakım tesadüfler ile değil, Allah'ın yaratmasıyla var olmuştur. Allah'tan gelen bilgi, kuşkusuz evrenin kökeni hakkındaki en doğru bilgidir.

Big Bang, materyalizm yanılgısını nasıl çürütmüştür?

Big Bang hakkındaki tüm bu gerçekler, bir 19. yüzyıl dogması olan materyalist felsefenin iddialarının 20. yüzyıl bilimi tarafından geçersiz kılındığının göstergeleridir. Materyalizm, herşeyi maddeden ibaret saymakla, maddeyi ortaya çıkaran ve düzenleyen bir Yaratıcı'nın varlığını reddetmiş, ama şiddetle yanılmıştır. Modern bilim, maddesel dünyada var olan kusursuz düzeni ve kainata hakim olan Yüce Allah'ın varlığını ispatlamaktadır. Evrende karşılaştığımız bu benzersiz yaratılış, canlılar dünyasında da görülmekte ve materyalizmin en büyük dayanağı sayılan Darwin'in evrim teorisi de bu nedenle çökmektedir.

Materyalizm asırlar boyunca pek çok insanı etkilemiş, hatta 19. yüzyılda "bilimsellik" maskesine bürünmüş olabilir. Ancak tüm bu bilimsel gerçekler doğrultusunda materyalizm, Kuran'da vaat edildiği üzere 21. yüzyılda bilime aykırı bir batıl inanış olarak tarihe geçmiştir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder