Şuursuz Hücreler Beyne Ulaşan Elektriği Gören, Duyan, Tadını Alan Ruhun Varlığından Habersizdir


Darwinizm bilim karşısında büyük açmaz içindedir ve hiçbir zaman açıklayamayacağı sayısız soruyla karşı karşıyadır. Bunların en önemlilerinden biri taş, toprak, çamur içinden ilk canlı hücrenin hatta ilk proteinin nasıl oluştuğu sorusudur. Her şeyi kör tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim teorisi, tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunun bilimsel olarak ispatlanması karşısında çaresizdir. Dawrinistleri çok büyük bir çaresizliğin içine iten bir diğer önemli konu ise, gören, duyan, tat alan ruhun varlığıdır.

Ortaokul kitaplarında dahi anlatılan bilimsel bir gerçek vardır: İnsan muhatap olduğu her görüntünün, duyduğu her sesin, aldığı her tadın sadece beyninin içindeki halini bilir. Örneğin, uçsuz bucaksız bir deniz manzarası seyrettiğimiz zaman, o güzel manzaranın dışarıdaki halini değil beynimizin içindeki halini seyrederiz. Baktığımız her ne olursa olsun, görmemiz için gerçekleşen işlem aynıdır: Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir. Yani, beynin görme merkezine ulaşan sadece bir elektrik akımıdır.

Görme olayının nasıl gerçekleştiğini anlatırken, dışarıdan gelen ışığın, gözümüzdeki hücreleri harekete geçirdiğini ve bu hareketlenmenin görüntünün oluşmasına neden olduğunu belirttik. Ancak, burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta daha bulunmaktadır. Gerçekte, beynimizin dışında, bizim tanıdığımız anlamda ışık da yoktur. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız ışık, yine beynimizde oluşur. Dış dünyada, yani beynimizin dışında ışık olarak tanımladığımız şey, elektromanyetik dalgalar ve fotonlardır (fotonlar tanecik şeklindeki enerjidir). Aynı şey renkler için de geçerlidir. Dışarıda sadece farklı dalga boylarına sahip elektromanyetik dalgalar vardır. Gözümüze ulaşan, bu farklı dalga boylarındaki enerjidir.

Bu durumda biz dalga veya foton olarak gözümüze ulaşan ışığı ve oradan beynimize hafif bir elektrik akımı olarak ulaşan bilgiyi, masmavi, ışıl ışıl, engin bir deniz manzarası olarak seyrederiz.

İşte burada, her şeyi maddesel değişimlerden ibaret sanan materyalistlerin ve kör tesadüfleri adeta ilah edinmiş Darwinistlerin cevaplaması gereken çok önemli bir soru vardır: Vücut görme için elektriği beyne iletiyor. Peki görecek ruhu nasıl yapıyor? Elektriği yorumlayacak, görüntüyü anlayan ruhun varlığını nereden biliyor? Şuursuz bir madde olan bu hücreler, görme kavramını nereden biliyor?

Şimdi de, çok sevdiğiniz bir sanatçının  konserinde, binlerce izleyenle birlikte en sevdiğiniz şarkıları dinlediğinizi düşünün. Dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi ile toplayıp orta kulağa iletir. Orta kulak ise aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır. İç kulak da bu titreşimleri sesin yoğunluğuna ve sıklığına göre elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Beyinde birkaç konaklamadan sonra mesajlar, son olarak bu sinyallerin işleme koyulup yorumlandığı duyma merkezine iletilirler. Böylece duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Yani sizinle birlikte konserdeki binlerce insan o sanatçının şarkılarını dinlerken, aslında hepiniz beyninize iletilen elektrik akımıyla muhatapsınızdır. Derin bir sessizlik içindeki beyninizde, çok beğendiğiniz şarkıları dinliyorsunuzdur. Peki hücreler elektriği iletirken duyacak bir ruh olduğunu nereden biliyor? Sözde evrimle aşama aşama tüm bu sistem meydana geliyorsa, duymak kavramını bilmeyen şuursuz madde, duymak için bu mekanizmayı ruha göre nasıl oluşturuyor?

Çok şık bir lokantada, nefis bir akşam yemeği yediğinizi düşünelim. Siz iştahla tabağınızdakileri yerken, aldığınız tat aslında elektrik sinyallerinin beyninizde meydana getirdiği bir etkiden başka bir şey değildir. İnsan dilinin ön tarafında dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, yoğurdu, limonu ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, gerçekte elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. Yukarıda sorduğumuz soruları bir kez daha soralım: Hücrelerin elektrik sinyallerini ulaştırıp bıraktıkları yer de şuursuz bir hücre yığınından ibaret olduğuna göre, yediklerinizden aldığınız tadı, keyfi kim hissediyor? Yediğiniz her yemekte, aldığı elektrik sinyalini beyne ulaştıran hücreler, orada sizin tat alacağınız bir sistemin olduğunu nereden biliyorlar? Sözde tüm canlılık ve canlılara ait tüm mekanizmalar bir yığın çamurun içinden tesadüfen ortaya çıktıysa, yemek nedir tat nedir bilmeyen madde, yemekten tad alan ruhu nasıl var etti?

İşte bu sorulara Darwinistler asla makul, tutarlı ve akılcı bir cevap veremezler. Çünkü bu bilgiler Darwinistlerin her şeyin maddeden ve tesadüflerden ibaret olduğu masalını yerle bir eder.

Kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak gören; hiçbir sesin giremediği beyinde, bir kulağa ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini en yakın dostunun sesi olarak duyan, bu sesi duyduğunda sevinen, duymayınca özleyen; bir ele, parmaklara, kaslara ihtiyaç duymadan kedisinin tüylerini okşadığını hisseden; limon, lavanta, gül, kavun, karpuz, portakal, ızgara kokusunu aynısı ile koklayan ve ızgaranın kokusunu duyduğunda iştahlanan; ağzı, dili olmadan yediği lezzetli yemeklerden zevk alan Allah’ın yarattığı ruhtur. Ruhumuza, tüm görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tüm tatları ve kokuları yaratan ise tüm alemlerin Rabbi, her şeyin Yaratıcısı olan Allah'tır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder