Avrupa Medyası Faşizm Propagandasına Hemen Dur Demelidir


Faşizm gibi kanlı ideolojilerin tarihten silinmesinin tek yolu anti-Darwinist, anti-materyalist eğitimdir...

Almanya, Danimarka, Hollanda, Fransa, İtalya, Belçika, İngiltere ve  Avusturya gibi ülkeler başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde son 15-20 yıl içinde, göçmenlere, özellikle de Müslüman nüfusa yönelik ırkçı politikalar güç kazanmakta, faşist eğilimli partilerin oy oranları artış göstermekte ve ırkçı gruplar gizli ya da açık bir şekilde destek görmektedir. 2012 yılında halen 27 AB ülkesinden 16 tanesinin parlamentosunda ırkçı-faşist partiler yer almakta, özellikle de seçim dönemlerinde ırkçı söylemler çok büyük taraftar toplamaktadır. Katliam denebilecek büyüklükteki bazı şiddet olayları ise bu durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Örneğin 2011 yılının Temmuz ayında Norveç'te faşist militan Anders Behring Breivik 77 insanı vahşice katletmiştir. Breivik’in Nisan ayında başlayan duruşması ise, Avrupa'da süregelen ırkçı yükselişi bir kez daha gözler önüne sermesi bakımından son derece önemlidir.

Faşist söylemleri yaygınlaştırmanın zararları göz ardı edilmemelidir

Breivik’in davası, Avrupa'nın birçok televizyon kanalından canlı olarak yayınlandı, gazeteler ve radyolar bu gözü dönmüş katilin Müslüman ve göçmen düşmanı faşist propagandasına istemeyerek de olsa aracı oldular.

Katliamın ardından amacının "sapkın ideolojisini tüm dünyaya duyurmak, ırkçı düşüncelerini yaygınlaştırmak ve dikkat çekmek" olduğunu sürekli vurgulayan; "faşist düşüncelerini açıkladığı videonun ve manifestosunun yaygınlaşması"nı isteyen bu cani amacına ulaşmış görünüyor. Çünkü bir yıla yakın bir süredir devam eden yoğun propaganda sayesinde, şu anda Breivik Müslüman ve göçmen düşmanı olan ırkçı faşist gruplar tarafından sözde kahraman ilan edilmiş durumda. Hazırladığı manifesto binlerce internet sitesinde bulunuyor; katilin resimleri, konuşmaları, videoları ve mahkeme sırasında yaptığı ırkçı söylemler, Avrupalı faşistler tarafından büyük bir heyecanla takip ediliyor, yaygınlaştırılıyor.

Avrupa ve dünya medyası bu psikopat katilin ve savunduğu sapkın ideolojinin çirkin propagandasına istemeyerek de olsa alet olmakta, 77 tane gencecik insanı vahşice katleden bir suçlunun bir nevi tanıtımcısı haline gelmektedir. Özellikle de manevi boşluk içindeki ve halihazırda ırkçı, ayrımcı görüşlere eğilimi olan gençlere adeta özendirici bir tutum sergilemektedir. 

Yapılanları "fikir özgürlüğü" gibi mantıklarla açıklamak mümkün değildir. Bu, farkında olmadan ırkçı faşizmi ve bu vahşeti teşvik etmek anlamına gelmektedir. Böylesi bir propaganda ile, Avrupa'nın ve dünyanın dört bir yanındaki ırkçı faşistlere, gözü dönmüş katillere, gözünü bile kırpmadan onlarca insanı zevk alarak öldüren sapıklara, "siz de böyle bir katliam yapın, bu kadar çok insanı öldürün, sizi de ünlü yapalım, 20 sene lüks otel gibi bir hapishanede kalırsınız, hatta deli taklidi yaparsanız hapis cezasından da kurtulursunuz" mesajı verilmektir. Tüm bu nedenlerden ötürü Avrupa medyası kendini sözde vatansever bir kahraman gibi göstermeye çalışan bu caninin propagandasına istemeyerek de olsa alet olmaktan bir an önce vazgeçmelidir.

Breivik gibi canilerin propagandasının önlenmesi için yapılması gereken, yargılama sürecinin mutlaka basına kapalı bir şekilde devam etmesidir. Bu katilin her celseyi bir faşist şov haline getirmesine izin verilmemelidir, çünkü o duruşmalarda söylenen bir sözün, yapılan bir hareketin toplumdaki yıkıcı etkisi kaçınılmazdır. Şu an internet üzerinde bu gözü dönmüş katili kendilerince kahraman ilan etmiş, televizyondaki tavırlarına övgüler yağdıran, duruşma sırasında verdiği ırkçı selamı bir mesaj olarak algılayan çok sayıda cahil insan bulunmaktadır.

Şimdiye kadar yapılan faşist propaganda -karşıt açıklaması da yapılmadığı için- zaten çok olumsuz bir etki ve çok büyük bir yıkım oluşturmuş durumdadır. Avrupa medyası daha da geç olmadan bir an önce sorumlu davranmalı, bu çok geniş kapsamlı faşist propagandaya alet olmaktan hemen vazgeçmeli, gerekirse yaptırımlar yoluyla kararlılık göstermelidir.. Tarihte yaşanmış olaylara bakıldığında ve faşizmin gerçek yüzü hatırlandığında bunun aciliyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Faşizm insani değerleri hedef almış bir vahşet politikasıdır

Çeşitli yöntemler ile meşrulaştırılmaya çalışılan faşizm gerçekte insanlığa büyük felaketler getirmiş kanlı bir ideolojidir. Yalnızca geçtiğimiz asırda on milyonlarca insanın sadece ırkları nedeniyle öldürülmesine, işkenceye uğratılmasına ve II. Dünya Savaşı gibi bir vahşetin yaşanmasına sebep olmakla kalmamış, ortaya çıktığı her yerde bir "korku toplumu" meydana getirerek tüm insani değerleri yok etmeye girişmiştir.

Adı tam olarak koyulmasa da aslında dünyanın pek çok ülkesinde perde arkasında yaşanan rejim faşizmdir. Yaşanan kargaşaların, iç savaşların, katliamların sebebi olan faşist kültür, pek çok ülkede "sokaklara" yayılmakta, şiddetten ve kan dökmekten hoşlanan barbar, öfkeli kitleler meydana getirmektedir.

Faşizmin yok edilmesinin temelinde eğitim sisteminin değiştirilmesi vardır


Faşizmi yenmek için, öncelikle faşizmin ne olduğunun anlaşılması şarttır. Faşizm asıl olarak bir kültürdür. Bu kültürün temelinde; paganizm, Darwinist "çatışma" kavramı ve Darwinist ırkçılık vardır. Faşizmin ortadan kaldırılması için, asıl olarak bu hurafelerin yok edilmesi zorunludur. Oysa sistem aksi yönde işlemektedir. Bugün ülkelerindeki faşist çeteler ile mücadele eden, onları takip etmek, yakalamak, tutuklamak, yargılamak ve cezalandırmak için milyonlarca doları terörle mücadeleye ayıran Batılı devletler, aslında bu faşistleri kendi elleriyle imal etmektedirler. Çünkü bu devletler okullarında gençlere Darwinist bir eğitim vermektedirler. Yani okullarda hayatın kanlı bir arena, bir savaş alanı olduğu yalanını anlatmakta, ayakta kalabilmek için acımasız olmak ve sürekli çatışmak gerektiği gibi Darwinist mantıkları gençlere öğretmektedirler. Dahası, insanların maymun benzeri canlılardan türemiş bir hayvan türü olduğunu ve bu sözde evrim sürecinde "ileri" ve "geri" ırklar bulunduğunu telkin etmektedirler. Bu eğitimi almış bir insanın faşist olmaması için hiçbir neden yoktur. Darwinizm’in geniş halk kitlelerine empoze edilmesiyle faşizm -gerek örgütlü biçimde, gerekse kültürel düzeyde- hızla yayılmaktadır. 

Bu nedenle, tüm dünya için "faşizme karşı etkili bir ilmi mücadele" gerekmektedir. Faşizmin ortadan kaldırılması için, bu ideolojinin sözde bilimsel temeli olan Darwinizm çürütülürken, bir yandan da insanlara sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, anlayış, adalet gibi temel ahlaki kavramların öğretilmesi ve aşılanması gereklidir.

Faşizm gibi kanlı ideolojilerin tarihten silinmesinin tek yolu anti-Darwinist, anti-materyalist eğitimdir Darwinizmin sapkın öğretileri, Breivik örneğindeki gibi çok kanlı ve acımasız sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Terörün son bulması, akan kanın durması isteniyorsa, bunun en etkili yolu Darwinizm’in geçersizliğinin anlatılması, Darwinizm’in kesin bilimsel delillerle bir safsata olduğunun açıkça gösterilmesidir.

Adnan Oktar'ın 18 Nisan 2012 tarihli A9 Tv röportajından

ADNAN OKTAR: İki saat konuşturmaya gerek yok. Neyse cezası versin göndersinler. Ne uzatıyorlar. Sürekli adama faşist propaganda yaptırıyorlar. O da çenesi bozuk. Zaten o psikopat. Dikkati çekmek istiyor. Mesajını duyurmak istiyor. Basın da ona alet oluyor. Bunun bütün yargılama safahati basına kapalı olması lazım. Versinler cezası neyse gitsin yatsın. Böyle geniş çaplı propaganda unsuru haline getirmek, bir de böyle manyakları teşvik etmek çok ayıp ve çirkin. Şimdi öyle bir şey oldu ki siz böyle cinayet işlerseniz, böyle psikopatlık yaparsanız sizi de öyle ünlü yaparız, hiçbir şey de olmaz. İster deli takılın kurtulun, isterseniz 20 sene hapis cezası alın, yatıp çıkın. Zaten orada lüks hapishaneler. Sizi dünyanın en ünlü kişisi haline getiririz gibi mantık geliştiriyorlar. Çok ayıp, çok çirkin. Adam gece gündüz faşist propaganda yapıyor ve aylarca yankısı devam ediyor faşist propagandanın. Bu hareketi bıraksınlar. Avrupa basınını uyarmak lazım.

Hayvanların Sadece Vahşi Yönlerini Gösteren Kanallar Bir Çeşit Darwinist Propaganda Yapıyorlar


Darwinizm genellikle demagoji kullanır ve sinsi yöntemlerle gündeme getirilir...

Özellikle son dönemlerde muhafazakar olarak bilinen çeşitli TV kanallarının belgesel kuşaklarında acımasız, vahşi bir doğa görüntüsü verilmektedir. Israrla, hemen her akşam yapılan yayınlarda, canlıların avlanma görüntüleri dışında bir görüntüye yer verilmemektedir. Canlılardaki muhteşem yapılar, fedakar ya da akılcı davranışlar hakkında hiçbir bilgi anlatılmamaktadır.

Israrla bu tip görüntülerin belgesel adı altında gösterilmesi, aslında bir tür Darwinist propaganda yöntemidir. Bu şekilde, Darwinizm veya evrim teorisi isimleri kullanılmadan, Darwinist ideolojinin temelini teşkil eden vahşet, kavga, mücadele ve çatışmanın doğada “doğal olarak” var olduğu mesajı verilmektedir. Söz konusu belgeselleri izleyen kişilerde, canlılar arasında güçlünün zayıfı ezdiği bir sistemin hüküm sürdüğü izlenimi bırakılmak istenmektedir. Bu fikre alıştırılan izleyiciler, tarihin en büyük kitle aldatmacasına yani evrim teorisine bir nevi alıştırılmaktadırlar. Güçlünün güçsüzü ezdiği ve böylelikle zayıf türlerin elenerek güçlü türlerin ayakta kaldığını iddia eden evrim teorisinin temel ve sapkın fikrine aşina haline getirilmektedirler. Kısacası “belgesel” adı altında gösterilen BU VAHŞET SAHNELERİ İLE AÇIKÇA DARWİNİZM PROPAGANDASI YAPILMAKTADIR.

Şaşırtıcı olan, söz konusu kanallarda AYNI CANLILARIN OLAĞANÜSTÜ ÖZELLİKLERİNE VE FEDAKARANE DAVRANIŞLARINA HİÇBİR ŞEKİLDE YER VERİLMİYOR OLMASIDIR. Bir canlının diğerini avlayarak yiyecek ihtiyacını karşılaması doğrudur, canlıların bir kısmı bu şekilde yaratılmışlardır. Fakat avlanmak canlının binlerce özelliğinden yalnızca biridir. Hayvanlar o kadar muhteşem özelliklere sahiptirler ki, söz konusu kanallarda bu konulara hiç yer verilmiyor olması gerçek anlamda şaşırtıcıdır. Fillerin topluluk olarak yavru bir fili korumak için olağanüstü önlemler alması, bir timsahın caretta caretta yavrularını dişlerinin arasında denize kadar taşıması, dişi ve erkek sihlid balıklarının yumurtalarını zarar görmesin ve daha fazla oksijen alabilsin diye nöbetleşe yelpazelemeleri, erkek penguenlerin kış ayı boyunca hiç yemek yemeden ve hareket etmeden yumurtalarını ayaklarının üzerinde taşımaları gibi mucizevi özellikler hiçbir şekilde konu edilmemektedir. Kuşların kendilerine yuva yapma becerilerinden, arıların kusursuz açılarla petek kurma kabiliyetlerinden, kunduzların inşa ettikleri barajlardan, termitlerin metrelerce yükseklikte evler inşa etmelerinden, saniyede 1000 defa kanat çırpan böceklerdeki muhteşemlikten hiçbir bahis yoktur.
 
Canlı Alemindeki Güzel Özelliklerin Anlatılması Neden Önemlidir?

Darwinizm genellikle demagoji kullanır ve sinsi yöntemlerle gündeme getirilir. Bilimsel delillerle tamamen çürütülmüş bir teori olması sebebiyle bilimden kaçar, gizli demagojik yöntemlerle propagandasını devam ettirmeye çalışır. (Bkz. Darwinist Propaganda Yöntemleri) Bazı muhafazakar kanallarda söz konusu vahşet belgesellerinin gösterilmesi de bu oyunun parçasıdır. Söz konusu kanallar, bilerek veya bilmeyerek bu sinsi tuzağa düşmüşlerdir. Bu oyunla Darwinistler, muhafazakar camiayı da etki altına almayı hedeflemektedirler. Evrim teorisinin sahtekarlık olduğunu, tesadüfleri sahte ilah edindiğini bilmeyen insanlar da bu sinsi propagandadan olumsuz etkilenebilmektedirler.

Bilindiği gibi zaman zaman muhafazakar yazılı basında doğrudan evrim haberleri yayınlanmakta, kimisi hatasını anlayıp derhal bu haberleri kaldırırken, bir kısmı hala bu önemli hataya devam etmektedir. Tüm dünyaya hakim olan Darwinist diktatörlük burada da etkisini göstermektedir. Yukarıda anlattığımız bazı muhafazakar TV kanallarında alttan alta yapılan evrim propagandası da ya aynı bilgisizliğin ürünüdür veya Darwinist dayatma sistemi burada da etkisini göstermektedir. Sebebi her ne olursa olsun, söz konusu kanalların ne kadar büyük bir hata içinde bulunduklarını en kısa zamanda anlamaları ve bu hatalarından vazgeçmeleri gerekmektedir.

Canlı alemi, muhteşem, hayranlık uyandırıcı, nefes kesici özelliklerle doludur. Bu özelliklerin her biri bir insanın Allah’a iman etmesine, Allah’ın Yüceliğini ve Büyüklüğünü takdir etmesine vesile olacak güçte ve güzelliktedir. Dolayısıyla söz konusu kanalların Allah’ın üstün sanatını gösteren bu detayları tanıtması en doğrusu olacaktır. Aksi takdirde, bütün dünyaya belaları, savaşları, katliamları, komünist ve faşist ideolojilerin kanlı rejimlerini getirmiş olan; halen dünyada vahşetin, sevgisizliğin ve kargaşanın nedenini oluşturan; PKK terörü de dahil olmak üzere bütün terörist eylemlerin fikri temeli olan ve tesadüfleri sahte ilah edinerek bir Yaratıcı’nın varlığını kendince reddetmeyi amaçlayan (Allah’ı tenzih ederiz) batıl bir teorinin destekçisi olacaklardır.

Belgesellerde hayvanların sadece vahşi yönlerini gösteren tüm kanallar tehlikeyi görmeli, nasıl bir hata içine düştüklerinin farkına varmalı ve çok acil olarak bunun için tedbir almalıdırlar. İman hakikatlerini anlatarak insanların imanına vesile olmak için ellerinde çok önemli bir imkanları vardır, bunu Allah’ın rızası için mutlaka en güzel ve etkili şekilde kullanmalıdırlar. 

Davranış ve Genler Arasında Bağlantı Kuran Çalışmalar Bilimsel Olarak Güvenilmezdir


Genler ve davranışlar arasında bağlantı iddiaları, bilim adamlarının, topladıkları verileri kendi ön yargıları doğrultusunda "derleyip düzenleyerek" intiba oluşturma çabalarından ibarettir.

Örneğin bir araştırmacı, insan davranışlarının gezegenlerin hareketlerinden kaynaklandığına dair saçma bir inanç besliyorsa, birtakım insanları test edebilir ve Satürn ve Jüpiter'in konum haritalarına bakarak gezegenlerin konumuyla bu kişilerin davranış özellikleri arasında paralellikler olup olmadığını araştırabilir. Bunların sonucunda "Satürn kavgacılık gezegenidir", "Jüpiter yeniliklere açık olma gezegenidir" türünden iddialarla ortaya çıkabilir. Ancak yaptığı bu ölçüm ve ilişkilendirmeler, gezegenlerin insan davranışlarını belirlediğini kanıtlamayacaktır.

Ayrıca insan davranışları son derece komplekstir ve bunların en gelişmiş psikolojik testlerle dahi ölçülmesi neredeyse imkansızdır. New Scientist dergisinde Karen Schimidt imzasıyla yayınlanan makalede bu konuyla ilgili olarak şunlar yazmaktadır:

"Davranış, göz rengi gibi kalıtsal özelliklerin aksine, bilimsel olarak tanımlanması ve ölçülmesi zor bir şeydir. Birçok davranışsal özellik birbirinden az derecelerle çeşitlilik gösterir -insanlar çok utangaç, çok sosyal olabilir, ama aynı zamanda bunun ikisi arasında bir yerde de olabilir. Ve bu çeşitliliklerin en gelişmiş psikolojik testlerle dahi ölçülmesi neredeyse imkansızdır".5

Davranışın ölçümü neredeyse imkansız ise, bunun genlerle bilimsel olarak sağlam temellerde ilişkilendirilmesi 'tümüyle' imkansızdır. Çünkü genler binlerce sayıdadır ve üstelik birbirleriyle kompleks bir etkileşim içindedirler. Genler üzerinde var olan bilgi, kodladıkları proteinin aminoasit dizilim bilgisinden ibarettir. Hiçbir genin üzerinde hangi davranışı kontrol ettiği yazmamaktadır. Durum böyleyken "A davranışı X geni tarafından kontrol edilmektedir" gibi yaklaşımların herhangi gerçekçi bir zemine oturtulamayacağı açıktır.

----------------------------------
Dipnot

5. Karen Schmidt, "It was my genes, guv", New Scientist, vol 156 issue 2107 - 8 Kasım 1997, s. 46

21. Yüzyılda Ekonominin öncüleri İslam Ülkeleri Olacak

Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu hem jeo-stratejik olarak avantajlıdır, hem de doğal gaz ve petrol başta olmak üzere değerli enerji kaynaklarına ve doğal zenginliklere sahiptir. Ne var ki, bu kaynaklar ve stratejik imkanlar yüzyıllardır gereği gibi değerlendirilememiş ve İslam ülkeleri imkanları olmasına rağmen dünya ekonomisinde lider konumda olamamıştır. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde ekonomistler tarafından da dikkat çekildiği üzere bu durum büyük bir hızla değişmektedir. Allah’ın izniyle 21. yüzyıl İslam coğrafyasında ekonominin güçleneceği ve İslam ülkelerinin dünya ekonomisine yön verecekleri bir yüzyıl olacaktır.
İslam coğrafyası, dünya geneli ile karşılaştırıldığında sahip olduğu önemli doğal kaynaklarla dikkat çekmektedir. Ancak doğal kaynaklardaki bu zenginlik, uzun yıllardır İslam ülkelerinin ekonomisine olumlu olarak yansımamış ve İslam ülkeleri bu avantajdan gereği gibi faydalanamamıştır. Yeraltı kaynakları bakımından zengin olmasına rağmen çoğu ülkede üretimi artıracak ya da çıkarılan kaynağın ülke sanayisinde kullanılmasını sağlayacak gerekli alt yapı ve teknolojik imkan yetersiz olduğu için, bu zenginliklerin ülke ekonomisine katkısı sadece ihracatla sınırlanmıştır. Fakat içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bu durum Allah’ın izniyle değişecek İslam coğrafyası kaynaklarını doğru değerlendirerek ve imkanlarını birleştirerek hem ekonomik hem de teknolojik olarak layık olduğu seviyeye yükselecektir.

İslam Ülkelerini Refaha Taşıyacak Doğal Kaynaklar

a- Ortadoğu'nun Zengin Doğal Kaynakları
* Batı tarafından tüketilen petrolün yaklaşık yarısı bu coğrafyadan ihraç edilmekte, dünya tarım ürünlerinin %40'ı da yine bu bölgede üretilmektedir.
* Dünya ekonomisinin başta Basra Körfezi bölgesi olmak üzere, İslam coğrafyasından ihraç edilen petrol ve gaza bağımlı olduğu, pek çok ekonomist ve stratejist tarafından da açıkça ifade edilmektedir. Sadece Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır.
* Yapılan araştırmalar yalnızca Suudi Arabistan'ın ispatlanmış 262 milyar varil petrol rezervi olduğunu göstermektedir ki, bu da dünya petrolünün %25.4'ü demektir.
* Dünya petrol rezervlerinin %11'i Irak, %9.6'sı Birleşik Arap Emirlikleri, %9.2'si Kuveyt, %8.6'sı İran, %13'ü diğer OPEC ülkeleri ve geri kalan %22.6'sı da dünyanın diğer ülkelerine aittir. Üstelik ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar, Körfez bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125 artacağını göstermektedir. Bu, tıpkı bugün olduğu gibi gelecekte de, dünya enerji ihtiyacının büyük ölçüde Körfez'den sağlanacağı anlamına gelmektedir.
* Petrolün yanı sıra, Ortadoğu'nun dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun %35'e yakını Körfez bölgesindedir.
* Öte yandan Cezayir, Libya ve diğer bazı Kuzey Afrika ülkelerinin toplam rezervleri ise dünya rezervlerinin %3.7'sidir.
b- Orta Asya ve Kafkaslar'ın Yeraltı Kaynakları
* Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Örneğin Kazakistan'da şu ana kadar tespit edilmiş petrol miktarının 10-17.6 milyar varil olduğu bildirilmektedir. Doğal gaz kapasitesi ise 53-83 trilyon küp olarak tahmin edilmektedir.
* Türkmenistan'ın doğal gaz yataklarındaki miktar 98-155 trilyon küp olarak hesaplanmaktadır ve Türkmenistan dünyanın dördüncü en büyük doğal gaz üreticisidir.
* İslam ülkelerinin bazıları da çok değerli maden yataklarına sahiptir. Örneğin Özbekistan ve Kırgızistan altın üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerindendir.
* Türkiye, önemi son yıllarda daha da iyi anlaşılmış olan bor madeni açısından dünyanın en zengin rezervlerinden birine sahiptir.
* Tacikistan dünyanın en büyük alüminyum işleme tesislerine sahiptir.

Kurulacak İslam Birliği’nde Ekonomik Kültür, Batı Kültüründen Farklı Olacaktır

* Müslümanların ekonomi kültürünün Batı toplumlarına egemen olan hedonist (zevk merkezli) ekonomik kültürden farklı olduğunu ve olacağını da burada hemen belirtmek gerekir. İslam'da da Batı toplumlarında olduğu gibi serbest ekonomi geçerlidir. Özel mülkiyet hakkı vardır ve herkes dilediği gibi teşebbüste bulunabilir. Ancak, elde edilen kazancın değerlendirilmesi konusunda, İslam ahlakı, bireylere ahlaki sorumluluklar getirerek, toplumda sosyal adalet kurulmasını sağlar. Zenginlerin kazancında fakirler için de bir pay vardır ve en önemlisi, bu zenginlerden zorla toplanan bir vergi değil, onların inançları nedeniyle gönül rızasıyla verdikleri bir bağıştır. İslam'da sosyal adalet, sosyalist sistemlerin deneyip de başaramadığı gibi merkezi planlamayla ve devlet baskısıyla değil, topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır. Öte yandan İslam ahlakı, zenginleri aşırı tüketimden ve israftan da sakındırır.
* İslam Birliği'nin teşvik edeceği ve başlatacağı kalkınma ve gelişme de, Batı'daki kalkınmanın birebir aynısı olmayacaktır. Batı'nın kalkınması sırasında, çok büyük toplumsal adaletsizlikler yaşanmıştır. Örneğin Batı'nın gelişiminin öncüsü olan İngiltere'de, 18. ve 19. yüzyıllar boyunca, korkunç bir sömürü hakim olmuştur. Tüm sanayileşen Batı ülkelerinin acı deneyimler yaşadığı, Batı'nın yükselişinin milyonlarca fakir insanın ezilmesiyle sağlandığı, tarihin bilinen bir gerçeğidir.
* İslam ahlakının egemen olacağı bir toplumun kalkınma modeli ise, sosyal adaleti de içinde barındıracaktır. Batı'daki adaletsizlikler, o dönemde Batı'ya egemen olan materyalist felsefelerin "insan doğası" hakkındaki yanlış tanımından doğmuştur. İslam ahlakı ise insanların, hem atak ve girişken hem de merhametli, özverili ve adaletli olmalarını sağlar. Nitekim tarihte de böyle olmuştur. İslam medeniyetinin büyük yükselişi boyunca, Müslümanlar aynı zamanda ekonomide de dünya lideri olmuş, özellikle ticarette büyük başarılar kazanmışlardır. Ancak bu zenginleşme, modern Batı'da olduğu gibi bir grup zenginin elinde kalmamış, İslam ahlakı gereğince tüm topluma yayılmıştır.

İslam Dünyası İmkanlarını İslam Birliği ile Birleştirecek

Müslüman ülkelerin ekonomilerinin işleyişi ve ekonomik yapıları arasında farklılıklar vardır. Bazı ülkelerin ekonomisi yer altı zenginliklerine (petrol zengini ülkelerde olduğu gibi) dayalı iken, bazılarının ekonomisi coğrafi yapılarının elverişli olması nedeniyle tarıma dayalıdır. Bu farklılık kısmi de olsa toplum yapıları için de geçerlidir. Kimi ülkelerde çoğunluk kırsal kesimde yaşarken, kimi ülkelerde şehir kültürü daha hakimdir. Bu farklılıklar ancak bir ülkenin diğerini eksik yönde desteklemesi, birinin diğerinin ihtiyacını karşılaması, herkesin uzmanlaştığı konularda diğerlerine yardımcı olması ile önemli bir zenginlik kaynağına dönüştürülecektir. Kurulacak bir İslam Birliğinin, aynı çatıda toplanan İslam ülkelerine Allah’ın izniyle şu katkıları olacaktır:
* Bir iş birliği kapsamında gerçekleşecek ülkelerarası yardımlaşma tek yönlü olmayacaktır. Yapılacak ortak yatırımlar ve ortak girişimler, bu noktada önemli bir adım olacaktır. Ortak girişimler sayesinde, hem ülkeler karşılıklı olarak birbirlerinin tecrübelerinden istifade edecekler, hem de oluşturulan yatırım sahaları her iki tarafın ekonomisi için de gelir kaynağı olacaktır.
* Bir ülkede petrol üretilirken, belki bir diğerinde bu petrol işlenecek, tarım imkanları sınırlı olan bir İslam ülkesinin ihtiyaçları tarım zengini ülkeler tarafından giderilecektir.
* İş gücü sınırlı olan bir ülkenin bu eksikliği bir başka İslam ülkesi tarafından karşılanacak, iş gücü olan ancak sanayisi gelişmemiş ülkelerde de, gelişmiş olanlar çeşitli yatırımlar yapabileceklerdir.
* Yatırımın yapıldığı ülke gibi, yatırımı yapan veya yatırıma katkıda bulunanlar da bu durumdan gelir elde edeceklerdir.

Kuran'da Müminlerin Ekonomik ve Sosyal  Yardımlaşması Emredilir

İslam'ın Müslümanlar arasındaki dayanışma konusundaki hükümleri, bu konuda tüm Müslümanlar tarafından dikkate alınmalıdır. Allah Kuran'da insanlara mal hırsından korunmayı, ihtiyaç içinde olanları koruyup gözetmeyi ve yardımlaşmayı emretmiştir. İman edenlerin mallarında, ihtiyaç içinde olanlar için bir pay vardır. (Zariyat Suresi, 19)

Konuyla ilgili bir ayet şu şekildedir:

"Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir." (Talak Suresi, 7)

Ayrıca Kuran'da Rabbimiz, iman edenlerin birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir. (Tevbe Suresi, 71) Dost, yardımcı, destekçi, koruyucu gibi anlamlar içeren "veli" sözcüğü, Müslüman toplumlar arasındaki dayanışmanın ve desteğin önemini vurgulamaktadır. İslam ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci ile kurulacak iş birlikleri, Müslümanlara refah ve bolluk getirecek, İslam dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan yoksulluğun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.
Unutmamak gerekir ki, Kuran ahlakının hakim olduğu toplumlarda, açlık, yokluk ve fakirlik gibi sorunlarla karşılaşılmaz. Müslümanlar, akılcı, ileri görüşlü politikalar izleyerek, diğer toplumlar ve ülkelerle iyi ilişkiler kurarak, ticaret ve kalkınmaya önem vererek, diğer kültürlerin birikimlerinden yararlanarak, kendi toplumlarını geliştirirler. Tarihte böyle olmuştur ve yakın gelecekte de İslam Birliği önderliğinde, Allah'ın izniyle, yine böyle olacaktır.

* Bilgi birikimi ve tecrübe paylaşımı bereketi artıracak, teknolojik gelişmelerden tüm Müslümanlar gereği gibi yararlanacaklardır.
* İslam dünyasının imkanlarını ve gücünü birleştirmesini sağlayacak ortak girişimlerle, yüksek teknoloji ürünü olan pek çok malzeme Müslüman ülkelerde de üretilebilecektir.
* Oluşturulacak İslam ortak pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir.
* Ticaret alanı genişleyecek, tüm Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu, Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır.
* Müslüman ülkeler diğer yatırım gruplarına karşı ortak bir güç olarak hareket edebilecek ve küresel ekonominin önemli bir parçası haline geleceklerdir.
* Müslüman halkların refah seviyesi ve yaşam standardı yükselecek, İslam dünyasındaki eşitsizlikler ortadan kalkacaktır.
* Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracak, teknolojinin ilerlemesi ekonominin daha da hızla büyümesini sağlayacaktır
* Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir.
* İslam Birliği çatısı altında bireylerin vize ve sınır engeli olmadan rahatça hareket edebildikleri, ticaret serbestliğinin olduğu, serbest girişimciliğin desteklendiği bir sistem, İslam dünyasının hızla kalkınmasına aracı olacaktır. Bu kalkınma hareketi, doğal olarak Müslüman ülkelerin hızla modernleşmelerini ve ileri toplumlar seviyesine ulaşmalarını sağlayacaktır.

21. Yüzyıl Hz. Mehdi Vesilesiyle Kaynakların Doğru Değerlendirildiği Bir Yüzyıl Olacak

Peygamber Efendimiz (sav)’in “Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne dek onun mislini kesinlikle bulmamıştır...” (Sünen-i İbni Mace, 10-347/ Ramuz el Ahadis, s. 508) hadisiyle müjdelediği Altınçağ, kıyamete yakın bir zamanda, Kuran ahlakının hakim olacağı ve din ahlakının insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemi ifade eder. Rabbimiz bu dönemde sosyal adaletsizliklerin, Darwinizm gibi materyalist akımların, reenkarnasyon gibi sapkın öğretilerin, zulmün ve kavgaların son bulması için Hz. Mehdi yani doğruya götüren sıfatını taşıyan üstün ahlaklı bir kulunu vesile kılacaktır.

Hz. Mehdi ve bu kutlu şahıs ile aynı dönemde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa’nın önderliğinde yaşanacak olan Altınçağ’da, Allah’ın izniyle İslam ahlakının yeryüzü hakimiyeti yaşanacak, İslam coğrafyasındaki zengin yer altı kaynakları en verimli şekilde değerlendirilecek ve İslam ülkelerindeki yazı boyunca müjdelenen kalkınma ve adaletli ortam tüm dünya ekonomisine etki edecektir. Böylece "Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) ayetinin hükmüne uygun olarak hareket eden Hz. Mehdi ve Hz. İsa vesilesiyle tüm dünyada ekonomik refah yaşanacak, sosyal adaletsizlikler ortadan kaldırılacaktır. Güçlü olan haklı olmayacak, haklı olan güçlü olacaktır. Kuran ahlakının hakim olduğu bu dönemde toplumun her kesimindeki insanlar arasında çok büyük bir eşitlik yaşanacak ve Allah’ın izniyle huzur ve güven dolu bir ortam olacaktır.

Mümin Her Şartta Neşeli,Huzurludur

Mümin, her koşulda Allah’a teslim olan bir ruhta yaşadığı için hadiste anlatıldığı gibi hayatının her anı güzellikle dolu olur. Allah’ın sunduğu güzelliklere şükrettiği için sevinci sıradan bir insana göre çok daha yoğun olur. Sahip olduğu nimet dolayısıyla Allah’ı yüceltmek, O’na sevgisini sunmak müminin neşesine daha da bir coşku katar. Allah kendisine imtihan olarak bir zorluk yarattığında da bu coşkusunda hiçbir azalma olmaz. Bu sıradan bir insana çok şaşırtıcı gelebilir ama mümin bu tarz durumlarda da Allah’a şükreder.Hastalık, zor yaşam şartları, yoksulluk gibi zorluk gibi görünen zamanları mümin fırsat bilir ve yine coşkuyla Allah’a bağlılığını gösterir. Böyle zamanlarda mümimin sabrı tahammül şeklinde olmaz. Bilakis Allah, kendisine sabır göstermesi gereken bir durum yarattığı için bunun sevincini yaşar ve bir nimete kavuştuğunda duyduğu şekilde neşeli olur. Mümin zorlukların, çilenin imanını olgunlaştıracağını bildiği için bunları Allah’ın kendisine sunduğu bir nimet olarak değerlendirir. Dolayısıyla zahiri bir gözle bakıldığında sıkıntı gibi görünen olaylar aslında Allah’ı derin manada düşünebilen mümin için birer nimettir.

Retina Hücrelerinden Bilgisayar Devrelerinin Tasarımına



Gözümüzün sinir hücreleri olan "retina hücreleri"nin gelen ışığı tanıyıp yorumlayarak, değerlendirdiği bilgiyi bağlantıda olduğu diğer hücrelere iletmesi, yeni bilgisayarlara model oluşturmaktadır.
Bunun sebebi ise retina hücrelerinin yalnızca ışığa hassas hücrelerden ibaret olmamasıdır.Retina birbirleriyle yoğun bir bağlantı oluşturmuş sinir hücrelerinden oluşur. Işığa ait sinyaller daha beyne iletilmeden önce birçok işlemden geçirilir. Örneğin retinayı oluşturan hücreler; cisimlerin kenarlarını hesaplar, ışık sinyalinin gücünü arttırır, aydınlık veya karanlığa göre uyum sağlar. Günümüzün güçlü bilgisayarları da bu işlemleri yerine getirebilmektedir, fakat retinadaki sinir ağı bu olağanüstü işlemi çok düşük bir güçte kolaylıkla gerçekleştirmektedir.

Sonsuz ilim sahibi Allah'ın insanın bedeninde yarattığı bu mükemmel yapıyı, benzersiz sanatı ve üstün ilmi takdir edebilen her insan, Allah'a yönelip dönmelidir. Kuran'da, bu nimetler karşısında Allah'a sürekli şükür içinde olunması gerektiği şu şekilde bildirilmektedir:
"De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

Bilgisayarlardaki Virüs Tehlikesine Karşı Bağışıklık Sistemimizden Gelen Çözüm

Bir bilgisayar bir virüsten etkilenecek olursa bu, dünyadaki diğer bilgisayarların da etkilenebileceği anlamına gelir. Dolayısıyla pek çok firma, bilgisayar network sistemlerini virüslerden korumak için bir "bağışıklık sistemi" oluşturmanın gerekliliğini hissetmiş ve bu alanda çok sayıda çalışma yapmaya başlamışlardır. Bu çalışmaları sürdüren merkezlerden biri de New York'ta bulunan, IBM'in Watson Araştırma Merkezi'ndeki virüs yalıtım laboratuvarıdır. Burası, öldürücü virüslerle çalışan yüksek güvenlikli bir mikrobiyoloji laboratuvarıdır. Ayrıca burada, şimdiye kadar tanımlanmış 12.000 bilgisayar virüsünü teşhis edebilecek, aynı zamanda virüsü güvenli bir şekilde bilgisayarlardan izole ve yok edebilecek programlar üretilmektedir.
Biraz önce bahsettiğimiz siber alemdeki virüslere karşı mevcut bilgisayar sistemlerini koruyabilecek dünya çapında bir bağışıklık sistemi kurmaya çalışan firmalardan birisi de ünlü IBM firmasıdır.
Firma yetkililerinden biri olan Steve White, bu konuda çözüme ulaşabilmek için insan vücudundaki gibi bir bağışıklık sisteminin kurulması gerektiğini şöyle ifade etmektedir:
"İnsan ırkının varlığını devam ettirebilmesinin tek sebebi, sahip olduğu bağışıklık sistemidir. Siber-alemin devamı için de bir bağışıklık sistemine sahip olması şarttır. (http://www.newscientist.com/hottopics/ai/strikesback. jsp)

Araştırmacılar bilgisayar ağları ile canlılar arasında kurdukları bu bağlantı sayesinde, bilgisayarları tıpkı savunma sistemimizin işleyişi gibi koruyan programlar üretmeye başlamışlardır. Onlara göre epidomoloji (salgın hastalıklarla ilgilenen bilim dalı) ve immunolojiden (bağışıklık sistemi ile ilgilenen bilim dalı) öğrendiklerimiz, canlı organizmaları koruduğu gibi elektronik organizmaları da yeni tehlikelerden koruyabilecektir.

Bilgisayar virüsleri, bilgisayarlara sızıp kendilerini kopyalayarak çoğaltacak ve girdiği bilgisayarda hasarlar oluşturacak şekilde dizayn edilmiş sinsi programlardır. Bu virüslerin belirtileri, tıpkı insanlarda görülen çeşitli hastalıklar gibi, bilgisayar sisteminin yavaşlaması, bazen de esrarengiz bir şekilde dosyalarda hasar oluşmasıdır.

Virüs tehdidine karşı bilgisayarınızı korumayı vaad eden programlar, bilgisayarınızın hafızası tarafından daha önce tanımlanmış virüslerin izlerini bulmak için bilgisayarın bütün belleğindeki her kodu araştıran teşhis programlarıdır. Bilgisayar virüsleri, yazılımcısının imzası niteliğini taşıyan ve tanınmasına imkan veren izler barındırırlar. Bilgisayardaki virüs tarayıcı program bu imzayı bulduğunda, bilgisayara virüsün bulaştığına dair bir uyarı verir.

Yine de anti virüs programlarının bilgisayarlar için tam bir koruma sağladığı söylenemez. Çünkü bazı kişiler birkaç gün içinde yeni virüsler hazırlayıp bilgisayar ortamlarına yerleştirebilmektedir. Bu durumda anti virüs programlarının sürekli olarak güncellenmesi, yeni virüs izlerini tanımalarını sağlayacak bilgilerin verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sistemler devamlı yenilenmeli ve yeni geliştirilen virüslere karşı yeni anti-virüs programlarının eklenmesi gereklidir.

Ayrıca dünya çapında internet kullanımının yayılması ile birlikte bu virüsler de çok büyük bir hızla yayılmaya ve bilgisayarlara ciddi hasarlar vermeye başlamıştır. IBM firması araştırmacıları da çözümü, doğadaki örneklerin taklit edilmesinde bulmuşlardır. Herşeyden önce bilgisayar virüslerinin de suni bir hayatı vardır ve tıpkı doğadaki biyolojik virüsler gibi, içinde bulundukları sistemi kendilerini çoğaltmak için kullanırlar. Araştırmacılar bu benzerlikten yola çıkarak insanın bağışıklık sisteminin insan vücudunu nasıl koruduğunu incelemişlerdir.

Vücut, yabancı bir organizmayla karşılaştığında hemen istilacıyı tanıyıp etkisiz hale getirecek bir antikor oluşturmaya başlar. Bağışıklık sistemi hastalığa yol açabilecek hücrenin bütününü analiz etmek durumunda da değildir. İlk enfeksiyon yatıştırıldığında, vücut ileriki bir enfeksiyonda daha hızlı karşılık verebilmek için bu antikorlardan bir kısmını hazır tutar. İşte bu hazır tutulan antikorlar sayesinde hücrenin tümünün incelenmesine gerek kalmaz. Nitekim mevcut anti-virüs programları da bütün virüsü değil ama
virüsün imzasını tanıyacak bir antikoru içerirler.

Görüldüğü gibi insanları teknolojik alanda çaresiz bırakan konuların çözümleri dahi doğada mevcuttur. Her detayın düşünülmüş olduğu kusursuz bir işleyişe sahip savunma sistemimiz, daha biz doğmadan önce bizi korumak göreviyle- hazır bulundurulmuştur. Rabbimiz herşeyi koruyan ve gözetendir. Bir ayette şöyle buyrulur:

"... Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 57)

www.nanoteknolojimucizesi.com

Her canlı üstün ve mükemmel sistemlere sahiptir. Bu mükemmel sistemler ilk yaratıldıkları anda kusursuz ve eksiksiz olarak ortaya çıkmışlardır. Çünkü Allah, "kusursuzca var eden"dir. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"(Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir." (Kaf Suresi, 8)