Yaratılış Hakikatleri Üzerinde Derinleşmek Neden Önemlidir?

Vicdan sahibi insan çevresindeki herşeyin bir iman delili olduğunu bilir. Denizdeki avını yakalamak üzere suya doğru süzülen bir martının, toprak üzerinde yürüyen küçük bir karıncanın, her sene kilolarca meyve veren bir elma ağacının, tonlarca ağırlığına rağmen gökyüzünde duran bulutların, kısacası gözünü çevirdiği yerde gördüğü herşeyin, Allah'ın varlığının delilleri olduğunun farkındadır.

Kuran ayetlerinde, iman hakikatlerinin derinlemesine görülüp anlaşılabilmesi için iki önemli özellikten daha bahsedilmektedir: Düşünmek ve bilgi sahibi olmak...

Allah, Kuran'daki birçok ayetinde bildirdiği gibi yarattığı şeyler üzerinde düşünmemizi ve bunlardan öğüt ve ibret almamızı ister. Nitekim çevremizdeki canlı cansız tüm varlıklar da bizim Allah'ın sonsuz yaratma gücünü, sanatını, ilmini derin derin tefekkür etmemiz için yaratılmışlardır.

Allah iman hakikatlerinin düşünen insanlar için bir anlamı olduğunu belirtmiştir. Ancak burada düşünmekten kastedilen bazı insanların sandığı gibi "Allah ne kadar güzel yaratmış" veya "ne kadar muhteşem bir canlı" gibi sadece sözde kalan ezberlenmiş tepkilerden ibaret değildir. Yapılması gereken uzun uzun, derin ve kapsamlı bir şekilde Allah'ın yarattıkları hakkında düşünmek, yaratılıştaki hikmet ve incelikleri tespit etmek, böylelikle Allah'ın sonsuz ilmine, kudretine ve sanatına şahit olarak Rabbimizi tanımaktır.

Bediüzzaman Mektubat isimli eserinde ise özellikle günümüzde iman hakikatlerine sarılmanın önemi üzerinde durmuş, geçmişte yaşamış pek çok İslam aliminin, eğer bu dönemde yaşasalar, en çok üzerinde duracakları konunun da iman hakikatlerini öğretmek yoluyla insanların imanını kurtarmak olacağını söylemiştir:

“Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmâm-ı Rabbânî (R.A) Mektubât'ında demiş ki: "Hakaik-i îmaniyeden (iman hakikatlerinden) bir mes'elenin inkişafını (meydana çıkmasını), binler ezvak (zevkler) ve mevacid (vecd halleri) ve keramata (kerametlere) tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarîklerin (yolların) nokta-i müntehası (son noktası), hakaik-i îmaniyenin vuzuh (açılması) ve inkişafıdır (meydana çıkmasıdır)."... 
Öyle ise tarîk-ı Nakşî'nin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i îmaniyeye (iman hakikatlerine) hizmettir ki, İmâm-ı Rabbânî de (R.A.) âhir zamanında (son döneminde) ona sülûk etmiştir (o yolu takip etmiştir).. ”

“Mâdem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmâm-ı Rabbânî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i îmaniyenin (iman hakikatlerinin) ve akaid-i İslâmiye'nin (İslam esaslarının) takviyesine sarf edeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye (ebedi sıkıntıya, belaya) sebebiyet verir...” (Mektubat, 5. Mektup, s. 26-27-Sait Nursi, Envar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 22-23)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder