* Beyindeki algı merkezleri nasıl oluşur?
* Beyin algı kaybını nasıl telafi eder ve bu kaybı telafi edecek bağlantıları nasıl kurar?
Dış beyin kısmını teşkil eden korteks; görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle insanın sürekli olarak dış dünyayla iletişim halinde bulunmasını sağlayan kısımdır. Yüce Allah’ın dilemesiyle beynin bu kısmında bazı algılar doğuştan oluşmazlar ve bu kişiler kör ya da sağır olarak yaşamlarını sürdürürler. Ancak Yüce Allah’ın dünya hayatının bir imtihanı olarak yarattığı bu durum karşısında insan büsbütün çaresiz kalmaz. Çünkü beyin, kullanılmayan bölgeleri farklı şekillerde değerlendirir. Kayıp duyu yerine, faydalı olabilecek takviyelerle, duyu kaybını telafi eder. Örneğin bir kişi eğer sağırsa, arabanın yandan yaklaştığını duyamaz, fakat çevre görüşü artar ve çok uzaktan bir arabanın geldiğini görebilir. Aynı durum bir şeyin ne kadar hızlı hareket ettiğini doğru olarak tespit edebilme yeteneği için de geçerlidir.
Beyindeki Algı Merkezlerinin Oluşumu Büyük Bir Mucizedir
Anne karnında bebeğin ilk hücresi meydana geldikten sonra, bu mucivezi gelişimin ilk aşamasında hücreler bölünmeye başlar ve zamanla gelişir. Anne karnında başlangıçta bir et parçası görünümünde olan hücreler bölünmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas göz hücrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hücrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini ve daha birçoklarını oluşturmaya devam ederler.
Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücresi üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır. (Science Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 88)
Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar.
Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler.
Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri adeta anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Nöronların oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını bilmeleri, bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına karar vermeleri elbette imkansızdır. Çünkü nöron dediğimiz varlıklar gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Onların böylesine şuurlu bir şekilde yerleşmeleri kendi karar ve iradeleriyle gerçekleşecek bir olay değildir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır. Bu nedenle nöronların doğru bağlantıları kurmak üzere harekete geçmeleri ve doğan çocukların hemen hemen tamamına yakın kısmının işiten, gören, algılayan birer insan haline gelmeleri büyük bir mucizedir. Yüce Rabbimiz bu mucizenin harikalığını göstermek için bazen doğuştan kör ve sağır insanlar yaratır. Yüce Allah’ın bazı insanları bu şekilde yaratmasındaki bir hikmet de, insanların gözlerindeki ülfet perdesini kaldırmak ve yaratılışın mucizeviliğini bir kez daha hatırlatmak olabilir. (Doğrusunu Allah bilir)
Bu nedenle her insan kendisinin de çok mucizevi aşamalardan geçirildiğini bilmeli ve Rabbimiz’in kendisini bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı görerek şükretmelidir. Allah’ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, göklerde ve yerde O’ndan başka bir güç sahibi olmadığını aklından bir an bile çıkarmamalıdır.
Beynin Korteks Tabakasının Eksik Algıyı Telafi Etme Özelliği Bilimsel Olarak İspatlanmıştır
İnsanların kör veya sağır olması yukarıda kısaca açıklanan beynin oluşum aşamasında ortaya çıkan bazı gelişim bozukluklarından kaynaklanır. Göz dokularının oluşmaması, eksik olması, görme sinirinin ya da retina adını verdiğimiz görme tabakasının gelişme bozuklukları doğuştan körlüğe neden olurken, işitme duyusu sinirlerinin anormal veya eksik gelişmiş olması da doğuştan sağırlığa neden olur. Bu noktada beynin korteks tabakası duyu organlarındaki bu eksiği kapatmak için faaliyete geçer.
Nature Neuroscience’da yayınlanan araştırmayı yürüten bilim adamı Dr. Stephen Lomber’in yaptığı kapsamlı araştırma, bu gerçeği bilimsel olarak ispatlamıştır. Dr. Lomber’in çalışma ekibi doğuştan sağır kedilerin yan görüşünü incelemiş ve beynin kullanılmayan kapasitenin adeta israf olmasını istemediğini saptamıştır. Sağır ve kör insanların genelde diğer duyularının daha keskin olduğunu söylemelerinin nedeni budur. Kraliyet İşitme Engelliler Ulusal Kurumu araştırmacısı Dr. Joanna Robinson da bulguları değerlendirerek doğuştan sağır olan insanların işiten insanlardan daha geniş bir görsel alanı olduğunu doğrulamıştır. Araştır-mada dikkat çeken bir bulgu da sağır insanların yan görüntülerindeki nesnelere, işiten insanlardan daha hızlı tepki verdikleri, sağır çocukların ise işiten yaşıtlarından daha yavaş tepki verdikleridir. Bu ise beynin işitsel kısmının, görsel bilgiyi işleyecek şekilde geçiş yapmasının biraz zaman aldığını gösterir. Diğer bir ifadeyle beynin, kayıp algıyı bir diğer algıyı kuvvetlendirerek telafi etmesi için zamana ihtiyacı vardır. Araştırmalar beynin telafi etme işlemini nasıl başardığını ise bulamamıştır. Elbette, yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa sahip jöle kıvamında bir et parçasının bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde düşünmesi ve telafi etmesi imkansızdır. Beyne bu telafi etme işlemini emreden Yüce Allah’tır
Allah Merhamet Edenlerin En Merhametlisidir
Vücudumuz yaratılmış en mükemmel sistemlerden biridir ve mükemmelliği ayrıntılarında gizlidir. Beynin yapısı derinlemesine incelendiğinde, bizim kavrayabilme sınırlarımızı zorlayan detaylara sahip olduğu anlaşılır. Beynin içinde, Yüce Allah’ın bizim için yarattığı ve tamamını kavramaya muktedir olamadığımız bambaşka bir dünya vardır. Bu dünya keşfedilmeye başlandığında ise, yaratılışımızdaki mucize ile bir kere daha karşılaşırız. Beyindeki her kıvrım bir amaç üzerine yaratılmıştır.
Hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tat ve koku alma, kalbin çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümü bu mucizevi organ tarafından gerçekleştirir. Beyin hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenlemeler de yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur. Beynimizin sahip olduğu bu mükemmel yapı ve çalışma sistemi hiçbir aksaklık olmadan görevini eksiksiz olarak yerine getirir. Dünya hayatının bir imtihanı olarak Yüce Allah’ın dilemesiyle ortaya çıkan sağırlık, körlük gibi eksiklikler ise Rabbimiz’in dilemesiyle telafi edilir.
HER İNSAN, TÜM HAYATINI BEYNİNDEKİ KÜÇÜK MEKANDA YAŞAR
Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıda var olan maddeyi, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür.
Tüm bunları beynimizin içindeki birkaç santimetreküplük odamızda yaşarız ve hayatımız boyunca o odanın dışına asla çıkamayız. Her insan; kıtalar arası yolculuk yapan bir gezgin, ilk olarak Ay’a ayak basan bir astronot, hayatı boyunca köyünden ayrılmamış bir çiftçi de olsa, beynindeki küçük odasının dışında bir yere kıpırdayamaz. Dışarıda var olan okyanusları, ormanları, gökyüzünü, Ay’ı, Güneş’i, çiçekleri, meyvaları bu beynimizdeki küçücük odada görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan beynin içinde tüm bu hisleri algılayan bir şuur vardır. Ancak elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası, sinir hücrelerine ait değildir. Bu şuur, Allah’ın yarattığı ruhtur.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah’ı düşünüp, O’ndan korkup, yalnızca O’na sığınması gerekir. (http://www.maddeninardindakisir.com)
* Beyin algı kaybını nasıl telafi eder ve bu kaybı telafi edecek bağlantıları nasıl kurar?
Dış beyin kısmını teşkil eden korteks; görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle insanın sürekli olarak dış dünyayla iletişim halinde bulunmasını sağlayan kısımdır. Yüce Allah’ın dilemesiyle beynin bu kısmında bazı algılar doğuştan oluşmazlar ve bu kişiler kör ya da sağır olarak yaşamlarını sürdürürler. Ancak Yüce Allah’ın dünya hayatının bir imtihanı olarak yarattığı bu durum karşısında insan büsbütün çaresiz kalmaz. Çünkü beyin, kullanılmayan bölgeleri farklı şekillerde değerlendirir. Kayıp duyu yerine, faydalı olabilecek takviyelerle, duyu kaybını telafi eder. Örneğin bir kişi eğer sağırsa, arabanın yandan yaklaştığını duyamaz, fakat çevre görüşü artar ve çok uzaktan bir arabanın geldiğini görebilir. Aynı durum bir şeyin ne kadar hızlı hareket ettiğini doğru olarak tespit edebilme yeteneği için de geçerlidir.
Beyindeki Algı Merkezlerinin Oluşumu Büyük Bir Mucizedir
Anne karnında bebeğin ilk hücresi meydana geldikten sonra, bu mucivezi gelişimin ilk aşamasında hücreler bölünmeye başlar ve zamanla gelişir. Anne karnında başlangıçta bir et parçası görünümünde olan hücreler bölünmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas göz hücrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hücrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini ve daha birçoklarını oluşturmaya devam ederler.
Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücresi üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır. (Science Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 88)
Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar.
Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler.
Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri adeta anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Nöronların oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını bilmeleri, bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına karar vermeleri elbette imkansızdır. Çünkü nöron dediğimiz varlıklar gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Onların böylesine şuurlu bir şekilde yerleşmeleri kendi karar ve iradeleriyle gerçekleşecek bir olay değildir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır. Bu nedenle nöronların doğru bağlantıları kurmak üzere harekete geçmeleri ve doğan çocukların hemen hemen tamamına yakın kısmının işiten, gören, algılayan birer insan haline gelmeleri büyük bir mucizedir. Yüce Rabbimiz bu mucizenin harikalığını göstermek için bazen doğuştan kör ve sağır insanlar yaratır. Yüce Allah’ın bazı insanları bu şekilde yaratmasındaki bir hikmet de, insanların gözlerindeki ülfet perdesini kaldırmak ve yaratılışın mucizeviliğini bir kez daha hatırlatmak olabilir. (Doğrusunu Allah bilir)
Bu nedenle her insan kendisinin de çok mucizevi aşamalardan geçirildiğini bilmeli ve Rabbimiz’in kendisini bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı görerek şükretmelidir. Allah’ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, göklerde ve yerde O’ndan başka bir güç sahibi olmadığını aklından bir an bile çıkarmamalıdır.
Beynin Korteks Tabakasının Eksik Algıyı Telafi Etme Özelliği Bilimsel Olarak İspatlanmıştır
İnsanların kör veya sağır olması yukarıda kısaca açıklanan beynin oluşum aşamasında ortaya çıkan bazı gelişim bozukluklarından kaynaklanır. Göz dokularının oluşmaması, eksik olması, görme sinirinin ya da retina adını verdiğimiz görme tabakasının gelişme bozuklukları doğuştan körlüğe neden olurken, işitme duyusu sinirlerinin anormal veya eksik gelişmiş olması da doğuştan sağırlığa neden olur. Bu noktada beynin korteks tabakası duyu organlarındaki bu eksiği kapatmak için faaliyete geçer.
Nature Neuroscience’da yayınlanan araştırmayı yürüten bilim adamı Dr. Stephen Lomber’in yaptığı kapsamlı araştırma, bu gerçeği bilimsel olarak ispatlamıştır. Dr. Lomber’in çalışma ekibi doğuştan sağır kedilerin yan görüşünü incelemiş ve beynin kullanılmayan kapasitenin adeta israf olmasını istemediğini saptamıştır. Sağır ve kör insanların genelde diğer duyularının daha keskin olduğunu söylemelerinin nedeni budur. Kraliyet İşitme Engelliler Ulusal Kurumu araştırmacısı Dr. Joanna Robinson da bulguları değerlendirerek doğuştan sağır olan insanların işiten insanlardan daha geniş bir görsel alanı olduğunu doğrulamıştır. Araştır-mada dikkat çeken bir bulgu da sağır insanların yan görüntülerindeki nesnelere, işiten insanlardan daha hızlı tepki verdikleri, sağır çocukların ise işiten yaşıtlarından daha yavaş tepki verdikleridir. Bu ise beynin işitsel kısmının, görsel bilgiyi işleyecek şekilde geçiş yapmasının biraz zaman aldığını gösterir. Diğer bir ifadeyle beynin, kayıp algıyı bir diğer algıyı kuvvetlendirerek telafi etmesi için zamana ihtiyacı vardır. Araştırmalar beynin telafi etme işlemini nasıl başardığını ise bulamamıştır. Elbette, yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa sahip jöle kıvamında bir et parçasının bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde düşünmesi ve telafi etmesi imkansızdır. Beyne bu telafi etme işlemini emreden Yüce Allah’tır
Allah Merhamet Edenlerin En Merhametlisidir
Vücudumuz yaratılmış en mükemmel sistemlerden biridir ve mükemmelliği ayrıntılarında gizlidir. Beynin yapısı derinlemesine incelendiğinde, bizim kavrayabilme sınırlarımızı zorlayan detaylara sahip olduğu anlaşılır. Beynin içinde, Yüce Allah’ın bizim için yarattığı ve tamamını kavramaya muktedir olamadığımız bambaşka bir dünya vardır. Bu dünya keşfedilmeye başlandığında ise, yaratılışımızdaki mucize ile bir kere daha karşılaşırız. Beyindeki her kıvrım bir amaç üzerine yaratılmıştır.
Hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tat ve koku alma, kalbin çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümü bu mucizevi organ tarafından gerçekleştirir. Beyin hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenlemeler de yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur. Beynimizin sahip olduğu bu mükemmel yapı ve çalışma sistemi hiçbir aksaklık olmadan görevini eksiksiz olarak yerine getirir. Dünya hayatının bir imtihanı olarak Yüce Allah’ın dilemesiyle ortaya çıkan sağırlık, körlük gibi eksiklikler ise Rabbimiz’in dilemesiyle telafi edilir.
HER İNSAN, TÜM HAYATINI BEYNİNDEKİ KÜÇÜK MEKANDA YAŞAR
Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıda var olan maddeyi, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür.
Tüm bunları beynimizin içindeki birkaç santimetreküplük odamızda yaşarız ve hayatımız boyunca o odanın dışına asla çıkamayız. Her insan; kıtalar arası yolculuk yapan bir gezgin, ilk olarak Ay’a ayak basan bir astronot, hayatı boyunca köyünden ayrılmamış bir çiftçi de olsa, beynindeki küçük odasının dışında bir yere kıpırdayamaz. Dışarıda var olan okyanusları, ormanları, gökyüzünü, Ay’ı, Güneş’i, çiçekleri, meyvaları bu beynimizdeki küçücük odada görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan beynin içinde tüm bu hisleri algılayan bir şuur vardır. Ancak elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası, sinir hücrelerine ait değildir. Bu şuur, Allah’ın yarattığı ruhtur.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah’ı düşünüp, O’ndan korkup, yalnızca O’na sığınması gerekir. (http://www.maddeninardindakisir.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder