teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mutasyon: Hayali Bir Mekanizma
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluşturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini değiştirirler. Çoğu zaman da hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve değişikliklere sebep olurlar.
Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sığındıkları mutasyon, hiç de sanıldığı gibi canlıları daha gelişmişe ve mükemmele götüren tılsımlı bir değnek değildir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil'deki insanların uğradığı türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar... Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki ona sancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. (B. G. Ranganathan, Origins?, The Banner Of Truth Trust, Pennsylvania, 1988)
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından nükleer silahların sonucunda oluşan mutasyonları incelemek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) hazırladığı rapor hakkında evrimci bilim adamı Warren Weaver şöyle diyordu:
Çoğu kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı olduğu sonucu karşısında şaşıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır. Nasıl olur da iyi bir etki -yani bir canlının daha gelişmiş canlı formlarına evrimleşmesi- pratikte hepsi zararlı olan mutasyonların sonucu olabilir?(Warren Weaver, "Genetic Effects of Atomic Radiation", Science, vol. 123, June 29, 1956, s. 1159.)
İnsanlar üzerinde gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında "mutasyon örneği" olarak anlatılan mongolizm, Down Sendromu, albinizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya koymaktadır. Elbette ki insanları sakat ya da hasta yapan bir süreç, "evrim mekanizması" olamaz.
Nitekim Amerikalı patolog David A. Demick, mutasyonlar hakkında yazdığı bilimsel bir makalede bu konuda şunları söyler:
Son yıllarda genetik mutasyonlarla bağlantılı olan binlerce insan hastalığı sınıflandırılmıştır. Yeni yayınlanan bir kaynak kitapta 4500 farklı genetik hastalık sayılmaktadır. Dahası, moleküler genetik analizlerden önce klinik olarak tanımlanan bazı kalıtsal sendromların (örneğin Marfan sendromu) mutasyonların sonucu olduğu anlaşılmıştır...
Mutasyonların, oluşturdukları tüm bu hastalıkların yanında, faydalı etkileri de var mıdır? Tanımladığımız binlerce zararlı mutasyon örneğinin yanında, elbette ki bazı olumlu örnekler de tanımlamak gerekmektedir. -eğer makro evrim doğru ise- Bu olumlu örnekler, hem daha kompleks yapılar oluşturmak için evrime gerekecek, hem de çok sayıdaki zararlı mutasyonun bozucu etkisini dengelemek için lazım olacaktır. Ama iş bu faydalı mutasyonları tanımlamaya gelince, evrimci biyologlar hep garip bir sessizlik içindedirler. (David A. Demick, "The Blind Gunman", Impact, no. 308, February 1999..)
Mutasyonların neden evrimci iddiayı destekleyemeyeceklerini üç ana maddede özetlemek mümkündür:
1) Mutasyonlar her zaman zararlıdır: Mutasyon rastgele meydana geldiği için hemen her zaman canlıya zarar verir. Mantık gereği, mükemmel ve kompleks olan bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz müdahale, o yapıyı daha ileri götürmez, aksine tahrip eder. Nitekim hiçbir gözlemlenmiş "faydalı mutasyon" yoktur.
2) Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez: Genetik bilgiyi oluşturan parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip olur ya da DNA'nın farklı yerlerine taşınır. Ama mutasyonlar hiçbir şekilde canlıya yeni bir organ ya da yeni bir özellik kazandırmazlar. Ancak bacağın sırttan, kulağın karından çıkması gibi anormalliklere sebep olurlar.
3) Mutasyonun bir sonraki nesle aktarılabilmesi için mutlaka üreme hücrelerinde meydana gelmesi gerekir: Vücudun herhangi bir hücresinde veya organında meydana gelen değişim bir sonraki nesle aktarılmaz. Örneğin bir insanın gözü, radyasyon ve benzeri etkilerle mutasyona uğrayıp orijinal formundan farklılaşabilir ama bu, kendisinden sonraki nesillere geçmeyecektir.
Yarım Kilo Bal İçin 120.000 km. Uçan Arılar
Arılar birçok mükemmel sisteme, akılcı davranışlara, hesaplama, planlama, inşa etme gibi yeteneklere sahiptir...
# Bir kilo bal için 40.000 adet arının 6 milyon çiçeği dolaşması gerekiyor.
# Dünyanın en hızlı bilgisayarlarından biri saniyede 16 milyar aritmetik işlem yapabiliyor. Bal arısı ise aynı sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyonluk işlem yapma kapasitesine sahip.
# 10 mikrowatt’tan daha az enerji tüketen balarısının beyni, günümüzde üretilen en verimli bilgisayardan 100 milyon kat daha üstün.
# Balarıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını toplayabiliyor ve 100 bin kilometre boyunca kanat çırpabiliyor.
# Bir koloninin bir kilogram bal üretebilmesi için dünyanın etrafını 6 kez dönmeye eşdeğer bir uçuş yapması gerekiyor. Tek bir arının dünyanın çevresini dönmesi için yaklaşık 25 kilogram bal tüketmesi gerekiyor.
# Uçan bir arının her kilometrede, enerji için yarım miligram (gramın 2000’de biri) bala ihtiyacı bulunuyor. Bir arı bir litre balla, 25 km hızla ve saniyede 200-250 defa kanat çırparak 3.000.000 km. kat edebiliyor.
# Dünyanın en hızlı bilgisayarlarından biri saniyede 16 milyar aritmetik işlem yapabiliyor. Bal arısı ise aynı sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyonluk işlem yapma kapasitesine sahip.
# 10 mikrowatt’tan daha az enerji tüketen balarısının beyni, günümüzde üretilen en verimli bilgisayardan 100 milyon kat daha üstün.
# Balarıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını toplayabiliyor ve 100 bin kilometre boyunca kanat çırpabiliyor.
# Bir koloninin bir kilogram bal üretebilmesi için dünyanın etrafını 6 kez dönmeye eşdeğer bir uçuş yapması gerekiyor. Tek bir arının dünyanın çevresini dönmesi için yaklaşık 25 kilogram bal tüketmesi gerekiyor.
# Uçan bir arının her kilometrede, enerji için yarım miligram (gramın 2000’de biri) bala ihtiyacı bulunuyor. Bir arı bir litre balla, 25 km hızla ve saniyede 200-250 defa kanat çırparak 3.000.000 km. kat edebiliyor.
* Kraliçe arının bir günde yumurtladığı yumurta ağırlığı, kendi ağırlığının 20 katına erişebiliyor.
* Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekebiliyor.
* Her bir petek gözünün derinliği 12 milimetre. Duvarlarının kalınlığı ise milimetrenin 20’de biri kadar. Buna karşın bal ile doldurulduğunda petek hiçbir zarar görmüyor.
Bunun nedeni peteğe en yüksek dayanıklılık özelliğini kazandıran altıgen yapısı. Bu nedenle bir petek diliminde kilolarca bal taşınabiliyor.
* Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekebiliyor.
* Her bir petek gözünün derinliği 12 milimetre. Duvarlarının kalınlığı ise milimetrenin 20’de biri kadar. Buna karşın bal ile doldurulduğunda petek hiçbir zarar görmüyor.
Bunun nedeni peteğe en yüksek dayanıklılık özelliğini kazandıran altıgen yapısı. Bu nedenle bir petek diliminde kilolarca bal taşınabiliyor.
Şüphesiz insanların arılarla ilgili keşfettikleri bilgiler bu kadarla kısıtlı değil. Arılar daha birçok mükemmel sisteme, akılcı davranışlara, hesaplama, planlama, inşa etme gibi yeteneklere sahip.
Akıl ve vicdan sahibi bir insan, sadece yukarıdaki bilgilerden bile şu sonucu çıkarabilir: Allah tüm diğer canlılar gibi arıları da sahip oldukları üstün yeteneklerle birlikte yaratmıştır. Ve onları ihtiyaçlarının çok üstünde bal üretme yeteneği ile donatarak insanların hizmetine vermiştir. Allah kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. O göklerde ve yerde olan herşeyin, tüm canlıların tek Hakimidir. Canlıların sahip oldukları her türlü özellik Allah'ın sonsuz ilminin ve kudretinin yeryüzündeki tecellilerindendir.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, İzmir İl Müdürlüğü’nün çıkarttığı “Tarım 35 Dergisi”nden Hürriyet Gazetesi, 31 Ocak 2001.
Akıl ve vicdan sahibi bir insan, sadece yukarıdaki bilgilerden bile şu sonucu çıkarabilir: Allah tüm diğer canlılar gibi arıları da sahip oldukları üstün yeteneklerle birlikte yaratmıştır. Ve onları ihtiyaçlarının çok üstünde bal üretme yeteneği ile donatarak insanların hizmetine vermiştir. Allah kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. O göklerde ve yerde olan herşeyin, tüm canlıların tek Hakimidir. Canlıların sahip oldukları her türlü özellik Allah'ın sonsuz ilminin ve kudretinin yeryüzündeki tecellilerindendir.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, İzmir İl Müdürlüğü’nün çıkarttığı “Tarım 35 Dergisi”nden Hürriyet Gazetesi, 31 Ocak 2001.
Darwinistler Benzerlikleri Delil Olarak Kullanmaya Kalkarlar
Canlıların benzerliği asla evrim için bir delil değildir...
Darwinistler, hayatın başlangıcı konusunun teorilerini bitirdiğini, fosillerin evrimi çürütüp yok ettiğini, mutasyonların da hiçbir şekilde evrim meydana getiremeyeceğini çok iyi bildiklerinden yine insanlarda büyü etkisi meydana getirecek, bir o kadar da onlara mantıklı gibi görünecek başka bir aldatmacanın ardına sığınırlar: Canlılar arasındaki benzerlikler!
Canlılar arasındaki benzerlikler sanki evrimleşmenin bir kanıtıymış gibi sürekli olarak Darwinistler tarafından dile getirilir. Çünkü bazı insanlar genellikle bu aldatmacaya inanma eğiliminde olurlar. Maymunun insana benzerliği o kadar kesin delil havasında sunulur ki, bu telkini alan bazı insanlar hayvanat bahçesine gittiklerinde veya maymunlarla ilgili bir belgesel film seyrettiklerinde belli bir yönde kanaat geliştirirler. Öyle ki, Darwinist aldatmacadan oldukça etkilenmiş olduklarından, gördükleri canlının "biraz gelişse, tıraş olsa, iyi beslense" rahatça insana dönüşebileceğine dair basit bir mantıkla düşünmeye başlarlar. Birkaç teknik benzerlik, Darwinist telkinin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
Oysa maymun ne kadar insana benzerse benzesin Allah'ın izniyle bu dünya üzerinde var olduğu sürece, maymundan farklı bir canlı olmayacak, ne kadar eğitilirse eğitilsin insana dönüşmeyecektir. Ne yaparsa yapsın, Allah'ın dilemesi dışında insanı insan yapan "ruh"a sahip olamayacaktır.
İnsanı insan yapan "ruh"udur. Bir canlı ancak ruh sahibi olduğu sürece insan vasfını kazanır. İnsan, "ben benim" diyebilen, beyninde bir görüntü oluştuğunun ve onu izlediğinin farkına varabilen şuur sahibi bir varlıktır. İnsan, fiziksel olarak neye benzerse benzesin, ruh sahibi olduğu sürece insandır. Onu, diğer tüm canlılardan ayıran en büyük gerçek budur. Darwinistler bu gerçeği örtbas etmeye çalışırlar. Oysa evrim teorisi ruhun kesin varlığı karşısında en büyük darbelerinden bir tanesini almaktadır. İşte bu sebeple, Darwinistler açısından bu konu itina ile gündeme getirilmemeye çalışılır.
Canlıların benzerliği asla evrim için bir delil değildir. Canlılar birbirlerine elbette benzerler. Her biri, aynı gezegen içinde aynı havayı solumakta, aynı elementlerin bileşiminden oluşmakta, aynı besinlerle beslenmekte, aynı ortamı paylaşmaktadırlar. Tüm canlılar, benzer muhteşem moleküler sistemlerle donatılmışlardır. Her bir sistem, sınırları oldukça hassas olan bu Dünya şartlarına mükemmel uyum sağlayacak şekilde var edilmiştir. Dolayısıyla benzerlikler, Yüce Allah'ın yaratma sanatının bir delilidir.
Bir şempanzenin alet yapabilmesi, gıdıklanınca insan gibi gülmesi, çocuğuna şefkat göstermesi "in-sanlaşmakta" olduğunun bir delili değildir. Fiziksel benzerlikler hiçbir zaman evrimin kanıtı olamaz. iki canlı arasındaki %0.001'lik bir fark bile Darwinistlerin asla aşamayacağı dev bir moleküler farktır. Fakat bunun ötesinde bir şempanze, isterse fiziksel olarak insanın tıpkısının aynısı olsun, ruh sahibi olmadığı sürece asla ve asla insan olamayacaktır. Dolayısıyla Darwinistlerin bu kupürlerde örnekleri görülen pro-pagandaları gerçekte büyük bir sahtekarlıktır.
Canlılar arasındaki benzerlikler sanki evrimleşmenin bir kanıtıymış gibi sürekli olarak Darwinistler tarafından dile getirilir. Çünkü bazı insanlar genellikle bu aldatmacaya inanma eğiliminde olurlar. Maymunun insana benzerliği o kadar kesin delil havasında sunulur ki, bu telkini alan bazı insanlar hayvanat bahçesine gittiklerinde veya maymunlarla ilgili bir belgesel film seyrettiklerinde belli bir yönde kanaat geliştirirler. Öyle ki, Darwinist aldatmacadan oldukça etkilenmiş olduklarından, gördükleri canlının "biraz gelişse, tıraş olsa, iyi beslense" rahatça insana dönüşebileceğine dair basit bir mantıkla düşünmeye başlarlar. Birkaç teknik benzerlik, Darwinist telkinin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
Oysa maymun ne kadar insana benzerse benzesin Allah'ın izniyle bu dünya üzerinde var olduğu sürece, maymundan farklı bir canlı olmayacak, ne kadar eğitilirse eğitilsin insana dönüşmeyecektir. Ne yaparsa yapsın, Allah'ın dilemesi dışında insanı insan yapan "ruh"a sahip olamayacaktır.
İnsanı insan yapan "ruh"udur. Bir canlı ancak ruh sahibi olduğu sürece insan vasfını kazanır. İnsan, "ben benim" diyebilen, beyninde bir görüntü oluştuğunun ve onu izlediğinin farkına varabilen şuur sahibi bir varlıktır. İnsan, fiziksel olarak neye benzerse benzesin, ruh sahibi olduğu sürece insandır. Onu, diğer tüm canlılardan ayıran en büyük gerçek budur. Darwinistler bu gerçeği örtbas etmeye çalışırlar. Oysa evrim teorisi ruhun kesin varlığı karşısında en büyük darbelerinden bir tanesini almaktadır. İşte bu sebeple, Darwinistler açısından bu konu itina ile gündeme getirilmemeye çalışılır.
Canlıların benzerliği asla evrim için bir delil değildir. Canlılar birbirlerine elbette benzerler. Her biri, aynı gezegen içinde aynı havayı solumakta, aynı elementlerin bileşiminden oluşmakta, aynı besinlerle beslenmekte, aynı ortamı paylaşmaktadırlar. Tüm canlılar, benzer muhteşem moleküler sistemlerle donatılmışlardır. Her bir sistem, sınırları oldukça hassas olan bu Dünya şartlarına mükemmel uyum sağlayacak şekilde var edilmiştir. Dolayısıyla benzerlikler, Yüce Allah'ın yaratma sanatının bir delilidir.
Bir şempanzenin alet yapabilmesi, gıdıklanınca insan gibi gülmesi, çocuğuna şefkat göstermesi "in-sanlaşmakta" olduğunun bir delili değildir. Fiziksel benzerlikler hiçbir zaman evrimin kanıtı olamaz. iki canlı arasındaki %0.001'lik bir fark bile Darwinistlerin asla aşamayacağı dev bir moleküler farktır. Fakat bunun ötesinde bir şempanze, isterse fiziksel olarak insanın tıpkısının aynısı olsun, ruh sahibi olmadığı sürece asla ve asla insan olamayacaktır. Dolayısıyla Darwinistlerin bu kupürlerde örnekleri görülen pro-pagandaları gerçekte büyük bir sahtekarlıktır.
1- Birgün, 19. 02. 2007 2- Posta, 26. 02. 2007 3- Hürriyet, 18. 02. 2002 4- Birgün, 22. 09. 2008
5- Akşam, 18. 04. 2007 6- Birgün, 28. 04. 2007 7- Evrensel, 21. 03. 2003 8- Posta, 13. 04. 2007 9- Radikal, 04. 09. 200110- Radika, 12. 11. 2009 11- Hürriyet, 01. 10. 2005 12- Radikal, 06. 06. 2009 13- Radikal, 13. 04. 2007 Darwinistlerin Ida Aldatmacası İle İlgili İtirafları
Darwinius mükemmel bir fosil, ama HİÇBİR ŞEKİLDE KAYIP HALKA DEĞİL. EVRİM İÇİN BİR AÇMAZ TEŞKİL EDİYOR...
Johns Hopkins Üniversitesi Carnegie Doğa Tarihi Müzesi paleontologlarından Chris Beard: "Bu fosilin, BİZE İNANDIRMAK İSTEDİKLERİNİN AKSİNE, ne maymunlarla, ne de insan ile bir bağlantısı yoktur."1
Duke Üniversitesi'nden paleontolog Richard Kay, "Ida'nın kayıp halka olduğuna dair iddiaları destekleyecek elde hiçbir bilimsel analiz olmadığını", YANİ HİÇBİR DELİL OLMADIĞINI açıkça itiraf etmektedir.2
Timesonline'da ise bu konuda şu itiraf yer almaktadır: "Attenborough, Ida'yı, insanın geçmişi ile en yeni ve en mükemmel bağlantı haline getiren MEDYA SİRKİNİN bir elemanı haline geldi." "Böyle bulgular, genellikle akademik dergilerin ciddi sayfalarında gün ışığına çıkarılır. Ama Ida ile ilgili olarak, Amerikan Doğa Tarihi Müzesindeki şatafatlı basın toplantısı dışında böyle bir şey söz konusu olmadı. Sonrasında fosili inceleyen kişiler araştırmaları hakkında detaylar verdiler. Ancak yapılan açıklama son derece saçmaydı."3
Cambridge Üniversitesi'nden insanın evrimi profesörü Robert Foley ise, "bu canlıya kayıp halka denmesinin "anlamsız" olduğunu" ifade ediyordu.4
"Dr. Simons 10 yıl sonra beni ilk defa olarak bu SAÇMALIK hakkındaki öfkesini paylaşmak için aradı ve on yıl sonra ilk defa olarak onunla aynı fikirde idim. Sunulan ürün öylesine olağanüstüydü ki, şimdi bu şovun süresini tamamlamak için bilim adamlarının baskı altında oldukları anlaşılmış oluyordu."
Simons ise şunları söylüyordu: "Bu saçma ve çok tehlikeli. Bu tamamen kötü bilim yapmaktır... Darwinius mükemmel bir fosil, ama HİÇBİR ŞEKİLDE KAYIP HALKA DEĞİL. EVRİM İÇİN BİR AÇMAZ TEŞKİL EDİYOR."
1 The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009. The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009
2 Gibbons, A. "Revolutionary" Fossil Fails to Dazzle Paleontologists. ScienceNOW Daily News. Posted on sciencenow.sciencemag.org May 19, 2009, accessed May 20, 2009
3 http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece
4 http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece
Duke Üniversitesi'nden paleontolog Richard Kay, "Ida'nın kayıp halka olduğuna dair iddiaları destekleyecek elde hiçbir bilimsel analiz olmadığını", YANİ HİÇBİR DELİL OLMADIĞINI açıkça itiraf etmektedir.2
Timesonline'da ise bu konuda şu itiraf yer almaktadır: "Attenborough, Ida'yı, insanın geçmişi ile en yeni ve en mükemmel bağlantı haline getiren MEDYA SİRKİNİN bir elemanı haline geldi." "Böyle bulgular, genellikle akademik dergilerin ciddi sayfalarında gün ışığına çıkarılır. Ama Ida ile ilgili olarak, Amerikan Doğa Tarihi Müzesindeki şatafatlı basın toplantısı dışında böyle bir şey söz konusu olmadı. Sonrasında fosili inceleyen kişiler araştırmaları hakkında detaylar verdiler. Ancak yapılan açıklama son derece saçmaydı."3
Cambridge Üniversitesi'nden insanın evrimi profesörü Robert Foley ise, "bu canlıya kayıp halka denmesinin "anlamsız" olduğunu" ifade ediyordu.4
"Dr. Simons 10 yıl sonra beni ilk defa olarak bu SAÇMALIK hakkındaki öfkesini paylaşmak için aradı ve on yıl sonra ilk defa olarak onunla aynı fikirde idim. Sunulan ürün öylesine olağanüstüydü ki, şimdi bu şovun süresini tamamlamak için bilim adamlarının baskı altında oldukları anlaşılmış oluyordu."
Simons ise şunları söylüyordu: "Bu saçma ve çok tehlikeli. Bu tamamen kötü bilim yapmaktır... Darwinius mükemmel bir fosil, ama HİÇBİR ŞEKİLDE KAYIP HALKA DEĞİL. EVRİM İÇİN BİR AÇMAZ TEŞKİL EDİYOR."
1 The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009. The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009
2 Gibbons, A. "Revolutionary" Fossil Fails to Dazzle Paleontologists. ScienceNOW Daily News. Posted on sciencenow.sciencemag.org May 19, 2009, accessed May 20, 2009
3 http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece
4 http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece
Ida sahtekarlığı büyük bir yaygarayla basında yer aldı ve Darwinist propaganda için Ida yoğun olarak kullanıldı. Sahtekarlık ortaya çıkana kadar, kayıp halka aldatmacası pervasızca devam ettirildi.
1- NTV Bilim, 06. 2009
2- Akşam, 20. 05. 2009
3- Atlas, 07. 2009
1- NTV Bilim, 06. 2009
2- Akşam, 20. 05. 2009
3- Atlas, 07. 2009
Evrimin "hayali kayıp halkası"nın bulunduğuna dair basında çıkan bu tip haberler, genelikle Darwinistlerin propagandayı yaymak için kullandıkları başlıca yöntemlerindendir. Darwinistler, ellerinde evrimi destekleyen bilimsel bir delil olmadığından, aynı sahtekarca başlığı atarak büyüyü devam ettirmek isterler. Özellikle ciddi şekilde yenilgiye uğradıkları dönemlerde, "kayıp halka bulundu" başlığını Darwinist yayınların manşetlerinden insanlara sunar ve bu yalan haberi evrimi çağrıştıran resimlerle desteklerler. Bu hipnoz yöntemi 150 yıldır kullanılmaktadır. Bu haberleri okuyan milyonlarca insan, yıllarca, evrimin ve kayıp halkanın gerçekten var olduğunu zannetmiştir. Ta ki, evrim sahtekarlığı kendilerine Harun Yahya eserleri vesilesiyle bütün yönleriyle açıklanıncaya kadar...
1- Birgün, 12. 06. 2006 2- Evrensel, 07. 04. 2006 3- Hürriyet, 23. 04. 2006 4- Hürriyet, 20. 10. 2006
5- Hürriyet, 07. 04. 2006 6- Evrensel, 13. 04. 2006 7- Birgün, 13. 04. 2006 8- Radikal, 11. 05. 2009
9- Radikal, 07. 04. 2006 10- Radikal, 18. 02. 2009
1- Birgün, 12. 06. 2006 2- Evrensel, 07. 04. 2006 3- Hürriyet, 23. 04. 2006 4- Hürriyet, 20. 10. 2006
5- Hürriyet, 07. 04. 2006 6- Evrensel, 13. 04. 2006 7- Birgün, 13. 04. 2006 8- Radikal, 11. 05. 2009
9- Radikal, 07. 04. 2006 10- Radikal, 18. 02. 2009
Evrimin bir sahtekarlık olduğunu bilmeyen bir insan için, tanınmış bir gazetenin manşetinden, fosil resimleriyle, bilimsel terim ve formüllerle verilen bu haberler oldukça göz boyayıcı olarak görülebilir. Oysa söz konusu "kayıp halka" haberlerinin tümü uydurmadır. Evrimi destekleyen TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİL YOKTUR. Böyle bir kayıp halka asla bulunmamıştır ve bulunması imkansızdır. Çünkü canlılar EVRİM GEÇİRMEMİŞ, TÜMÜNÜ ALLAH YARATMIŞTIR.
1- Hürriyet, 21. 06. 1998 2- Hürriyet, 20. 11. 2004 3- Taraf, 21. 05. 2009 4- Sabah, 28. 08. 1999
5- Bugün, 06. 11. 2006 6- Vatan, 21. 09. 2006 7- Birgün, 24. 01. 2008 8- Akşam, 23. 01.2009
9- Akşam, 19. 07. 2002 10- Birgün, 02. 02. 2008 11- Hürriyet, 26. 06. 2008 12- Vatan, 08. 04. 2001
13- Radikal, 24. 04. 2009
1- Hürriyet, 21. 06. 1998 2- Hürriyet, 20. 11. 2004 3- Taraf, 21. 05. 2009 4- Sabah, 28. 08. 1999
5- Bugün, 06. 11. 2006 6- Vatan, 21. 09. 2006 7- Birgün, 24. 01. 2008 8- Akşam, 23. 01.2009
9- Akşam, 19. 07. 2002 10- Birgün, 02. 02. 2008 11- Hürriyet, 26. 06. 2008 12- Vatan, 08. 04. 2001
13- Radikal, 24. 04. 2009
Dünyanın Manyetik Alanına Göre Yönlerini Belirleyen Canlılar
Doğadaki birçok canlı türü yuvalarının, avlarının ve göç etmeleri gereken bölgelerin yerlerini hiç zorlanmadan bulabilir...
Bir hayvan göç yolculuğuna başladığında düzgün bir yol izlemesinde insanlardan çok farklı faktörler rol oynar. Göç eden her türün farklı bir yön bulma yöntemi vardır. Bu yön bulma yöntemlerinden biri de Dünya’nın manyetik alanından faydalanmaktır.
• Canlılar onları gidecekleri yöne ulaştıracak olan yolu harita ve pusula benzeri hiçbir alete ihtiyaç duymadan nasıl takip etmektedirler?
• Manyetik alanları nasıl ölçmekte ve değerlendirebilmektedirler?
• Manyetik alanın hangi değerinde hangi yöne doğru gideceklerini onlara kim öğretmektedir?
Dünyanın manyetik alanı, çekirdekte erimiş halde ve hareketli olarak bulunan demirden kaynaklanır. Manyetik alan, temel bir tanımlamayla yerkürenin içinden, okyanuslardan ve atmosferden geçip bir kutuptan diğerine ulaşan oval biçimli akış çizgileridir. Bu çizgiler ekvatorda yatay kutuplara doğru gidildikçe daha dik açılarla kesişir hale gelir. Alanın şiddeti de kutuplara yaklaştıkça artar.
Bazı hayvanların göç ederlerken bu şiddeti ve eğim açısını saptayarak yönlerini buldukları saptanmıştır.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Kuşlar
Yüce Allah kuşların, Dünya’nın manyetik alanını, gözlerinde bulunan ve beynin görsel algıyı işlemeden sorumlu olan bölgesiyle bağlantılı olan bazı moleküller yardımıyla algılayabildikleri bir sistem yaratmıştır. Böylece, kuşların beyinlerinde bir pusula oluşur ve kuşlar yollarını mükemmel bir biçimde bulurlar.
Posta Güvercinleri:
Bilimsel adı Columba livia olan posta güvercinleri, yüzyıllar boyunca güçlü yön bulma yetenekleri sayesinde insanlara hizmet etmişlerdir. Güvercinleri şaşmaz bir doğrulukla yuvalarına ulaştıran manyetik algılama sistemi, bu kuşun birkaç cm boyutundaki gagasında saklıdır.
Güvercinlerin üst gagasını kaplayan derinin duyusal sinir hücresine giden ince liflerinde (dendritlerinde) demir içeren maghemit ve manyetit parçacıkları bulunur. Dendritler üç boyutlu ve oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Dünya’nın dış manyetik alanına çok duyarlı olan, özel yaratılmış bu alıcılar, manyetik alanda meydana gelen değişikliği üç bileşeni ile ayrı ayrı analiz ederek elde ettiği verilere göre yönlendirme yapar. Bu şekilde Dünya’nın manyetik alanıyla etkileşim sağlayan manyetitli hücreler algıladığı verileri sinirlere iletir. Sinirler ise bunları elektrik sinyallerine çevirerek beyne yorumlaması için gönderir. İşte, güvercinin yapısındaki tüm sistemlerin birbiri ile mükemmel bir uyum içinde çalışması sayesinde kuş binlerce kilometre uzaklıktaki evinin konumunu şaşmaz bir hesapla tayin edebilir.
Gaganın yapısındaki bu mükemmel detayı şuursuz atomların bir araya gelerek yapamayacağı çok açık bir gerçektir. Kuşkusuz gaganın sahip olduğu kusursuz detay, Yüce Allah’ın üstün aklının ve yaratma sanatının delillerindendir.
Leylekler:
Leyleklerin vücutlarında yeryüzünün manyetik alanını algılayan özel bir sistem olduğu ortaya çıkmıştır. Bu doğal pusula ile manyetik alan çizgilerini takip eder ve yön tayini yaparlar. Ayrıca bu sayede binlerce kilometrelik yolculuklarını hatasız olarak tamamlar ve bir sene önceki yuvalarının yerini bulurlar.
Kızıl Gerdan Kuşu (Erithacus rebecula):
Bu kuş türü de dünyanın manyetik alanına göre, özel bir mıknatıs duyusuyla kendine uçuş yönü belirler. Bu kuşun sağ gözüne adeta bir pusula yerleştirilmiştir. Kuşun sağ gözündeki bir protein kompleksi (cryptochrome), Dünya’nın etrafındaki manyetik alan çizgilerine paralel olarak kimyasal bir reaksiyona girer. Gözün içinde meydana gelen bu kimyasal reaksiyon, optik reaksiyona dönüştürülür ve bunun neticesinde kızıl gerdanlar, Dünya’nın manyetik alanını görme derecesinde iyi algılayarak yönlerini bulurlar.
Kar Kazları:
Kar kazları da manyetik alan çizgilerini takip ederek göç eden kuşlardan biridir. Kar kazları Kuzey Kutbu’na yakın bölgelerden Meksika Körfezi’ne uzanan binlerce kilometrelik uzun yolculuklarını Yüce Allah’ın kendilerine bahşettiği bu özel sistem sayesinde kolaylıkla başarır.
Kuşların dünyanın manyetik alanını hesaplayarak kendi gidecekleri yönü bulmaları için fizikte Lenz Kanunu olarak bilinen dünyanın manyetik alanını hesaplamada kullanılan formülü bilmeleri veya bir gaussmetreye (dünyanın manyetik alanını hesaplayan alet) sahip olmaları gerekir. Birçok insan bu terimlerin ne anlama geldiğini bilmez, hatta duymamıştır. Elbette ki kuşlar da gerçekte bunların ne olduğundan habersizdirler. Bedenlerinde böyle bir alet yoktur. Ayrıca manyetik alan hesaplama formülünü de bilemezler. Bütün bunları Allah’ın ilhamıyla gerçekleştirmektedirler.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Deniz Canlıları
Deniz Kaplumbağaları:
Deniz kaplumbağaları caretta carettalar ile yapılan deneyler de bu canlıların dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını ispatlamıştır. Bu canlılar, dünyanın farklı yerlerindeki manyetik alanların değerlerini önceden bilirmişçesine hareket etmekte ve okyanusta yol alırken buna göre yönlerini belirlemektedirler.
Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Kenneth Lohmann ve ekibi bu canlıların göç hareketini gözlemlemişlerdir. Florida’nın doğu kıyılarında yumurtadan çıkar çıkmaz okyanusa yönelen bu hayvanlar doğruca Kuzey Atlantik Döngüsü denen ve Sargasso Denizi’nin (Atlas Okyanusu’nun kuzey kesimi) etrafını dolaşan büyük bir akıntıya gitmektedirler. Bu halkanın içinde kuzeydoğuya, Avrupa’ya doğru gidip daha sonra güneye yönelen kaplumbağalar, bu sıcak ve besince zengin halka içinde 5-10 yıl geçirdikten sonra tekrar Kuzey Amerika’ya dönmektedirler. Lohmann ve ekibi deniz kaplumbağalarının göç yollarını bulabilmek için bölgesel manyetik alanlardan faydalanıp faydalanmadıklarını gözlemlemek istemişler, bu amaçla bir düzenek kurmuşlardır. Büyük bir su tankı yapılmış, dışına da manyetik alanlar oluşturan bobinler konulmuştur. Sonuç kaplumbağaların manyetik alan haritalarını okuyabildiğini ve bu canlıların mükemmel bir algı mekanizmasına sahip olduklarını göstermiştir. Kuşkusuz kaplumbağalardaki bu kompleks yapı Yüce Allah’ın üstün aklı ve yaratma sanatındaki kusursuzluğu ispatlayan örneklerden sadece biridir.
Istakozlar:
Istakozların Atlas Okyanusu’nun batısındaki sıcak sularda yaşayan dikenli ıstakoz (Panilurus argus) türü her sonbahar yuvasını bırakıp uzun bir yolculuğa çıkar ve güneye daha sıcak sulara gider. Binlerce ıstakoz, anteniyle önündekine tutunur ve gruplar halinde ilerler.
Larry Boles ve Kenneth Lohmann’ın deneyleriyle bu canlıların, hayvanlar aleminin en becerikli yön bulucularından biri oldukları kanıtlanmıştır. Yapılan deneylerde ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak yaratıldığını ortaya koymaktadır. Allah ıstakozu yaratmış ve onu özel sistemlerle donatmıştır.
Yılanbalıkları:
Yılanbalıkları yavrulamak için Avrupa sahillerinden 6.000 km uzaklıktaki Sargasso Denizi’ni tercih ederler. Belli bir güce erişen yavrular, Sargasso Denizi’nden ayrılarak okyanuslardan akarsulara uzanan yolculuklarına başlar. Kesin olmamakla beraber biyologlar yılanbalıklarının bu yolculuklarında doğru rotayı, dünyanın manyetik alanını kullanarak bulduklarını düşünmektedirler. Ömürlerinin altı ile yirmi yılını akarsularda geçiren yılanbalıkları, soylarını devam ettirmek için tatlı suları terk edip dünyaya geldikleri yere doğru ‘son yolculuklarına’ çıkarlar. Buraya ulaşmaları yaklaşık üç senelerini alır. Sargasso Denizi’ne vardıklarında yavrularlar ve bu sularda ölümü beklerler. Bu canlılar hiç bilmedikleri tatlı sulara henüz yavru iken gitmekte ve çok küçükken terk ettikleri yuvalarını yıllar sonra kolaylıkla bulabilmektedirler. Kuşkusuz yolculukları sırasındaki bu detayların derinlemesine düşünülmesi, bunların elbette kendi kendine oluşamayacağını evrimcilerin iddia ettiği gibi kör tesadüflerin böyle mükemmel bir sistem meydana getiremeyeceklerini açıkça ortaya koyar. Aksine ince hesaplar ve detaylar bunun üstün bir aklın eseri olduğunu kanıtlar. Bu eşsiz aklın sahibi ise alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.
Kaplan Türü Köpek Balıkları:
Bu köpek balıkları üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamları bu canlıların yüksek yön bulma kabiliyetine sahip olduklarını kanıtlamışlardır. Bu balıklar kendileri için önemli olan bölgelerin zihin haritalarına sahiptirler. Daha önce Hawaii’de yapılan bilimsel araştırmalarda, köpek balıklarının derin kanallardan yüzerek 50 kilometre mesafedeki zengin besin ortamlarını bulabildikleri saptanmıştı. Son araştırmada köpek balıklarının kendi belirledikleri yolları takip ettikleri ispatlanmıştır. Bu yol bulma yeteneği köpek balıklarının yerkürenin manyetik alanından faydalanmalarıyla kazanılmıştır. Ancak diğer canlı türlerinden farklı olarak köpek balıklarının vücutlarında manyetik alıcılar bulunmaz.
Köpek balıklarının yönlerini bulabilmeleri okyanustaki su akımları, su sıcaklığı ya da koku ile ilgili olduğu tahmin edilse de araştırmacılar köpek balıklarının yolculuklarının büyük bölümünün geceleri gerçekleşmesi sebebiyle bu faktörlerden ziyade manyetik alandan faydalanma ihtimallerinin güçlü olduğunu belirtmektedirler.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Bir Sürüngen Türü: Semender
Semenderler araştırma sonuçlarına göre, yaşadıkları yerden uzaklaştırıldıklarında, evlerine dönebilmek için manyetik bir harita kullanırlar. Dünyanın manyetik alanındaki yoğunluk ve küçük farklılıkları algılayabilmesi, semenderin bir pusuladan bile daha iyi yön bulucu olduğunu kanıtlar. Kırmızı benekli doğu semenderi (Notophthalmus viridescens), manyetik alandan elde ettiği harita bilgisinde, eşi görülmemiş türde bir duyumsal işlem sergiler. Her geçtiği yerde bu harita genişler. Manyetik altıncı hissin ardındaki bu mekanizma, hala çözülememiştir. Manyetik alan kimyasal tepkimeleri harekete geçirebilir ve bu, bazı türlerde tanımlanan biyokimyasal pusulanın temelini oluşturur. İşlem, görme sistemleriyle de doğrudan ilişkilidir. Bilim adamları hayvanların manyetik alanı görebildiklerini düşünmektedirler.
Yüce Allah, semendere yönünü rahatlıkla bulabilmesi için manyetik bir harita vermiş ve onu nasıl kullanması gerektiğini de ilham etmiştir. Semendere üstün bir konumlandırma yeteneği sağlayan manyetik algılama sistemi, bu sistemin birbiri ile tam bir uyum içinde çalışması, küçük bir beden içinde saklı olan mükemmel detaylar hiçbir şuuru olmayan tesadüflerin eseri olamaz. Tesadüflerin evrimcilerin iddia ettiği gibi böylesi muhteşem bir yapıya sahip canlıyı meydana getirmesi, bu canlıya fizyolojik sistemler eklemesi, mümkün değildir. İnsanların uzun yıllar boyunca uğraşarak bir benzerini elde edemedikleri bu sistemi, semenderler sonsuz bilgi ve kudret sahibi Yüce Allah’ın onlara bahşetmesi ile ilk yaratıldıkları günden beri kullanmaktadırlar. Alemlerin Hakimi olan Yüce Allah, tüm kainatın sahibi olduğunu ve dilemesi ile tüm kainatı bir anda yaratıp, ona kusursuz bir düzen verdiğini bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)
Canlıların Manyetik Alana Göre Yön Bulmaları Allah’ın Dilemesiyle Gerçekleşir
Pusulalar, dünyanın manyetik alanını kullanarak yönleri gösterirler. Bu özellikleriyle de hava ve deniz yolculuklarında hayati bir önem taşırlar. Pusulanın icadı ve insanlar tarafından kullanımı belli bir birikim ve eğitim sonucu ortaya çıkmıştır. Bununla beraber bazı canlı türleri uzun yolculuklarında “kendi pusulalarını” kullanırlar. Doğadaki birçok canlı türü yuvalarının, avlarının ve göç etmeleri gereken bölgelerin yerlerini hiç zorlanmadan bulabilir. Bu canlılar bir bilgiye sahip değilken ve bu konuda hiçbir eğitim almamışken bunu başarabilirler.
Elbette ki bu canlıların vücutlarında yön ve uzaklık tayin etmelerini sağlayan dijital dedektörler, GPS sistemleri ya da pusulalar yoktur. Hepsinde etten kemikten ve sinirlerden oluşmuş organlar bulunur. Ancak bu canlılar, Yüce Allah’ın dilemesiyle yönlerini kusursuzca bulurlar. Çünkü bütün bu canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu üstün özelliklerle donatılmışlardır. Ortada kör tesadüflerle açıklanabilecek sözde bir evrimsel süreç yoktur. Canlıların her birindeki birbirinden farklı bu şaşırtıcı özellikler, onların çok ince bir plan ve dengeyle, yaşayacakları ortama uygun olarak yaratıldıklarını gösterir.
Her Yaratılış Delili Allah’a Yakınlaştıran Bir Vesiledir
Dünya dev bir mıknatıstır ve bir çubuk mıknatıstaki gibi kuzey ve güney kutuplarına sahiptir. Bu, insanların yollarını bulması için önemlidir. Çünkü manyetik çekimin kanunlarını izleyen pusulanın manyetik iğnesi her zaman Dünya’nın manyetik kuzey kutbunu gösterir. Göç eden hayvanlar da yönleri hakkında emin olmak zorundadırlar ve kendilerini bir rotada tutmalıdırlar. Onlar da bu amaçla Dünya’nın manyetik alanına başvururlar. Ama onlarca yoğun araştırmalar yapılmasına rağmen bu yol bulucuların ne çeşit bir pusula kullandıklarını bulmak zordur. Gerçekte tüm bunlar yaratılışın delillerindendir. Allah yeryüzünde, gökyüzünde, denizlerde kısacası tüm evrende üstün akıl gerektiren bu yaratılış delillerine çeşitli örnekler verir. Akıl ve vicdan sahipleri de bunları görüp tanırlar ve Allah’a imanları artar.
• Canlılar onları gidecekleri yöne ulaştıracak olan yolu harita ve pusula benzeri hiçbir alete ihtiyaç duymadan nasıl takip etmektedirler?
• Manyetik alanları nasıl ölçmekte ve değerlendirebilmektedirler?
• Manyetik alanın hangi değerinde hangi yöne doğru gideceklerini onlara kim öğretmektedir?
Dünyanın manyetik alanı, çekirdekte erimiş halde ve hareketli olarak bulunan demirden kaynaklanır. Manyetik alan, temel bir tanımlamayla yerkürenin içinden, okyanuslardan ve atmosferden geçip bir kutuptan diğerine ulaşan oval biçimli akış çizgileridir. Bu çizgiler ekvatorda yatay kutuplara doğru gidildikçe daha dik açılarla kesişir hale gelir. Alanın şiddeti de kutuplara yaklaştıkça artar.
Bazı hayvanların göç ederlerken bu şiddeti ve eğim açısını saptayarak yönlerini buldukları saptanmıştır.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Kuşlar
Yüce Allah kuşların, Dünya’nın manyetik alanını, gözlerinde bulunan ve beynin görsel algıyı işlemeden sorumlu olan bölgesiyle bağlantılı olan bazı moleküller yardımıyla algılayabildikleri bir sistem yaratmıştır. Böylece, kuşların beyinlerinde bir pusula oluşur ve kuşlar yollarını mükemmel bir biçimde bulurlar.
Posta Güvercinleri:
Bilimsel adı Columba livia olan posta güvercinleri, yüzyıllar boyunca güçlü yön bulma yetenekleri sayesinde insanlara hizmet etmişlerdir. Güvercinleri şaşmaz bir doğrulukla yuvalarına ulaştıran manyetik algılama sistemi, bu kuşun birkaç cm boyutundaki gagasında saklıdır.
Güvercinlerin üst gagasını kaplayan derinin duyusal sinir hücresine giden ince liflerinde (dendritlerinde) demir içeren maghemit ve manyetit parçacıkları bulunur. Dendritler üç boyutlu ve oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Dünya’nın dış manyetik alanına çok duyarlı olan, özel yaratılmış bu alıcılar, manyetik alanda meydana gelen değişikliği üç bileşeni ile ayrı ayrı analiz ederek elde ettiği verilere göre yönlendirme yapar. Bu şekilde Dünya’nın manyetik alanıyla etkileşim sağlayan manyetitli hücreler algıladığı verileri sinirlere iletir. Sinirler ise bunları elektrik sinyallerine çevirerek beyne yorumlaması için gönderir. İşte, güvercinin yapısındaki tüm sistemlerin birbiri ile mükemmel bir uyum içinde çalışması sayesinde kuş binlerce kilometre uzaklıktaki evinin konumunu şaşmaz bir hesapla tayin edebilir.
Gaganın yapısındaki bu mükemmel detayı şuursuz atomların bir araya gelerek yapamayacağı çok açık bir gerçektir. Kuşkusuz gaganın sahip olduğu kusursuz detay, Yüce Allah’ın üstün aklının ve yaratma sanatının delillerindendir.
Leylekler:
Leyleklerin vücutlarında yeryüzünün manyetik alanını algılayan özel bir sistem olduğu ortaya çıkmıştır. Bu doğal pusula ile manyetik alan çizgilerini takip eder ve yön tayini yaparlar. Ayrıca bu sayede binlerce kilometrelik yolculuklarını hatasız olarak tamamlar ve bir sene önceki yuvalarının yerini bulurlar.
Kızıl Gerdan Kuşu (Erithacus rebecula):
Bu kuş türü de dünyanın manyetik alanına göre, özel bir mıknatıs duyusuyla kendine uçuş yönü belirler. Bu kuşun sağ gözüne adeta bir pusula yerleştirilmiştir. Kuşun sağ gözündeki bir protein kompleksi (cryptochrome), Dünya’nın etrafındaki manyetik alan çizgilerine paralel olarak kimyasal bir reaksiyona girer. Gözün içinde meydana gelen bu kimyasal reaksiyon, optik reaksiyona dönüştürülür ve bunun neticesinde kızıl gerdanlar, Dünya’nın manyetik alanını görme derecesinde iyi algılayarak yönlerini bulurlar.
Kar Kazları:
Kar kazları da manyetik alan çizgilerini takip ederek göç eden kuşlardan biridir. Kar kazları Kuzey Kutbu’na yakın bölgelerden Meksika Körfezi’ne uzanan binlerce kilometrelik uzun yolculuklarını Yüce Allah’ın kendilerine bahşettiği bu özel sistem sayesinde kolaylıkla başarır.
Kuşların dünyanın manyetik alanını hesaplayarak kendi gidecekleri yönü bulmaları için fizikte Lenz Kanunu olarak bilinen dünyanın manyetik alanını hesaplamada kullanılan formülü bilmeleri veya bir gaussmetreye (dünyanın manyetik alanını hesaplayan alet) sahip olmaları gerekir. Birçok insan bu terimlerin ne anlama geldiğini bilmez, hatta duymamıştır. Elbette ki kuşlar da gerçekte bunların ne olduğundan habersizdirler. Bedenlerinde böyle bir alet yoktur. Ayrıca manyetik alan hesaplama formülünü de bilemezler. Bütün bunları Allah’ın ilhamıyla gerçekleştirmektedirler.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Deniz Canlıları
Deniz Kaplumbağaları:
Deniz kaplumbağaları caretta carettalar ile yapılan deneyler de bu canlıların dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını ispatlamıştır. Bu canlılar, dünyanın farklı yerlerindeki manyetik alanların değerlerini önceden bilirmişçesine hareket etmekte ve okyanusta yol alırken buna göre yönlerini belirlemektedirler.
Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Kenneth Lohmann ve ekibi bu canlıların göç hareketini gözlemlemişlerdir. Florida’nın doğu kıyılarında yumurtadan çıkar çıkmaz okyanusa yönelen bu hayvanlar doğruca Kuzey Atlantik Döngüsü denen ve Sargasso Denizi’nin (Atlas Okyanusu’nun kuzey kesimi) etrafını dolaşan büyük bir akıntıya gitmektedirler. Bu halkanın içinde kuzeydoğuya, Avrupa’ya doğru gidip daha sonra güneye yönelen kaplumbağalar, bu sıcak ve besince zengin halka içinde 5-10 yıl geçirdikten sonra tekrar Kuzey Amerika’ya dönmektedirler. Lohmann ve ekibi deniz kaplumbağalarının göç yollarını bulabilmek için bölgesel manyetik alanlardan faydalanıp faydalanmadıklarını gözlemlemek istemişler, bu amaçla bir düzenek kurmuşlardır. Büyük bir su tankı yapılmış, dışına da manyetik alanlar oluşturan bobinler konulmuştur. Sonuç kaplumbağaların manyetik alan haritalarını okuyabildiğini ve bu canlıların mükemmel bir algı mekanizmasına sahip olduklarını göstermiştir. Kuşkusuz kaplumbağalardaki bu kompleks yapı Yüce Allah’ın üstün aklı ve yaratma sanatındaki kusursuzluğu ispatlayan örneklerden sadece biridir.
Istakozlar:
Istakozların Atlas Okyanusu’nun batısındaki sıcak sularda yaşayan dikenli ıstakoz (Panilurus argus) türü her sonbahar yuvasını bırakıp uzun bir yolculuğa çıkar ve güneye daha sıcak sulara gider. Binlerce ıstakoz, anteniyle önündekine tutunur ve gruplar halinde ilerler.
Larry Boles ve Kenneth Lohmann’ın deneyleriyle bu canlıların, hayvanlar aleminin en becerikli yön bulucularından biri oldukları kanıtlanmıştır. Yapılan deneylerde ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak yaratıldığını ortaya koymaktadır. Allah ıstakozu yaratmış ve onu özel sistemlerle donatmıştır.
Yılanbalıkları:
Yılanbalıkları yavrulamak için Avrupa sahillerinden 6.000 km uzaklıktaki Sargasso Denizi’ni tercih ederler. Belli bir güce erişen yavrular, Sargasso Denizi’nden ayrılarak okyanuslardan akarsulara uzanan yolculuklarına başlar. Kesin olmamakla beraber biyologlar yılanbalıklarının bu yolculuklarında doğru rotayı, dünyanın manyetik alanını kullanarak bulduklarını düşünmektedirler. Ömürlerinin altı ile yirmi yılını akarsularda geçiren yılanbalıkları, soylarını devam ettirmek için tatlı suları terk edip dünyaya geldikleri yere doğru ‘son yolculuklarına’ çıkarlar. Buraya ulaşmaları yaklaşık üç senelerini alır. Sargasso Denizi’ne vardıklarında yavrularlar ve bu sularda ölümü beklerler. Bu canlılar hiç bilmedikleri tatlı sulara henüz yavru iken gitmekte ve çok küçükken terk ettikleri yuvalarını yıllar sonra kolaylıkla bulabilmektedirler. Kuşkusuz yolculukları sırasındaki bu detayların derinlemesine düşünülmesi, bunların elbette kendi kendine oluşamayacağını evrimcilerin iddia ettiği gibi kör tesadüflerin böyle mükemmel bir sistem meydana getiremeyeceklerini açıkça ortaya koyar. Aksine ince hesaplar ve detaylar bunun üstün bir aklın eseri olduğunu kanıtlar. Bu eşsiz aklın sahibi ise alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.
Kaplan Türü Köpek Balıkları:
Bu köpek balıkları üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamları bu canlıların yüksek yön bulma kabiliyetine sahip olduklarını kanıtlamışlardır. Bu balıklar kendileri için önemli olan bölgelerin zihin haritalarına sahiptirler. Daha önce Hawaii’de yapılan bilimsel araştırmalarda, köpek balıklarının derin kanallardan yüzerek 50 kilometre mesafedeki zengin besin ortamlarını bulabildikleri saptanmıştı. Son araştırmada köpek balıklarının kendi belirledikleri yolları takip ettikleri ispatlanmıştır. Bu yol bulma yeteneği köpek balıklarının yerkürenin manyetik alanından faydalanmalarıyla kazanılmıştır. Ancak diğer canlı türlerinden farklı olarak köpek balıklarının vücutlarında manyetik alıcılar bulunmaz.
Köpek balıklarının yönlerini bulabilmeleri okyanustaki su akımları, su sıcaklığı ya da koku ile ilgili olduğu tahmin edilse de araştırmacılar köpek balıklarının yolculuklarının büyük bölümünün geceleri gerçekleşmesi sebebiyle bu faktörlerden ziyade manyetik alandan faydalanma ihtimallerinin güçlü olduğunu belirtmektedirler.
Manyetik Alana Göre Yönlerini Belirleyen Bir Sürüngen Türü: Semender
Semenderler araştırma sonuçlarına göre, yaşadıkları yerden uzaklaştırıldıklarında, evlerine dönebilmek için manyetik bir harita kullanırlar. Dünyanın manyetik alanındaki yoğunluk ve küçük farklılıkları algılayabilmesi, semenderin bir pusuladan bile daha iyi yön bulucu olduğunu kanıtlar. Kırmızı benekli doğu semenderi (Notophthalmus viridescens), manyetik alandan elde ettiği harita bilgisinde, eşi görülmemiş türde bir duyumsal işlem sergiler. Her geçtiği yerde bu harita genişler. Manyetik altıncı hissin ardındaki bu mekanizma, hala çözülememiştir. Manyetik alan kimyasal tepkimeleri harekete geçirebilir ve bu, bazı türlerde tanımlanan biyokimyasal pusulanın temelini oluşturur. İşlem, görme sistemleriyle de doğrudan ilişkilidir. Bilim adamları hayvanların manyetik alanı görebildiklerini düşünmektedirler.
Yüce Allah, semendere yönünü rahatlıkla bulabilmesi için manyetik bir harita vermiş ve onu nasıl kullanması gerektiğini de ilham etmiştir. Semendere üstün bir konumlandırma yeteneği sağlayan manyetik algılama sistemi, bu sistemin birbiri ile tam bir uyum içinde çalışması, küçük bir beden içinde saklı olan mükemmel detaylar hiçbir şuuru olmayan tesadüflerin eseri olamaz. Tesadüflerin evrimcilerin iddia ettiği gibi böylesi muhteşem bir yapıya sahip canlıyı meydana getirmesi, bu canlıya fizyolojik sistemler eklemesi, mümkün değildir. İnsanların uzun yıllar boyunca uğraşarak bir benzerini elde edemedikleri bu sistemi, semenderler sonsuz bilgi ve kudret sahibi Yüce Allah’ın onlara bahşetmesi ile ilk yaratıldıkları günden beri kullanmaktadırlar. Alemlerin Hakimi olan Yüce Allah, tüm kainatın sahibi olduğunu ve dilemesi ile tüm kainatı bir anda yaratıp, ona kusursuz bir düzen verdiğini bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)
Canlıların Manyetik Alana Göre Yön Bulmaları Allah’ın Dilemesiyle Gerçekleşir
Pusulalar, dünyanın manyetik alanını kullanarak yönleri gösterirler. Bu özellikleriyle de hava ve deniz yolculuklarında hayati bir önem taşırlar. Pusulanın icadı ve insanlar tarafından kullanımı belli bir birikim ve eğitim sonucu ortaya çıkmıştır. Bununla beraber bazı canlı türleri uzun yolculuklarında “kendi pusulalarını” kullanırlar. Doğadaki birçok canlı türü yuvalarının, avlarının ve göç etmeleri gereken bölgelerin yerlerini hiç zorlanmadan bulabilir. Bu canlılar bir bilgiye sahip değilken ve bu konuda hiçbir eğitim almamışken bunu başarabilirler.
Elbette ki bu canlıların vücutlarında yön ve uzaklık tayin etmelerini sağlayan dijital dedektörler, GPS sistemleri ya da pusulalar yoktur. Hepsinde etten kemikten ve sinirlerden oluşmuş organlar bulunur. Ancak bu canlılar, Yüce Allah’ın dilemesiyle yönlerini kusursuzca bulurlar. Çünkü bütün bu canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu üstün özelliklerle donatılmışlardır. Ortada kör tesadüflerle açıklanabilecek sözde bir evrimsel süreç yoktur. Canlıların her birindeki birbirinden farklı bu şaşırtıcı özellikler, onların çok ince bir plan ve dengeyle, yaşayacakları ortama uygun olarak yaratıldıklarını gösterir.
Her Yaratılış Delili Allah’a Yakınlaştıran Bir Vesiledir
Dünya dev bir mıknatıstır ve bir çubuk mıknatıstaki gibi kuzey ve güney kutuplarına sahiptir. Bu, insanların yollarını bulması için önemlidir. Çünkü manyetik çekimin kanunlarını izleyen pusulanın manyetik iğnesi her zaman Dünya’nın manyetik kuzey kutbunu gösterir. Göç eden hayvanlar da yönleri hakkında emin olmak zorundadırlar ve kendilerini bir rotada tutmalıdırlar. Onlar da bu amaçla Dünya’nın manyetik alanına başvururlar. Ama onlarca yoğun araştırmalar yapılmasına rağmen bu yol bulucuların ne çeşit bir pusula kullandıklarını bulmak zordur. Gerçekte tüm bunlar yaratılışın delillerindendir. Allah yeryüzünde, gökyüzünde, denizlerde kısacası tüm evrende üstün akıl gerektiren bu yaratılış delillerine çeşitli örnekler verir. Akıl ve vicdan sahipleri de bunları görüp tanırlar ve Allah’a imanları artar.
Darwinistler Evrimi İnkar Edenlere Kapsamlı Bir Sindirme Politikası Uygularlar
Darwinizm zorbalıkla, dayatmayla, sahtekarlıkla ayakta tutulur. Darwinizm'in yıllardır gündemde olmasının tek sebebi tüm dünyaya hakim bir sistem olan Darwinist diktatörlüktür. Darwinizm, bu dikta rejimi neticesinde insanlara dayatılmış, zorla, icbar yoluyla kabul ettirilmiştir. Darwinist hipnoz, insanların hiç farkına varmadığı şekillerde yaygınlaştırılmış, büyük bir kitle bu hipnozun etkisi altında kalmıştır. Bu kirli diktatörlüğün sinsi yöntemleri sonucunda Darwinizm, dünya çapında adeta reddedilemez, itiraz edilemez konuma getirilmiştir.
Darwinizm şu anda büyük oranda dünya devletlerinin koruması altındadır. Pek çok ülkede devlet kurumları tarafından desteklenir ve hatta zorla kabul ettirilir. Batıl Darwinizm dinine karşı gelenler ise yine aynı zorba yöntemlerle susturulurlar. Bunun örnekleri yüzlercedir. Yalnızca evrim teorisini eleştirdikleri için işlerinden atılan profesör ve bilim adamlarından bazıları karşı karşıya kaldıkları bu sindirme politikasını son yıllarda açıkça deşifre etmektedirler. Öğrenciler sınıfta bırakılmakta, devlet kurumlarında kıdemli kişiler kariyerlerinden olmaktadır. Üniversiteler, yalnızca Darwinist eğitimin verildiği ve yalnızca Darwinist eğitimin kabul edildiği dikta rejiminin bir parçası haline getirilmiştir.
Darwinizm'in reddi engellenmektedir, çünkü aksi takdirde batıl Darwinizm dininin savunucularının hiçbir dayanağı olmayan bu teoriyi canlı tutabilmek için bir yolu kalmamış olacaktır. Yalan, yüksek sesle söylenmekte ve bunun yalan olduğunu iddia etmek suç sayılmaktadır. Bilimsellik iddiasıyla ortaya atılan teori, bilimden tam anlamıyla uzak, resmen ve açıkça reddedilmesi engellenen, batıl, dogmatik bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Asıl dikkat çekici olan ise, bunun göz göre göre, hiç çekinmeden yapılmasıdır.
Darwinizm'in reddi engellenmektedir, çünkü aksi takdirde batıl Darwinizm dininin savunucularının hiçbir dayanağı olmayan bu teoriyi canlı tutabilmek için bir yolu kalmamış olacaktır. Yalan, yüksek sesle söylenmekte ve bunun yalan olduğunu iddia etmek suç sayılmaktadır. Bilimsellik iddiasıyla ortaya atılan teori, bilimden tam anlamıyla uzak, resmen ve açıkça reddedilmesi engellenen, batıl, dogmatik bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Asıl dikkat çekici olan ise, bunun göz göre göre, hiç çekinmeden yapılmasıdır.
İşte bu sebeple "Darwinizm bütün dünyada kabul ediliyor" şeklindeki hezeyanların hiçbir anlamı yoktur ve bunların hiçbir şekilde dikkate alınmaması gerekir. Darwinist diktatörlüğün sistemli ve sinsi çalışmaları, zaten böyle bir kabulu şart kılmıştır. Kimi insanlar işlerinden olmamak, kariyerlerini bırakmamak için mecburen bu sahte teoriyi kabul eder gözükmekte, öğrenciler sınıf geçebilmek için evrimi destekleyen sorulara cevap vermek zorunda kalmaktadırlar. Tarihin en geniş kapsamlı dikta uygulaması, Darwinist diktatörlük tarafından dünya çapında gerçekleştirilmektedir.
Darwinistler Tesadüfleri Sahte İlah Olarak Göstermeye Çalışırlar (Allah'ı tenzih ederiz)
Darwinistlerin insanları aldatmak için kullandıkları, akıl almaz derecede mantıksız bir senaryoları vardır. Bu senaryo dahilinde olmayacak şey yok gibidir. Tek bir hücreden binlerce farklı türde canlılar meydana gelir, karadan aniden sürüngenler havalanır ve kuş olur, solucanlar zamanla insana dönüşür. Bu utanç verici senaryoda söz konusu oluşumları, dönüşümleri, değişimleri meydana getiren hayali güç ise Darwinistlere göre "tesadüflerdir". İşte Darwinistler yıllarca insanları bu şekilde aldatmışlardır.
Evrimciler, Darwin'den hatta Sümerler'den beri bunu savunmuşlardır. Tesadüf iddiası, evrim teorisinin temelini teşkil eden büyük bir rezalet, Darwinistler açısından yüz karası bir izahtır.
Fakat bu iddianın zavallılığı, mantıksızlığı ve saçmalığı tüm dünyaya özellikle Yaratılış Atlası vesilesiyle deşifre edildikten sonra, Darwinistler bir anda ağız değiştirmişlerdir. Bu utanç verici iddiayı artık daha fazla savunarak küçük duruma düşmemek için çok daha mantıksız bir savunma psikolojisinin içine girmişlerdir. Şu anda Darwinistlere "size göre her şeyi gerçekleştiren tesadüfler mi?" denildiğinde, "biz tesadüf demedik" derler. Ardından peki "tesadüf değil de ne?" diye sorulduğunda, "bazı tesadüfi olaylar sonucunda oluşan bir süreç" gibi son derece çocukça ve bir o kadar akılsızca bir savunma içine girerler. İşte bu, Darwinistlerin dayanak noktasının ne kadar geçersiz olduğunun açık ve sarih göstergesidir.
Evrimciler, Darwin'den hatta Sümerler'den beri bunu savunmuşlardır. Tesadüf iddiası, evrim teorisinin temelini teşkil eden büyük bir rezalet, Darwinistler açısından yüz karası bir izahtır.
Fakat bu iddianın zavallılığı, mantıksızlığı ve saçmalığı tüm dünyaya özellikle Yaratılış Atlası vesilesiyle deşifre edildikten sonra, Darwinistler bir anda ağız değiştirmişlerdir. Bu utanç verici iddiayı artık daha fazla savunarak küçük duruma düşmemek için çok daha mantıksız bir savunma psikolojisinin içine girmişlerdir. Şu anda Darwinistlere "size göre her şeyi gerçekleştiren tesadüfler mi?" denildiğinde, "biz tesadüf demedik" derler. Ardından peki "tesadüf değil de ne?" diye sorulduğunda, "bazı tesadüfi olaylar sonucunda oluşan bir süreç" gibi son derece çocukça ve bir o kadar akılsızca bir savunma içine girerler. İşte bu, Darwinistlerin dayanak noktasının ne kadar geçersiz olduğunun açık ve sarih göstergesidir.
Darwinistlerin insanları aldatmak, insanlar üzerinde büyü etkisini oluşturabilmek için bilimsel terimler ve formüller kullanarak kendilerine bilimsel açıklama yapıyor görünümü vermeye çalıştıklarını daha önce belirtmiştik. Tesadüf aldatmacası da yine aynı yöntem kullanılarak insanlara makul gösterilmeye çalışılır. Evrimci yayınlarda örneğin bir dinozorun kanatlanıp uçtuğu yalanı, Latince terimlerin ve isimlerin sıkça kullanıldığı sözde bilimsel görünümlü bir makalenin satırlarında anlatılır. Oysa dikkat edilirse, söz konusu hayali süreçte ve bu akıl almaz derecede komik hikayede şuurlu, bilinçli, olaylara müdahale eden, olayları yönlendiren, mantıklı çıkarımlar yaparak en uygun olanını belirleyen, seçim yapma, mantık yürütme, doğrusunu ayırt etme yeteneğine sahip olan bir akıl yoktur. Darwinizm, bir bilincin varlığını kabul etmez. Sahte evrimde olayların tümü; şuursuz, akılsız, bilinçsiz, kör tesadüfler tarafından gerçekleştirilmiştir. Tesadüfler Darwinistlerin; mucizeler gerçekleştiren, yoktan var eden, hata yapmayan, gelecekteki olayları önceden fark edip bunun için tedbirler geliştirebilen sahte ilahlarıdır.
Darwinistler, işte bu sahte ilahı kendilerince bir yaratıcı güç gibi göstermeye çalışır (Allah'ı tenzih ederiz) ve bu sinsi açıklamalar yoluyla Allah inancından insanları uzaklaştırmaya çalışırlar. Darwinist büyünün, insanları zaman içinde ateizme sürüklemesinin, Darwinistlerin büyük kesiminin canla başla Allah inancına karşı mücadele içinde bulunmasının temelindeki asıl neden işte budur. Darwinizm'e inananlar, farkında olarak veya olmaksızın, tesadüf putunun hipnozu altına girmekte ve kaçınılmaz olarak Allah inancından uzaklaşmaktadırlar.
Darwinistler, işte bu sahte ilahı kendilerince bir yaratıcı güç gibi göstermeye çalışır (Allah'ı tenzih ederiz) ve bu sinsi açıklamalar yoluyla Allah inancından insanları uzaklaştırmaya çalışırlar. Darwinist büyünün, insanları zaman içinde ateizme sürüklemesinin, Darwinistlerin büyük kesiminin canla başla Allah inancına karşı mücadele içinde bulunmasının temelindeki asıl neden işte budur. Darwinizm'e inananlar, farkında olarak veya olmaksızın, tesadüf putunun hipnozu altına girmekte ve kaçınılmaz olarak Allah inancından uzaklaşmaktadırlar.
Hücre Şekillerindeki Tasarım Ve Evrimin Gecerszliği
Vücudumuzda bulunan 200 farklı tipteki hücre birkaç açıdan birbirlerinden farklıdırlar...
Vücudunuzdaki yaklaşık 200 farklı tipteki hücre, sadece birkaç açıdan birbirlerinden farklıdır. Bu farklılıkların en önemlilerinden biri de şekilleridir. Sinir hücreleri, kas hücreleri, kan hücreleri... Bunların hepsi temelde aynı mekanizmalara sahip olmalarına rağmen, şekillerindeki mükemmel tasarım sayesinde görev yaptıkları bölgede en yüksek verimi alacak şekilde faaliyet gösterirler.
Farklı şekillere sahip hücrelerden iki örnek sinir ve kan hücreleridir. Sinir hücrelerinin omurilikten ayağa kadar uzanan yaklaşık 1 metrelik uzantıları vardır. Bu sayede uyarılar bir hücreden diğerine atlayarak hiç vakit kaybı olmadan tek bir hat üzerinden hızla gidecekleri bölgeye ulaşırlar. Kan hücreleri ise sinir hücrelerinin aksine sadece 7 mikrometre boyundadır. Böylesine minik bir boyuta sahip olmaları onların mikroskobik boyuttaki kılcal damarlardan sıkışmadan geçebilmelerini sağlar. Ayrıca küçük birer diski andıran bu hücrelerin her iki yüzünün de içe doğru çukur olması onların oksijen ve karbondioksit alışverişi için maksimum alana sahip olmalarını sağlar. Bu hücrelerin milyonlarcasının her milimetre küp kanda olduğunu düşünürseniz, gaz alışverişinin yapıldığı yüzey alanın büyüklüğünü tahmin etmeniz hiç dezor olmayacaktır.
Göz ve kulaklarınızdaki hücreler de şekilleri itibarıyla özelleşmişlerdir. İç kulaktaki kokleada küçük tüycüklerden oluşan hücreler vardır. Bunlar ses dalgalarının etkisiyle titreşirler ve kulağın içindeki sıvının dalgalanma basıncını sinir uyarısına dönüştüren bir mekanizma olarak görev yaparlar. Gözdeki ışığa duyarlı retina hücreleri de görevlerini en iyi yapabilecek bir şekilde dizayn edilmişlerdir. Retinadaki koni hücrelerinde ışığa duyarlı pigmentleri vesinir bağlantısını taşıyan çok sayıda zar vardır. Bu düzen her bir koni hücresine ışığa karşı yüksek derecede bir hassasiyet kazandırır.
İnce bağırsakta da görevine uygun şekle sahip, besinleri emici hücreler vardır. Her hücrenin üst kısmı mikrovilli adındaki mikro boyutta yüzlerce tüycükle kaplıdır. Bu tüycüklerin üzerindeki taşıyıcı moleküller besinlerdeki işe yarar kısımları alıp, yaramayanları geri çevirirler. Böylece besinlerin sindirilmesinin bir aşaması daha gerçekleşir.
Unutulmamalıdır ki insanın tüm hücreleri tek bir hücrenin bölünerek çoğalmasından meydana gelmişlerdir. Hücrelerin faaliyetleri için en uygun şekli kendileri seçtikten sonra, henüz beden oluşurken bu şekle girdiklerini düşünmek tamamen mantık dışıdır. Tüm bunlar bize hücrelerin fonksiyonlarını en verimli yapabilecekleri şekilde, sonsuz akıl sahibi olan Allah tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermektedir.
Farklı şekillere sahip hücrelerden iki örnek sinir ve kan hücreleridir. Sinir hücrelerinin omurilikten ayağa kadar uzanan yaklaşık 1 metrelik uzantıları vardır. Bu sayede uyarılar bir hücreden diğerine atlayarak hiç vakit kaybı olmadan tek bir hat üzerinden hızla gidecekleri bölgeye ulaşırlar. Kan hücreleri ise sinir hücrelerinin aksine sadece 7 mikrometre boyundadır. Böylesine minik bir boyuta sahip olmaları onların mikroskobik boyuttaki kılcal damarlardan sıkışmadan geçebilmelerini sağlar. Ayrıca küçük birer diski andıran bu hücrelerin her iki yüzünün de içe doğru çukur olması onların oksijen ve karbondioksit alışverişi için maksimum alana sahip olmalarını sağlar. Bu hücrelerin milyonlarcasının her milimetre küp kanda olduğunu düşünürseniz, gaz alışverişinin yapıldığı yüzey alanın büyüklüğünü tahmin etmeniz hiç dezor olmayacaktır.
Göz ve kulaklarınızdaki hücreler de şekilleri itibarıyla özelleşmişlerdir. İç kulaktaki kokleada küçük tüycüklerden oluşan hücreler vardır. Bunlar ses dalgalarının etkisiyle titreşirler ve kulağın içindeki sıvının dalgalanma basıncını sinir uyarısına dönüştüren bir mekanizma olarak görev yaparlar. Gözdeki ışığa duyarlı retina hücreleri de görevlerini en iyi yapabilecek bir şekilde dizayn edilmişlerdir. Retinadaki koni hücrelerinde ışığa duyarlı pigmentleri vesinir bağlantısını taşıyan çok sayıda zar vardır. Bu düzen her bir koni hücresine ışığa karşı yüksek derecede bir hassasiyet kazandırır.
İnce bağırsakta da görevine uygun şekle sahip, besinleri emici hücreler vardır. Her hücrenin üst kısmı mikrovilli adındaki mikro boyutta yüzlerce tüycükle kaplıdır. Bu tüycüklerin üzerindeki taşıyıcı moleküller besinlerdeki işe yarar kısımları alıp, yaramayanları geri çevirirler. Böylece besinlerin sindirilmesinin bir aşaması daha gerçekleşir.
Unutulmamalıdır ki insanın tüm hücreleri tek bir hücrenin bölünerek çoğalmasından meydana gelmişlerdir. Hücrelerin faaliyetleri için en uygun şekli kendileri seçtikten sonra, henüz beden oluşurken bu şekle girdiklerini düşünmek tamamen mantık dışıdır. Tüm bunlar bize hücrelerin fonksiyonlarını en verimli yapabilecekleri şekilde, sonsuz akıl sahibi olan Allah tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermektedir.
Teknoloji Hücre İçi Bilgi İşlem Hızına Yetişemiyor
İnsanın sırlarını dahi çözemeyeceği kadar ileri teknolojiye sahip hücre içi haberleşme sistemleri, protein yapılı aygıtlar kullanılarak kurulmuştur...
Hücre içinde gerçekleşen bilgi transferi dünyanın en iyi istihbarat servislerinden bile daha hızlı ve daha verimli çalışmaktadır. Teknolojik açıdan hiçbir şekilde taklit edilemeyen bu sistemin en önemli özelliği dokusal organizmalardan oluşmasıdır. Birçoğumuz yüksek haberleşme kuleleri ile karşılaşmış ya da haberleri seyrederken yeni açılan benzer bir tesisin görüntüleri gözümüze çarpmıştır. Bunların bizlerde bıraktığı ilk izlenim, muhtemelen, çeşitli gelişmiş antenler ve karmaşık elektronik cihazlarla dolu yapılar olduklarıdır. Aslında böyle bir görüş hatalı da sayılmaz, çünkü bu tesislerdeki teknolojik aletleri iyice tanımak için elektronik ve haberleşme alanında belirli bir uzmanlık veya mühendislik bilgisine sahip olmak gerekir. Bunun yanında hemen hemen hepimizin ortak bir kanaati daha vardır: Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla iletişim kurmamıza olanak sağlayan bu tesisler artık insanlık için "çok önemli" bir konumdadır. Şöyle bir düşünelim: Tüm dünyadaki haberleşme kuleleri, santralleri ve istasyonları kısa bir süre için devre dışı kalsa neler olurdu? Açıktır ki böyle bir durum büyük bir kaos ve kargaşaya yol açardı. Ancak meydana gelen zarar maddi olarak ne denli büyük olursa olsun yine de telafi edilebilirdi.
Oysa 100 trilyon hücremizin kendi aralarındaki ve her bir hücrenin kendi içindeki haberleşmenin, saniyelerle ölçülecek kadar kısa bir zaman zarfında bile devre dışı kalması ve hücresel mesajların yerine ulaşamaması ölümle sonuçlanmaktadır.
Günümüzdeki haberleşme sistemleri en ileri teknolojiye sahip elektronik ve mekanik aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Oysa insanın sırlarını dahi çözemeyeceği kadar ileri teknolojiye sahip hücre içi haberleşme sistemleri, protein yapılı aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Proteinlerin içinde ise modern aygıtlarda olduğu gibi elektronik devreler, yarı iletkenler değil; bunların yerine karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomları bulunmaktadır. (Hemen belirtelim, vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein olduğu tahmin edilmektedir ve henüz bunların sadece %2'sinin vücuttaki görevi tam anlamıyla çözülebilmiştir. Birçok proteinin yaptığı görev halen bilinmemektedir.)
Hücreler Arasında Bilgi Alışverişi Nasıl Gerçekleşiyor?
Hücreler arasında kurulu haberleşme sistemi birçok açıdan insanların kullandıkları haberleşme sistemlerine benzer. Örneğin hücrelerin zarları üzerinde kendilerine ulaşan mesajları algılamalarını sağlayan "antenler" bulunmaktadır. Bu antenlerin hemen altında ise hücreye ulaşan mesajın kodunu çözen "santraller" bulunur.
Sözü edilen antenler, kalınlığı milimetrenin yüz binde biri kadar olan ve hücreyi çepeçevre saran hücre zarında yer alırlar. "Tirozin kinaz" reseptörü olarak isimlendirilen bu alıcı; anten, gövde ve kuyruk olmak üzere üç temel bölümden meydana gelir. Antenin hücre zarının dışında kalan parçasının şekli, uydu yayınlarını toplamakta kullanılan çanak antene benzer. Her çanak antenin belirli bir uydunun yayınını almaya yönelik olması gibi, değişik hormon moleküllerinin taşıdığı mesajların dilinden anlayan farklı antenler vardır.
Diğer hücrelerden gelen mesajlar -hormonlar-, hücre zarındaki antenlere temas eder. Ancak her anten yalnızca tek bir mesajı algılayacak şekilde yaratılmıştır. Bu, çok özel bir sistemdir. Böylece gönderilen mesaj yanlışlıkla bir başka hücreyi harekete geçirmez.
Hormon ve anten birbirlerine öylesine uygun yaratılmışlardır ki, bu benzerlik hemen hemen bütün biyoloji kaynaklarında anahtar-kilit uyumuna benzetilir. Yalnızca doğru anahtar kilidi açabilir, yani yalnızca doğru hücre gönderilen mesajla muhatap olur, diğer hücreler için bu mesajlar hiçbir şey ifade etmez.
Hormon, hücreye ulaştığı andan itibaren hücre içinde bir sistem devreye girer. Hücreye gelen mesaj, çok özel haberleşme sistemleri tarafından hücrenin DNA'sına ulaştırılır ve hücrenin bu mesaj doğrultusunda hareket etmesi sağlanır.
Hücreyi Bilgisayar ile Karşılaştırdığımızda…
Bilgisayar ağına bağlı kişisel bir bilgisayara internet aracılığıyla bir dizi bilgi gönderilebilir. Bilgisayar kendisine gönderilen bilgileri bir başka üniteye, örneğin bilgisayar yazıcısına iletir ve yazıcı bilgiyi kağıt üzerine döker. Bu, hemen her ofiste rastlanabilecek türden ve insanlar için sıradan görülen bir olaydır. Çünkü 80'li yıllardan itibaren bilgisayarlar kullanılmaya başlanmış, bilgisayar evlere, işyerlerine girmiş, 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren de internet insan yaşamının bir parçası olmuştur. Bu yüzden yukarıdaki paragrafta insanı şaşırtacak bir yön yoktur.
Eğer bir gün gazetede gözle görülemeyecek kadar küçük bir bilgisayar yapıldığı, bu bilgisayarın diğer bilgisayarlarla haberleştiği yolunda bir haber okursanız şüphesiz tepkiniz çok daha farklı olur. Belki de bu teknolojinin bu kadar küçük bir boyuta sığdırıldığına inanamazsınız. Oysa gerçek hayatta bundan çok daha ileri teknolojiye sahip bir haberleşme sistemi, gözle göremeyeceğiniz kadar küçük bir bölgenin içinde her an çalışmaktadır.
Hücrenin antenlerine gelen bir mesajın, büyük bir hızla hücrenin çekirdeğine iletilmesi, üstelik bu haberleşme sırasında çok üstün bir teknoloji kullanılmış olması, gözle görülmeyen bir bilgisayarın yapılmış olmasından çok daha büyük bir mucizedir. Çünkü hücre bir et parçasıdır ve sizin bu yazıyı okuduğunuz gözlerinizden, dergiyi tuttuğunuz elinize kadar bütün vücudunuz hücrelerin bir araya gelmeleri ile oluşmuştur. İnsan vücudundaki sayısız özellikten sadece bir tanesi olan bu bilgi dahi, insanı ve tüm evreni yaratan üstün güç sahibi Yüce Allah'ın ilminin sonsuz olduğunu gösteren delillerdendir.
Hücrelerdeki Özel Haberciler
Çevrenizdeki insanlara içinde bulunduğumuz çağın en önemli iletişim olayının ne olduğunu sorsanız, verilen yanıtlar arasında ilk sırayı kuvvetli bir ihtimalle "internet" alırdı. Bu yanıtı verenlere neden böyle düşündüklerine dair ikinci bir soru yöneltin: Size internet teknolojisinin, küçük bir zaman diliminde büyük oranlarda bilgiyi dünyanın bir ucundan diğer ucuna transfer etmeye olanak sağladığını söyleyeceklerdir. Kimileri bunun haberleşmede bir devrim olduğunu, kimileri de hayret verici bir gelişme olduğunu belirtecektir. Elbette internet teknolojisi insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birisidir. Ancak şurası da bir gerçektir ki, internet vasıtası ile sağlanan bilgi transferinin hız ve kapasitesi, hücreler arasındaki bilgi transferi ile karşılaştırıldığında oldukça düşük kalır.
Özellikle beyindeki nöronlar yani sinir hücreleri veya göz hücreleri gerek sürat gerek kapasite açısından insanoğlunun bildiği en hızlı bilgi transferi kapasitesine sahiptir.
Söz konusu hücrelerde, hızlı ve kusursuz veri transferini mümkün kılan sistemler her an işler durumdadır. Sinir hücrelerinin haberleşme ağı üzerine yapılan son bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, bazı proteinler "inanılmayacak kadar çok sayıda bağlantı modülüne" sahiptir. Bu proteinler bu sayede, haberci protein gruplarını sürekli olarak bir arada tutabilmektedir. Sinir hücrelerindeki son derece hızlı iletişim de, işte bu özel sistemden kaynaklanmaktadır.
Öğrendiğimiz Her Bilgi, Allah'ın İhtişamlı Yaratışının Bir Örneğidir
Bu yazı boyunca anlatılanlar, Allah'ın sonsuz gücünü, ilmini ve aklını tanıtmalarının yanında, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkat sahibi, Rahman ve Rahim olduğunun da delillerinden birkaç tanesidir. Allah, insanı ve tüm diğer canlıları kusursuzca işleyen sistemlerle yaratmıştır. İnsan vücudunda herşey en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Kuran'da da bildirdiği gibi en güzel isimlerin sahibi olan Allah "...herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş"tir. (Furkan Suresi, 2)
Oysa 100 trilyon hücremizin kendi aralarındaki ve her bir hücrenin kendi içindeki haberleşmenin, saniyelerle ölçülecek kadar kısa bir zaman zarfında bile devre dışı kalması ve hücresel mesajların yerine ulaşamaması ölümle sonuçlanmaktadır.
Günümüzdeki haberleşme sistemleri en ileri teknolojiye sahip elektronik ve mekanik aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Oysa insanın sırlarını dahi çözemeyeceği kadar ileri teknolojiye sahip hücre içi haberleşme sistemleri, protein yapılı aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Proteinlerin içinde ise modern aygıtlarda olduğu gibi elektronik devreler, yarı iletkenler değil; bunların yerine karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomları bulunmaktadır. (Hemen belirtelim, vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein olduğu tahmin edilmektedir ve henüz bunların sadece %2'sinin vücuttaki görevi tam anlamıyla çözülebilmiştir. Birçok proteinin yaptığı görev halen bilinmemektedir.)
Hücreler Arasında Bilgi Alışverişi Nasıl Gerçekleşiyor?
Hücreler arasında kurulu haberleşme sistemi birçok açıdan insanların kullandıkları haberleşme sistemlerine benzer. Örneğin hücrelerin zarları üzerinde kendilerine ulaşan mesajları algılamalarını sağlayan "antenler" bulunmaktadır. Bu antenlerin hemen altında ise hücreye ulaşan mesajın kodunu çözen "santraller" bulunur.
Sözü edilen antenler, kalınlığı milimetrenin yüz binde biri kadar olan ve hücreyi çepeçevre saran hücre zarında yer alırlar. "Tirozin kinaz" reseptörü olarak isimlendirilen bu alıcı; anten, gövde ve kuyruk olmak üzere üç temel bölümden meydana gelir. Antenin hücre zarının dışında kalan parçasının şekli, uydu yayınlarını toplamakta kullanılan çanak antene benzer. Her çanak antenin belirli bir uydunun yayınını almaya yönelik olması gibi, değişik hormon moleküllerinin taşıdığı mesajların dilinden anlayan farklı antenler vardır.
Diğer hücrelerden gelen mesajlar -hormonlar-, hücre zarındaki antenlere temas eder. Ancak her anten yalnızca tek bir mesajı algılayacak şekilde yaratılmıştır. Bu, çok özel bir sistemdir. Böylece gönderilen mesaj yanlışlıkla bir başka hücreyi harekete geçirmez.
Hormon ve anten birbirlerine öylesine uygun yaratılmışlardır ki, bu benzerlik hemen hemen bütün biyoloji kaynaklarında anahtar-kilit uyumuna benzetilir. Yalnızca doğru anahtar kilidi açabilir, yani yalnızca doğru hücre gönderilen mesajla muhatap olur, diğer hücreler için bu mesajlar hiçbir şey ifade etmez.
Hormon, hücreye ulaştığı andan itibaren hücre içinde bir sistem devreye girer. Hücreye gelen mesaj, çok özel haberleşme sistemleri tarafından hücrenin DNA'sına ulaştırılır ve hücrenin bu mesaj doğrultusunda hareket etmesi sağlanır.
Hücreyi Bilgisayar ile Karşılaştırdığımızda…
Bilgisayar ağına bağlı kişisel bir bilgisayara internet aracılığıyla bir dizi bilgi gönderilebilir. Bilgisayar kendisine gönderilen bilgileri bir başka üniteye, örneğin bilgisayar yazıcısına iletir ve yazıcı bilgiyi kağıt üzerine döker. Bu, hemen her ofiste rastlanabilecek türden ve insanlar için sıradan görülen bir olaydır. Çünkü 80'li yıllardan itibaren bilgisayarlar kullanılmaya başlanmış, bilgisayar evlere, işyerlerine girmiş, 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren de internet insan yaşamının bir parçası olmuştur. Bu yüzden yukarıdaki paragrafta insanı şaşırtacak bir yön yoktur.
Eğer bir gün gazetede gözle görülemeyecek kadar küçük bir bilgisayar yapıldığı, bu bilgisayarın diğer bilgisayarlarla haberleştiği yolunda bir haber okursanız şüphesiz tepkiniz çok daha farklı olur. Belki de bu teknolojinin bu kadar küçük bir boyuta sığdırıldığına inanamazsınız. Oysa gerçek hayatta bundan çok daha ileri teknolojiye sahip bir haberleşme sistemi, gözle göremeyeceğiniz kadar küçük bir bölgenin içinde her an çalışmaktadır.
Hücrenin antenlerine gelen bir mesajın, büyük bir hızla hücrenin çekirdeğine iletilmesi, üstelik bu haberleşme sırasında çok üstün bir teknoloji kullanılmış olması, gözle görülmeyen bir bilgisayarın yapılmış olmasından çok daha büyük bir mucizedir. Çünkü hücre bir et parçasıdır ve sizin bu yazıyı okuduğunuz gözlerinizden, dergiyi tuttuğunuz elinize kadar bütün vücudunuz hücrelerin bir araya gelmeleri ile oluşmuştur. İnsan vücudundaki sayısız özellikten sadece bir tanesi olan bu bilgi dahi, insanı ve tüm evreni yaratan üstün güç sahibi Yüce Allah'ın ilminin sonsuz olduğunu gösteren delillerdendir.
Hücrelerdeki Özel Haberciler
Çevrenizdeki insanlara içinde bulunduğumuz çağın en önemli iletişim olayının ne olduğunu sorsanız, verilen yanıtlar arasında ilk sırayı kuvvetli bir ihtimalle "internet" alırdı. Bu yanıtı verenlere neden böyle düşündüklerine dair ikinci bir soru yöneltin: Size internet teknolojisinin, küçük bir zaman diliminde büyük oranlarda bilgiyi dünyanın bir ucundan diğer ucuna transfer etmeye olanak sağladığını söyleyeceklerdir. Kimileri bunun haberleşmede bir devrim olduğunu, kimileri de hayret verici bir gelişme olduğunu belirtecektir. Elbette internet teknolojisi insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birisidir. Ancak şurası da bir gerçektir ki, internet vasıtası ile sağlanan bilgi transferinin hız ve kapasitesi, hücreler arasındaki bilgi transferi ile karşılaştırıldığında oldukça düşük kalır.
Özellikle beyindeki nöronlar yani sinir hücreleri veya göz hücreleri gerek sürat gerek kapasite açısından insanoğlunun bildiği en hızlı bilgi transferi kapasitesine sahiptir.
Söz konusu hücrelerde, hızlı ve kusursuz veri transferini mümkün kılan sistemler her an işler durumdadır. Sinir hücrelerinin haberleşme ağı üzerine yapılan son bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, bazı proteinler "inanılmayacak kadar çok sayıda bağlantı modülüne" sahiptir. Bu proteinler bu sayede, haberci protein gruplarını sürekli olarak bir arada tutabilmektedir. Sinir hücrelerindeki son derece hızlı iletişim de, işte bu özel sistemden kaynaklanmaktadır.
Öğrendiğimiz Her Bilgi, Allah'ın İhtişamlı Yaratışının Bir Örneğidir
Bu yazı boyunca anlatılanlar, Allah'ın sonsuz gücünü, ilmini ve aklını tanıtmalarının yanında, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkat sahibi, Rahman ve Rahim olduğunun da delillerinden birkaç tanesidir. Allah, insanı ve tüm diğer canlıları kusursuzca işleyen sistemlerle yaratmıştır. İnsan vücudunda herşey en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Kuran'da da bildirdiği gibi en güzel isimlerin sahibi olan Allah "...herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş"tir. (Furkan Suresi, 2)
Adelie Penguenleri
Baharın ilk haftalarında, buzullar parçalanmadan once, yuvalarından açık sulara ulaşabilmek için 50 kilometre yürümeleri gerekir...
Adélie penguenleri Antartika’da oldukça ufak sahil adalarında yaşarlar. Kış mevsimini Antartika buzullarını çevreleyen denizlerde geçirirler.
Adélie penguenleri karides benzeri suda yaşayan küçük yaratıklarla, balık ve kalamarla beslenirler. Avlarını bulmak için 175 metre derinliklere kadar dalabilirler ancak genellikle daha sığ sularda (yarısı kadar derinlikte olan) beslenirler.
Diğer penguenler gibi becerikli ve verimli yüzücülerdir. Bir öğle yemeği için yaklaşık 300 kilometre yolu çok rahat katedebilirler.
Bahar çiftleşme döneminde, binlerce penguenden oluşan geniş bir grup olarak Antartikanın kayalıklı sahil kıyısına yerleşirler. Karadayken yuvalarını inşa eder ve bu yuvaları küçük kaya parçalarıyla belirginleştirirler. Penguenlerin paytak yürüyüşüne sahip olsalar bile, yayan olarak uzun mesafeleri yürüyebilirler. Baharın ilk haftalarında, buzullar parçalanmadan once, yuvalarından açık sulara ulaşabilmek için 50 kilometre yürümeleri gerekir.
”Erkek ve dişi Adélie penguenlerini birbirinden ayırt etmek imkansızdır. Dişi yumurtladıktan sonra (bir çift yumurtası vardır) sırayla yumurtaları sıcak tutmak ve korumak için kuluçkaya yatarlar. Eğer gıda bakımından sıkıntı varsa bir çift yavrudan sadece bir tanesi hayatta kalır. 3 hafta sonra ebeveynler yavruları yalnız başlarına bırakabilirler, ancak yavrular yine de güvende olmak için gruplar halinde dolaşırlar ve dinlenirler. Genç Adélie penguenleri dokuz hafta içinde kendi başlarına yüzmeye başlarlar.
Dişi ve erkek penguenlerin dayanışma ve iş bölümü içinde yumurtalarını ve yavrularını en zor koşulları göze alarak korumalarını, yavrularını bir an bile yalnız bırakmamalarını onlara Allah ilham etmektedir. Her canlıyı yoktan var eden, denetleyen, her an gözleyen ve her canlıya davranışını emreden, yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır.
Adélie penguenleri karides benzeri suda yaşayan küçük yaratıklarla, balık ve kalamarla beslenirler. Avlarını bulmak için 175 metre derinliklere kadar dalabilirler ancak genellikle daha sığ sularda (yarısı kadar derinlikte olan) beslenirler.
Diğer penguenler gibi becerikli ve verimli yüzücülerdir. Bir öğle yemeği için yaklaşık 300 kilometre yolu çok rahat katedebilirler.
Bahar çiftleşme döneminde, binlerce penguenden oluşan geniş bir grup olarak Antartikanın kayalıklı sahil kıyısına yerleşirler. Karadayken yuvalarını inşa eder ve bu yuvaları küçük kaya parçalarıyla belirginleştirirler. Penguenlerin paytak yürüyüşüne sahip olsalar bile, yayan olarak uzun mesafeleri yürüyebilirler. Baharın ilk haftalarında, buzullar parçalanmadan once, yuvalarından açık sulara ulaşabilmek için 50 kilometre yürümeleri gerekir.
”Erkek ve dişi Adélie penguenlerini birbirinden ayırt etmek imkansızdır. Dişi yumurtladıktan sonra (bir çift yumurtası vardır) sırayla yumurtaları sıcak tutmak ve korumak için kuluçkaya yatarlar. Eğer gıda bakımından sıkıntı varsa bir çift yavrudan sadece bir tanesi hayatta kalır. 3 hafta sonra ebeveynler yavruları yalnız başlarına bırakabilirler, ancak yavrular yine de güvende olmak için gruplar halinde dolaşırlar ve dinlenirler. Genç Adélie penguenleri dokuz hafta içinde kendi başlarına yüzmeye başlarlar.
Dişi ve erkek penguenlerin dayanışma ve iş bölümü içinde yumurtalarını ve yavrularını en zor koşulları göze alarak korumalarını, yavrularını bir an bile yalnız bırakmamalarını onlara Allah ilham etmektedir. Her canlıyı yoktan var eden, denetleyen, her an gözleyen ve her canlıya davranışını emreden, yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır.
Harun, Yahya, Adnan, Oktar
atei darwin,
evrim,
penguenler,
teorisi,
yaratılış
Rekonstrüksiyon Bilimden Çok Sanatı İlgilendirmektedir
Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulamadıkları için, teoriyi propaganda ile ayakta tutmaya çalışmaktadırlar...
New Scientist/ 2006-06-02
Ingilizce
New Scientist dergisinin 2 Haziran 2006 tarihli sayısında, Debora Mackenzie imzalı, "Kafatasına Yüz Yerleştirmek" başlıklı bir makale yayınlandı. Makalede, kafataslarından yola çıkılarak yapılan rekonstrüksiyonların güvenilmezliği konu edilmekteydi. Alman polisinin yaptığı bir araştırmadan yola çıkılarak hazırlanan bu makale, evrimcilerin insanın hayali evrimi konusundaki propagandalarının önemli bir bölümünü teşkil eden "rekonstrüksiyonların" bilimsel açıdan geçersizliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bir kafatası için 21 araştırmacıdan 21 ayrı yüz
Söz konusu makalede aktarıldığına göre, 2003 yılının Ocak ayında Alman polisi, Hannover'in kuzeyinde Celle bölgesindeki bir ormanda bir kafatası buldu. Kafatasının sahibinin erkek olduğu, öldüğünde 56 yaşlarında olduğu tespit edilebildi. Ne var ki, bulunduktan iki yıl geçmesine rağmen kafatasının kimliği hala tespit edilememişti. Tam da bu dönemde, Almanya'da bir konferans düzenleniyordu. Konferansın davetlileri, sadece kafatasına dayanarak bir insanın yüzünü belirleme konusunda uzman olan adli sanat uzmanlarıydı. Polis, bu imkanı değerlendirmek istedi ve Celle kafatasının sahibini tespit edebilmek için bu konferansa katılan araştırmacıların yardımını istedi. Tam 21 araştırmacı bu talebe olumlu cevap verdi ve kafatasının rekonstrüksiyonunu ortaya çıkarmak için çalışmaya başladı. Sözkonusu çalışmaların sonuçları, üç yıl kadar sonra Belçika'nın Leuven şehrinde düzenlenen "Yumuşak Yüz Kısımlarının Tekrar İnşası" konulu uluslararası konferansta sunuldu.Ne var ki, 2006 yılının Mayıs ayında yayınlanan bu sonuçlar hiç de polisin beklediği gibi değildi. 21 araştırmacının elde ettiği 21 yüz, birbirinden tamamen farklıydı. Dolayısıyla Celle kafatasının kimliği belirlenemedi.
Celle kafatası üzerinde sürdürülen çalışmalar, bu alanda uzman 21 araştırmacının birlikte yürüttüğü, en ileri teknik ve teknolojilerin kullanıldığı çalışmalardır. Kafatasının kemikleri eksiksiz olmasına, konunun uzmanlarınca en ileri imkanlar kullanılarak çalışılmasına rağmen ortaya birbirinden farklı 21 yüz rekonstrüksiyonu çıkarması, kafataslarından yola çıkılarak tasarlanan yüzlerin, gerçekleri yansıtmadığının en açık delillerindendir, Bu yüzler objektif bilimsel kriterlere değil, yüzleri tekrar inşa eden sanatçıların sezgilerine ve hayal güçlerine dayanılarak elde edilmektedir.
Nitekim New Scientist dergisinde bu sonuçlar üzerine rekonstrüksiyon tekniği için şu yorum yapılmaktadır:
"Her ne kadar zor vakalar için yüz rekonstrüksiyonları yaygın olarak kullanılsa da, bu günümüze dek bu teknik için yapılmış en geniş çaplı deneydi. Bu deney açık olarak göstermektedir ki, bu alan bilimden çok bir sanat olarak kalmaktadır. İngiltere'de Dundee Üniversitesi'nden adli antropolog Caroline Wilkinson, bu değişmeli diyor ve "kurallarla çalışmalıyız sezgilerle değil" diye ekliyor." (vurgu bize ait)
New Scientist'teki bu yazı aynı zamanda evrimci propaganda hakkında önemli bir ikaz oluşturmaktadır. Çünkü evrimciler, özellikle insanın evrimi propagandasında rekonstrüksiyonlardan yaygın olarak faydalanmaktadırlar. Bunu ise, rekonstrüksiyon bir yüzün bilimsel olarak doldurulamayan boşluklarını kendi önyargılarıyla doldurarak yapmaktadırlar.
Bilimin boşluklarına evrimci önyargılar
New Scientist yazısının kapanış satırlarında, kafatası kemikleriyle yüz dokusu arasında bilimsel olarak güvenilir bir ilişki bulunmadığı belirtilmekte, örneğin kafatasının şeklinin üst dudağın şekli hakkında hiçbir öngörü sunmadığı ifade edilmektedir. İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nden Richard Neave bu gerçeği "[Rekonstrüksiyon bir] Yüzde, bilimin dolduramayacağı birçok boşluk vardır" sözleriyle yorumlamaktadır. İşte evrimci propaganda Neave'ın sözünü ettiği "bilimsel olarak doldurulamayan boşluklar"dan faydalanmakta, evrimci rekonstrüksiyon sanatçıları bu boşlukları kendi önyargılarıyla doldurmaktadırlar. Bir kafatasının kemikleri, ait olduğu canlının dudak ve kulak yapısı ya da bakışları hakkında hiçbir bilgi vermediği halde evrimci rekonstrüksiyon sanatçıları bunları yarı insan yarı maymun özellikte inşa etmektedirler. Bu konuda akla gelen çarpıcı bir örnek, rekonstrüksiyon sanatçısı John Gurche'nin, National Geographic dergisinde yayınlanan sözleridir. Gurche, maymun adam rekonstrüksiyonları evrimci yayınlarda sık sık yayınlanan bir sanatçıdır. National Geographic ise rekonstrüksiyona dayalı propagandaya dünyada belki de en yoğun şekilde başvuran evrimci yayındır. Gurche, National Geographic'in Mart 1996 sayısında yayınlanan bir makalede soyu tükenmiş bir maymunun yüz (Australopithecus afarensis) rekonstrüksiyonu ve ona kazandırdığı bakışlar hakkında yorumlar yapmaktadır. Gurche'nin sözleri, rekonstrüksiyon yüzleri çizen evrimci önyargıları açığa vurur niteliktedir:
"Bu maymunsu yüze bir insan ruhu kazandırmak, neye yöneldiği hakkında birşey göstermek istedim". 1
Rekonstrüksiyonlar, evrimci propaganda için büyük bir önem taşımaktadır. Gazetelerde, dergilerde ve televizyonda gördüğümüz hayali maymun adamların birçoğu, bulunan kafatası fosillerinden, hatta tek bir kemik parçasından "esinlenerek" çizilen veya maketi yapılan rekonstrüksiyonlardır. Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulamadıkları için, teoriyi propaganda ile ayakta tutmaya çalışmaktadırlar ve rekonstrüksiyonlar bu propagandanın önemli bir parçasıdır. Celle kafatasıyla ilgili gelişmeler rekonstrüksiyonların güvenilmezliğini ortaya koymakla evrimci propagandanın geçersizliğini bir kez daha göstermektedir.
Bu noktada rekonstrüksiyona dayalı evrimci propaganda hakkında önemli noktaları kısaca hatırlayacak olursak, insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "Benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar." derken bu gerçeği vurgular.2 İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri için amaç onları, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların geçmişte gerçekten yaşadığına inandırabilmektir.
Evrimciler hayali rekonstrüksiyonlarında o denli ileri gitmektedirler ki, aynı fosil kafatasına kimi zaman birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooton bu durumu şöyle açıklar:
Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.3
Sonuç
New Scientist'teki bu yazı, rekonstrüksiyon çalışmalarının bilimden çok sanat olduğunu, kafatasıyla yüz dokusu arasında bilimsel kabul edilebilecek hiçbir tahmin edilebilir bağlantı bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Onlarca uzman en ileri teknolojileri ve teknikleri kullanmalarına karşın rekonstrüksiyonlarla ilgili bilimsel bir yöntem geliştirme çabalarında başarısız olmuşlardır. Rekonstrüksiyon yüzlerde bilimsellik olmadığını ortaya koyan bu gelişme, aynı zamanda evrimci propagandanın bilimsellik maskesini de bir kez daha düşürmektedir.
1. Rekonstrüksiyon sanatçısı John Gurche, National Geographic, Mart 1996, s. 109
2. David Pilbeam, "Rearranging Our Family Tree", Nature, Haziran 1978, s. 40.
3. Earnest A. Hooton, Up From The Ape, New York: McMillan, 1931, s. 332
Harun, Yahya, Adnan, Oktar
Antropoloji,
darwin,
evrim,
hayali,
rekonstrüksiyon,
teorisi
Beyinle İlgili Akıl Dışı Bir Masal
Darwinist masal, biyolojik bir yapı veya özelliğin hayali evrimine dair ‘kurgulanan’ hikayedir...
Bilim Teknik dergisinin 16 Temmuz 2005 tarihli sayısında "Beynin gizleri yavaş yavaş çözülüyor" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda beyin araştırmalarındaki son durumun bir özeti veriliyor, "hominid beyni son 6 milyon yılda niçin üç misli büyüdü?" sorusu altında evrim masalları anlatılıyordu. Buna göre Seattle’daki Washington Üniversitesi’nden sinir bilimci William Calvin’in ‘geliştirdiği’ bir ‘Darwinist Masal’ aktarılıyor ve beynin sözde evriminin kaya fırlatma sayesinde gerçekleştiği öne sürülüyordu. Yazıda bununla ilgili olarak şu ifadelere yer veriliyordu:
"Hedefi vurmak için beyin, kas hareketleri, görsel veriler ve taşın ağırlığı gibi değişkenler arasında eşgüdüm kurmak zorundadır. Caliven’e göre taşın hedefi bulması ancak büyük beyin sayesinde gerçekleşir. Söz konusu sinir devresi bir kez oluşunca, insan diğer karmaşık işlerin altından kalkabilir. Sözgelimi sosyal ilişki kurmak ve sürdürmek, gelecek planları yapmak ve lisan geliştirmek gibi.."
Burada anlatılan, tipik bir Darwinist masaldır. Darwinist masal, biyolojik bir yapı veya özelliğin hayali evrimine dair ‘kurgulanan’ hikayedir. Evrimciler bilimsel bir varsayım görünümü altında sadece hayalgücüne dayanarak şu veya bu organın sözde evrimiyle ilgili masallar uydururlar. Bu hikayeler uydurulurken, ilgili organın işlevi veya organizmaya faydası temel alınır. Daha sonra bu organın bu faydayı ortaya çıkaracak şekilde evrimleştiği şeklinde bir kelime oyununa başvurulur. Evrimcilerin bu hikayeleri hiçbir bilimsel değer taşımazlar, çünkü bunlar test edilebilir olma özelliğine sahip değillerdir.
Sözgelimi bu son masala bakılacak olursa, bir bilim adamının maymunsu bir canlının dallardaki meyvelere veya kendisi için tehdit oluşturan yırtıcılara taş attığı, giderek daha iyi isabet ettirdiği, bu sayede beyin hacminin büyümeye başladığı, bir aile kurup sosyal sorumluluk üstlendiği, gelecek planları yapıp daha iyi bir yaşam için düşüncelere daldığı, sonra insanlaştığı, devletler, okullar, hastaneler, üniversiteler kurduğu, uçaklar, gemiler tasarlayıp inşa ettiği, uzaya mekik yolladığı vs. hikayesi tamamen bir kurgudan ibarettir. Bu hayali canlının hayali hikayesi bilim adamları için tekrarlanabilir, test edilebilir bir durum değildir.
Bir bilim adamı için böyle bir hikaye kurgulama gereği duyması da son derece ilginç bir durumdur. Bu hikayelerin sahibi bilim adamları, yıllarca araştırma yapmış, bilgili kişilerdir. Beynin ve sinir sistemini en ince detaylarına kadar bilmektedirler ve insan beyninin dünyanın en gelişmiş bilgisayarından daha üstün olduğunun da farkındadırlar. Herhangi bir doğal mekanizmanın bir hayvana aklın zerresini kazandırmadığı, ona konuşma ve düşünme yeteneği vermediği gerçeğini yakından bilmektedirler.
Doçent, profesör olmuş bilim adamlarının, böyle mükemmel bir organın kökenini açıklamada hala tesadüflere, hayvansı bir canlının taş sallama kabiliyetine dayanmaları hayret verici bir durumdur.
Bir akademisyenin, beyin hakkında sahip olduğu tüm bilgisini, aklını, sağduyusunu bir kenara bırakıp körü körüne tesadüflere bel bağladığı bu durum, adeta bir büyülenme hali ortaya koymaktadır.
Halbuki beyin hakkında biraz bilgili bir insan, çok az düşünmeyle beynin tesadüflerin eseri olamayacağını görebilir. Milyonlarca sinir hücresi bir araya gelerek beyin gibi bir organı oluşturmayı, insan farkında bile değilken yaşamının devamı için milyonlarca işlem üstlenmeyi, bunları an an yürütmeyi, vücudun dengesini muhafaza etmeyi, onu açlığa, tehlikelere karşı korumayı düşünüp belirlemiş değillerdir. Her bilgisayarın bir tasarlayıcısı vardır. Beyindeki tasarım ise bilgisayardakinden çok daha üstündür. Bu durumda beynin sonsuz bir bilgi sahibi bir Yaratıcı tarafından var edildiği ortadadır. Yüce Allah, insanı beyni ve diğer tüm organlarıyla birlikte kusursuz olarak yaratmıştır.
Bilim Teknik dergisini, Darwinizm’in bir yanılgı olduğunu görmeye, bu teorinin materyalist felsefe uğruna anlatılan akıl dışı masallarını terk etmeye davet ediyoruz.
Darwinistler Bilimsel Terimler ve Formüllerle Bilimi Kullanarak Büyü Etkisi Oluştururlar
Evrimin bilimsel bir teoriymiş gibi okutulması ve telkin edilmesi büyük bir aldatmacadır; bilim, Allah'a iman edenler içindir...
Evrim teorisi ile ilgili tüm aldatıcı haberlerin bilim adına ortaya çıkması, Darwinist bilim dergilerinde yayınlanması, okul müfredatlarında biyoloji derslerinde bilim gibi öğretilmesi ve evrim savunucularının sürekli olarak bilimsel olduklarını öne sürmeleri insanlar üzerinde yoğun bir telkin oluşturmuştur. Darwinistlerin bu yoğun telkinleri sonucunda, evrimi reddetmek adeta bilimi reddetmekle eşdeğer gösterilmiştir. İnsanlara bilim diye, dayatma yoluyla evrim öğretilmiştir.
Oysa Darwinizm'in bilim ile hiçbir ilgisi yoktur. Bilim Darwinizm'in düşmanıdır. Bilim, ateizmin karşısındadır. Bilim anti-komünisttir,anti-Marksistir. Bilim; Marksist, ateist ve Darwinist düşünceyi paramparça eden bir yapıdır. Bilimin her dalı evrimi reddetmiştir.
Bilim ile Darwinist aldatmaca yıkılmıştır. Bilim, evrimi tam olarak geçersiz kılmıştır. Mikrobiyoloji, genetik, moleküler biyoloji, zooloji, paleontoloji, kısacası bütün bilim dalları, evrimin geçersizliğini ispat etmiştir. Darwinistler bilim karşısında en büyük yenilgilerini almışlardır.
Dolayısıyla evrimin bilimsel bir teoriymiş gibi okutulması ve telkin edilmesi büyük bir aldatmacadır. Bilim, Allah'a iman edenler içindir; samimi dindarlara fayda getirir. Bütün bu gerçeklere rağmen, Darwinistlerin en büyük aldatma konusu bilim olduğu için, bu telkini ellerinden bırakmak istemezler. Bunun için Darwinist bilim dergilerinde yayınladıkları aldatıcı haberlere bolca bilimsel terim ve formül ekleyerek okuyucular üzerinde çok önemli, anlaşılmaz ve karmaşık bir bilgi veriyorlarmış izlenimi oluşturmaya çalışırlar. Latince kelimeler, Darwinistlerin aldatıcı metodlarının baş aktörleridir. Darwinistler sahte fosillere, kurguladıkları yeni sahte teorilere Latince isimler verdiklerinde inandırıcılıklarının artacağını düşünürler. Oysa anlattıkları konunun içinde bilimsel hiçbir kanıt yoktur. Fakat Latince kelimelerle anlatınca dinleyen kişilerin bir kısmı, bu sahte bilimsel gösterinin büyüsüne kapılır ve ulaşılması imkansız bir ilim deryası ile karşı karşıya kaldığını düşünür. Aklının ermeyeceğine kanaat getirir ve konuyu bilim adamlarına bırakmak gerektiğini, onların her dediklerinin doğru olacağını düşünürler. Hatta bu telkin öylesine güçlü verilmiştir ki, söz konusu bilim adamlarına uymamak ciddi bir akılsızlık olarak algılanır. İşte insanlar üzerindeki
derin büyü etkisi böyle oluşturulur.
Son bin yılın en büyük İslam alimi Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Darwinizm'in telkin ve tenkid kabiliyeti ile kitleleri saran bir taun (veba) haline geldiğini şu sözlerle ifade etmiştir:
Maddiyyunluk (ateist, materyalist ve Darwinist felsefeler) manevi taundur (bulaşıcı bir veba hastalığıdır) ki, beşere şu müthiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü ettikçe (geliştikçe), o taun da (bulaşıcı veba hastalığı da) tevessü eder (gelişir).
Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin de dikkat çektiği bu telkin çok yanıltıcıdır. Darwinistlerin kullandıkları formüllerin, Latince kelimelerin, bilimsel terimlerin hepsi sahtedir. Söz konusu bilim adamları da, bir sahtekarlığı savunduklarının farkındadırlar. Darwinistler bilimi kullanarak yalnızca bilimsel gösteri yapmaktadırlar.
Uydurdukları hikayelerin gerçek yüzü ortaya çıkarıldığında da, o ana kadar Darwinist dergilerde sayfalarca anlatıp durdukları sahte fosilleri alelacele geri almak zorunda kalırlar. Bir orangutan çenesine insan kafatası kasıtlı olarak eklenerek, dişler eğelenerek oluşturulan, hakkında 40'tan fazla "bilimsel" doktora tezi hazırlanan, uydurma Latince ismiyle Eoanthropus dawsoni (Piltdown adamı) sahtekarlığı; tek bir domuz dişinden yola çıkılarak ailesine kadar resmedilen, yıllarca kitaplarda "bilimsel" bir evrim deliliymiş gibi okutulan uydurma Latince ismiyle Hesperopithecus haroldcookii (Nebraska adamı) sahtekarlığı; sadece bir maymun olduğu anlaşılan uydurma Latince ismiyle Australopithecus afarensis sahtekarlığı; beş farklı fosilin birbirine eklenmesi ile oluşturulan ve tüm Darwinist yayınlarda uçmaya hazırlanan dinozor olarak tanıtılan, uydurma Latince ismiyle Archaeoraptorliaoningensis sahtekarlığı ve son olarak bir lemurun insan atası olarak lanse edilmeye çalışıldığı Ida sahtekarlığı bunun birkaç delilinden biridir.Bunların her biri, dünyanın en tanınmış bilimsel dergilerinde dünyanın en tanınmış bilim adamlarının referanslarıyla bol bol Latince terimler kullanılarak yayınlanmış sahtekarlıklardır.
Bu sahtekarlıkların gerçek yüzü ortaya çıkarılmasa,bunlar, şaşırtıcı şekilde okulkitaplarındaki ve bilim dergilerindeki yerlerini koruyacaklar ve ünvanı "bilim adamı" olan kişiler tarafından savunulacaklardır. İşte Darwinizm, bilim adamlarının, bilim dergilerinin, TV'lerin, gazetelerin kullanıldığı bu kadar tehlikeli ve büyük bir aldatmacadır.
Oysa Darwinizm'in bilim ile hiçbir ilgisi yoktur. Bilim Darwinizm'in düşmanıdır. Bilim, ateizmin karşısındadır. Bilim anti-komünisttir,anti-Marksistir. Bilim; Marksist, ateist ve Darwinist düşünceyi paramparça eden bir yapıdır. Bilimin her dalı evrimi reddetmiştir.
Bilim ile Darwinist aldatmaca yıkılmıştır. Bilim, evrimi tam olarak geçersiz kılmıştır. Mikrobiyoloji, genetik, moleküler biyoloji, zooloji, paleontoloji, kısacası bütün bilim dalları, evrimin geçersizliğini ispat etmiştir. Darwinistler bilim karşısında en büyük yenilgilerini almışlardır.
Dolayısıyla evrimin bilimsel bir teoriymiş gibi okutulması ve telkin edilmesi büyük bir aldatmacadır. Bilim, Allah'a iman edenler içindir; samimi dindarlara fayda getirir. Bütün bu gerçeklere rağmen, Darwinistlerin en büyük aldatma konusu bilim olduğu için, bu telkini ellerinden bırakmak istemezler. Bunun için Darwinist bilim dergilerinde yayınladıkları aldatıcı haberlere bolca bilimsel terim ve formül ekleyerek okuyucular üzerinde çok önemli, anlaşılmaz ve karmaşık bir bilgi veriyorlarmış izlenimi oluşturmaya çalışırlar. Latince kelimeler, Darwinistlerin aldatıcı metodlarının baş aktörleridir. Darwinistler sahte fosillere, kurguladıkları yeni sahte teorilere Latince isimler verdiklerinde inandırıcılıklarının artacağını düşünürler. Oysa anlattıkları konunun içinde bilimsel hiçbir kanıt yoktur. Fakat Latince kelimelerle anlatınca dinleyen kişilerin bir kısmı, bu sahte bilimsel gösterinin büyüsüne kapılır ve ulaşılması imkansız bir ilim deryası ile karşı karşıya kaldığını düşünür. Aklının ermeyeceğine kanaat getirir ve konuyu bilim adamlarına bırakmak gerektiğini, onların her dediklerinin doğru olacağını düşünürler. Hatta bu telkin öylesine güçlü verilmiştir ki, söz konusu bilim adamlarına uymamak ciddi bir akılsızlık olarak algılanır. İşte insanlar üzerindeki
derin büyü etkisi böyle oluşturulur.
Son bin yılın en büyük İslam alimi Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Darwinizm'in telkin ve tenkid kabiliyeti ile kitleleri saran bir taun (veba) haline geldiğini şu sözlerle ifade etmiştir:
Maddiyyunluk (ateist, materyalist ve Darwinist felsefeler) manevi taundur (bulaşıcı bir veba hastalığıdır) ki, beşere şu müthiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü ettikçe (geliştikçe), o taun da (bulaşıcı veba hastalığı da) tevessü eder (gelişir).
Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin de dikkat çektiği bu telkin çok yanıltıcıdır. Darwinistlerin kullandıkları formüllerin, Latince kelimelerin, bilimsel terimlerin hepsi sahtedir. Söz konusu bilim adamları da, bir sahtekarlığı savunduklarının farkındadırlar. Darwinistler bilimi kullanarak yalnızca bilimsel gösteri yapmaktadırlar.
Uydurdukları hikayelerin gerçek yüzü ortaya çıkarıldığında da, o ana kadar Darwinist dergilerde sayfalarca anlatıp durdukları sahte fosilleri alelacele geri almak zorunda kalırlar. Bir orangutan çenesine insan kafatası kasıtlı olarak eklenerek, dişler eğelenerek oluşturulan, hakkında 40'tan fazla "bilimsel" doktora tezi hazırlanan, uydurma Latince ismiyle Eoanthropus dawsoni (Piltdown adamı) sahtekarlığı; tek bir domuz dişinden yola çıkılarak ailesine kadar resmedilen, yıllarca kitaplarda "bilimsel" bir evrim deliliymiş gibi okutulan uydurma Latince ismiyle Hesperopithecus haroldcookii (Nebraska adamı) sahtekarlığı; sadece bir maymun olduğu anlaşılan uydurma Latince ismiyle Australopithecus afarensis sahtekarlığı; beş farklı fosilin birbirine eklenmesi ile oluşturulan ve tüm Darwinist yayınlarda uçmaya hazırlanan dinozor olarak tanıtılan, uydurma Latince ismiyle Archaeoraptorliaoningensis sahtekarlığı ve son olarak bir lemurun insan atası olarak lanse edilmeye çalışıldığı Ida sahtekarlığı bunun birkaç delilinden biridir.Bunların her biri, dünyanın en tanınmış bilimsel dergilerinde dünyanın en tanınmış bilim adamlarının referanslarıyla bol bol Latince terimler kullanılarak yayınlanmış sahtekarlıklardır.
Bu sahtekarlıkların gerçek yüzü ortaya çıkarılmasa,bunlar, şaşırtıcı şekilde okulkitaplarındaki ve bilim dergilerindeki yerlerini koruyacaklar ve ünvanı "bilim adamı" olan kişiler tarafından savunulacaklardır. İşte Darwinizm, bilim adamlarının, bilim dergilerinin, TV'lerin, gazetelerin kullanıldığı bu kadar tehlikeli ve büyük bir aldatmacadır.
Harun, Yahya, Adnan, Oktar
atei darwin,
bilimsel,
charles,
etkisi,
evrim,
teorisi,
terimler büyü
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)