tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ERMENİ SOYKIRIMI MASALI VE TÜRK-ERMENİ DOSTLUĞU


Osmanlılar Tarafından "Millet-i Sıdıka" ünvanına layık görülen Ermeniler, Türklerle Yüzyıllar Boyunca Dostluk İçinde Yaşamışlardır


Türk ve Ermeni milletlerinin ilişkilerini konu alan çok sayıda yazı yazıldı, tartışmalar yapıldı ve türlü tezler önü sürüldü. Her biri derin bir araştırma konusu olan bu tartışmaların dönüp dolaşıp geldiği nokta ise hep aynı oldu: "Ermeniler asırlar boyunca, önce Selçuklu daha sonra da Osmanlı'nın adil yönetimi altında çok büyük bir hoşgörü ve huzur ortamında yaşamışlardır."

Bu gerçek yüzyıllardır Türk-Ermeni ilişkilerini araştıran tarihçilerce-hatta Ermeni tarihçilerin büyük bir bölümü tarafından da- tasdik edilmektedir. Gerçekten de Osmanlı yönetimi farklı dillerde konuşan, farklı dini görüşleri olan ve farklı etnik kökenlere sahip çok sayıda milleti asırlar boyunca hoşgörü içinde yönetmeyi başarmış çok güçlü bir devletti. Zaten dört kıtada kurduğu güçlü imparatorluğun temelinde de İslam ahlakının getirdiği bu büyük hoşgörü, adaletli ve barışçıl tutum yatıyordu. Peki yıllardır Türkiye'nin önüne farklı vesilelerle getirilmeye çalışılan bu sözde soykırım konusunun aslı neydi? Asırlar boyunca barış içinde ve kardeşçe yaşayan Türk-Ermeni halkları arasında nasıl bir ilişki vardı? Ne olmuştu da Osmanlı yönetimi tarafından "millet-i sıdıka" ünvanına layık görülen Ermeni toplulukları sadakatları sorgulanan bir halk haline gelmişti?

Ortaya atılan iddiaları anlayabilmek ve sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için Ermenilerle Türklerin ortak tarihlerini incelemek gerekir. Çünkü bu iki kardeş halkın tarihlerinin kesiştiği noktadan günümüze uzanan bin yıllık dönemin incelenmesi, iddiaların cevabını da kendiliğinden ortaya koymaktadır.

Ermenilerle Türklerin tarihlerinin kesiştiği nokta


Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konum dolayısıyla tüm dünyanın dikkatini çeken bir ülkedir. Asya ve Avrupa kıtaları arasında bir köprüdür, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan boğazlara sahiptir, Ortaasya, Ortadoğu ve Kafkasya'daki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği bir noktadadır. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, günümüzde ise Türkiye Cumhuriyeti bu kritik konumu nedeniyle çeşitli ülkelerin ilgi alanı olmuş, plan ve entrikaların hedefi haline gelmiştir. Türkiye üzerindeki planlarını uygulamak isteyen ülkeler, bu hedeflerine ulaşmak için türlü yollara başvurmuşlardır. Osmanlı imparatorluğu içinde huzur içinde yaşayan azınlıkları yönetim aleyhinde kışkırtmış, kendi hedeflerini gerçekleştirmek için onları kullanmışlardır. Ermeniler de bu halklardan biridir. Özellikle de Rusya ve İngiltere Ermenileri kendi hedefleri uğrunda bir piyon gibi kullanmışlardır.

Ancak asırlardır süregelen Türk-Ermeni ilişkilerini, sadece 1. Dünya Savaşı yıllarındaki kısa dönem çerçevesinde değerlendirmek çok sağlıklı olmaz. Çünkü Ermenilerle Türklerin dostlukları bin yıl öncesine kadar uzanmaktadır.

Bugün Ermenilerin öne sürdükleri sözde soykırım senaryosunun temeli Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiasına dayanmaktadır. Buna senaryoya göre Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar ile başlayarak Ermeni topraklarını işgal etmişler ve her zaman zulmetmişlerdir. Hatta bu zulüm hala devam etmektedir. Ancak Türk-Ermeni ortak tarihini incelemek bu iddiaların tamamen asılsız olduğunu delilleriyle ortaya koymaktadır. Üstelik Ermeni halkının da 1. Dünya Savaşı'na kadar böyle bir iddiası olmamıştır. Öncelikle, Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiası tarihi gerçekleri yansıtmamaktadır. Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturdukları bölge tarihin kaydettiği dönemlerde MÖ 521'den 344'e kadar bir Pers vilâyeti, 344'den 215'e kadar Makedonya İmparatorluğunun bir parçası, daha sonra sırasıyla Selefkitlere tâbi bir vilâyet, Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık sık el değiştiren bir bölge, Sasani vilâyeti, daha sonra da bir Bizans vilâyeti olmuştur. Bu toprakların 7. yüzyıl sonlarından itibaren sahibi Emevilerdir. Onlardan sonra 10. yüzyıl sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmış, 10. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu'nun tamamına Bizans İmparatorluğu yeniden hakim olmuştur. 10, yüzyıldan itibaren de bölgeye Türkler gelmişlerdir. Ermeniler çok eski tarihlerden beri bölgede varlığı devam eden, medeni ve kadim bir millettir. Ancak tarih boyunca çeşitli egemenlikler altında yaşamış, hiçbir zaman bağımsız ve sürekli bir devlete sahip olamamışlardır. Dolayısıyla Doğu Anadolu'nun bir Ermeni anayurdu olduğu iddiası gerçeklerle örtüşmemektedir. Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan'ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır:
"Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur." 1

Ermeniler en büyük zulmü Bizans İmparatorluğunun yönetimi altında yaşarken görmüşlerdir. Bu konu ile tarihçiler tarafından da sıkça dile getirilmiştir. Ünlü Ermeni tarihçisi ve aynı zamanda Urfalı olan Mateos halkın buralardan sürüldüğünü, evlerinden zorla çıkarıldıklarını ifade etmektedir. Mateos "İki yıl sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenilere karşı yürüdü, Hristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli bir yılan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu" sözleriyle Bizanslıların Ermeni halkına karşı uyguladığı şiddeti dile getirmiştir.

10. yüzyıl Bizans yönetiminde iç karışıklıkların yaşandığı ve istikrarın bozulduğu bir dönemdir. İşte bu karışık dönem içinde Selçuklular Anadolu topraklarına girmişlerdir. 26 Ağustos 1071 tarihinde, Malazgirt yakınında, Van Gölü'ne yakın bir yerde Bizans İmparatorunun ordusunu bozguna uğratan Alparslan sayesinde Türkler Anadolu'ya adım atmış ve Ermenilerin çok büyük sevinç gösterileriyle karşılanmıştır. Tarihçi Mateos Selçukluların Ermenilere karşı tavrını "Melikşah'ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu. İsa'nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi" sözleriyle ifade eder.2 Mateos, Sultan Kılıç Aslan'ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:

"Kılıç Aslan'ın ölümü Hıristiyanları yasa boğmuştur. Zira bu Sultan yüksek karaterli ve hayırsever bir insandı."
Yukarıdaki ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi Selçuklu Türkleri, Ermenilere çok büyük bir hoşgörü göstermiş, onların dinlerini, törelerini ve sosyal yaşantılarını korumalarını sağlamıştır. Bu anlayış, Anadolu Selçukluları döneminde de devam etmiştir. Ermeni tarihçi Asoghik'in "Ermeniler, Bizans'a olan düşmanlıkları nedeniyle, Türklerin Anadolu'ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir" şeklindeki sözleri bu gerçeği doğrulamaktadır.

Selçukluların ilerlediği topraklar, üzerinde diğer kavimlerin yanı sıra Ermenilerin de yaşadıkları Bizans topraklarıdır. Yani Selçuklular herhangi bir Ermeni devletine ya da prensliğine karşı savaşmamış, onların topraklarını ele geçirmemiş, karşılarında düşman olarak sadece Bizanslıları görmüşlerdir. Bunun dışında öne sürülecek her türlü iddia tarihi gerçekler karşısında yaşayamayacaktır. Üstelik tarih, Ermenilerin Bizans zulmüne karşı Selçukluların yanında yer aldıklarını, onlara yardım ettiklerini ortaya koymaktadır. Ortada Türk-Ermeni çatışması değil, asırlar sürecek olan bir kardeşlik yolunda atılan ilk adımlar vardır.

Ermeniler Osmanlı Topraklarında Aradıkları Hoşgörüyü, Güvenliği ve Barışı Bulmuşlardır


Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin ilk kuruluş yıllarında bazı küçük devlet ve beyliklere bağlı bir şekilde hayatlarını devam ettirmişlerdir. Osmanlılarla ilk ilişkileri ise Osman Gazi döneminde başlamıştır. Osman Gazi 1324 yılında Bursa'yı merkez yaptıktan sonra, Kütahya'da yaşayan Ermenileri ve ruhani reislerini buraya nakletmiştir. Bu güçlü ilişki Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine kadar hiçbir kesintiye uğramadan devam etmiştir. Özellikle de Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında İstanbul'u almasıyla başlayan dönem, Ermeniler için adeta bir altın çağ olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet kendi talebi ile Ermenilerin Bursa'daki ruhani reisi Hovakim'i İstanbul'a getirtmiş, Rum Patrikliği'nin yanında, bir de Ermeni Patrikliği'ni 1461'de kurdurmuştur. Patrik, padişahın fermanıyla Ermeni cemaatinin lideri ilan edilmiş ve Ermeniler tamamen onun yönetimine bırakılmıştır. Bu dönemden sonra çeşitli ülkelerden İstanbul'a büyük bir Ermeni göçü yaşanmış, İstanbul'da güçlü bir Ermeni topluluğu oluşmuştur. Yavuz Sultan Selim'in Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu'yu fethetmesiyle birlikte, buradaki Ermeniler de İstanbul'daki cemaatin bünyesine dahil olmuş, İstanbul Patrikliği'ne bağlanmışlardır. Osmanlı yönetimi boyunca Ermeniler dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan çok büyük bir özgürlük yaşamışlardır.

Bu büyük hoşgörü ve iyi niyet Fatih Sultan Mehmet'ten sonra da devam etmiştir. Diğer gayrimüslim toplulukların olduğu gibi, Ermenilerin de dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır. Ermeniler gerek yönetimde, gerek sanat alanında, gerekse ticari hayatta çok önemli bir yer edinmişler ve toplumun en müreffeh sınıfı haline gelmişlerdir. Osmanlı Devleti'ne sadakatleri, güvenilir olmaları, iyi niyetli tavırları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere atanmalarına sebep olmuştur. Ermenilerin Osmanlı yönetiminden memnuniyetleri geçtiğimiz yıl, yani Osmanlı'nın 700. kuruluş yılında, İstanbul Ermeni Patrikhanesi 538. doğum günü kutlanırken de çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob bu törenler çerçevesinde 22 Mayıs 1999 tarihinde yapılan bir törende duygularını şu şekilde ifade etmişti:

"… Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni Episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü… Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını gözönünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz…"

Patrik II. Mesrob'un bu sözleri aslında Türk-Ermeni ilişkilerinin gerçek boyutunu da gözler önüne sermesi bakımından çok önemlidir. Çünkü gerçekten de Osmanlı hoşgörüsü dünyada eşi benzeri olmayan, çağlar üstü bir yaklaşımı ifade etmektedir.

Ermeni sorunu Rusya ve İngiltere'nin tahrik ve vaatleriyle ortaya çıkmıştır


Selçuklu ve Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı hoşgörülü tutumunu dikkatle inceleyen bir kişi, bugün oluşan gerilim karşısında doğal olarak şaşkınlığa düşer. Gerçekte ise bu gerilim yazının başlarında da ifade ettiğimiz gibi kimi ülkelerin bilinçli kışkırtmaları ve sahte vaatleri sonucunda ortaya çıkmış, zaman içinde gelişmiş ve bugünkü halini almıştır.

Gerçekte Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma süreci, imparatorluk içindeki azınlıkların rahatsızlıklarından değil, Fransız Devrimi'nin doğurduğu bağımsızlıkçı ideolojilerden kaynaklanmıştır. Bir başka deyişle Osmanlı azınlık isyanlarının hepsi temelde "dış kaynaklı"dır. Bu isyanların sonuncusu sayılabilecek olan Ermeni bağımsızlık hareketleri de bu kuralı teyid eder.

Ermeni Sorununun ilk ortaya çıkışı Osmanlı devletinin zayıflamasıyla aynı tarihlere rastlar. 1877-1878 yıllarındaki Rus harbini Osmanlı'nın kaybetmesinin ardından, Trabzon'a kadar olan bölge Rusya'nın yönetimine geçmiştir. O döneme kadar Osmanlı tebaası olan ve huzur içinde hayatlarını devam ettiren Ermeniler, bağımsız bir devlet kurma vaatleriyle kışkırtılmış ve Rus askerleriyle işbirliğine girip, Türklere karşı savaşmışlardır. Dolayısıyla bu dönemden sonra Rus-Ermeni ilişkileri, Türk-Ermeni ilişkileri üzerinde belirleyici bir rol oynamıştır.

Osmanlı Devleti'nin zayıflaması dışarıdan yapılan müdahaleleri de artırmıştır. Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaşma niyetinde olan İngiltere, Fransa gibi ülkeler, imparatorluk içine soktukları provokatörler vasıtasıyla Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmaya çabalamışlardır. Bu çabalar zaman içinde sonuç vermiş, oluşturan teşkilat ve komiteler, Ermeni cemaatini Osmanlı'nın Müslüman tebasına karşı tahrik etmiştir. Çıkarılan isyan hareketlerinde iki toplum da çok fazla kayıp vermiş, iki kardeş halk birbiriyle savaşır hale gelmiştir.

Ancak sorun 1. Dünya savaşı sırasında Ermenilerin düşman tarafında yer almalarıyla daha da kalıcı hale gelmiştir. Yıllar boyunca Türklerle aynı cephede yer alan Ermeniler, İtilaf Devletleri'nin tahrik ve vaatleriyle yıllarca huzur içinde yaşadıkları Osmanlı topraklarını düşmanla birlik olup, yağmalamaya girişmişlerdir. Bu girişimlerde Rusya çok önemli bir rol oynamıştır. Çünkü dönemin Çarlık Rusyası Osmanlı Devleti'nin topraklarını kendine genişleme alanı olarak görmüş ve Osmanlı Hıristiyan cemaatini kendi himayesi altına almayı hedeflemiştir. Bu amaçla da gerek Balkanlardan gerekse Kafkaslardan Osmanlı topraklarına girmeye çalışmıştır. İngiltere'de aynı şekilde Doğu Anadolu topraklarının kendi kontrolünde kalmasını istemiştir.
Rusya ve İngiltere'nin Doğu Anadolu'daki çıkarları Ermeni toplumunun Osmanlılara karşı kullanılması üzerine kuruluydu. Bu gerçek şu ana kadar pekçok Batılı ve Ermeni tarihçi tarafından da dile getirilmiştir. Ancak Osmanlı yönetiminden hiçbir şikayeti olmayan ve barış içinde yaşayan halk üzerinde bu girişimler ilk başlarda etkili olmamış, kurulan teşkilatları büyük bölümü zaman içinde yokolup gitmiştir. Osmanlı toprakları içinde başarılı olamayınca, bu kez farklı ülkelerde Ermenistan hayalini gerçekleştirmek için teşkilatlar kurulmuştur. Bu komiteler dışarıdan aldıkları destekle halkın büyük bölümü üzerinde etkili olmayı başarmışlardır. Ermeni propagandasının bugünkü önde gelen kişilerinden Louise Nalbantyan kurulan bu komitelerin amacını"Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardı. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetinde yararlanılacaktı… Komite, Osmanlı hükümetini terörize etmeyi amaçlıyordu" şeklinde tanımlıyordu. 3 Yani Anadolu'da isyanlar çıkartmak için yabancı devletler tarafından kışkırtılan Ermeniler kendilerine yöntem olarak "terörü" seçmişlerdi. Bu komitelerin kurulmasını takip eden yıllarda Anadolu'nun dört bir yanında isyanlar çıkartılmıştır. İsyanlarda pekçok masum insan hayatını kaybetmiş, bu isyanlar nedeniyle Anadolu topraklarında gerçek manada bir huzur sağlanamamıştır.
1. Dünya Savaşı'nın başlaması Ermeni isyancılar tarafından büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Savaş başlamadan önce Osmanlı Devleti'nin yanında yer alacakları vaadinde bulunan Ermeniler, kısa süre sonra bu vaadlerinden dönmüşlerdir. Rus devletinin saflarında yer almış, Osmanlı'ya karşı savaşmışlardır. Taşnak komitesinin örgütüne verdiği şu talimat Ermenilerin savaş sırasındaki politikalarını çok iyi ifade etmektedir:
"Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretler iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip, Ruslarla birleşeceklerdir." 4
Savaş başladığında tüm bu talimatlar uygulamaya geçmiş, Osmanlı ordusuna ve sivil Müslüman ahaliye karşı türlü saldırılar gerçekleştirilmiştir. Sadece Türkler hedef alınmamış, Rumlar, Museviler ve bu politikayı desteklemeyen Ermenilere karşı dahi saldırılar düzenlenmiştir.

Bu sırada Osmanlı devleti İngiliz ve Fransız ordularıyla türlü cephelerde savaşmaktaydı. İsyanların devam etmesi ve Anadolu'nun giderek daha da karışması üzerine Osmanlı hükümeti önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmekle yetinmiştir. Ancak bu barışçıl tavır bir sonuç vermeyince 24 Nisan 1915'de Osmanlı devleti isyanları örgütleyen tüm Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhinde faaliyette bulunmak suçundan tutuklatmıştır. Bu kararla Osmanlı hükümeti benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt göstermeyeceği bir önleme başvurmuştur. Pek çok cephede devam eden savaşta başarılı olmanın ancak içte huzurun ve birliğin sağlanmasıyla mümkün olacağı açıktır.. Bu nedenle de savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı topraklarına, Suriye'ye tehcir etmiştir. 5
Bu tehcir (göç ettirme), bir soykırım ya da bir katliam değil, güvenlik nedeniyle bir grubun başka bir toprakta ikamete mecbur edilmesi yönünde alınmış bir tedbirdir. Düşmanla işbirliği yapan ve ülkenin birliğine zarar veren bir topluluğun zararlı faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla alınmış son derece akılcı bir karardır. Kaldı ki Osmanlı devleti bu tehcir esnasında Ermenilerin mağdur kalmamaları için türlü tedbirler almıştır. Osmanlı Bakanlar Kurulu'nun 30 Mayıs 1915 tarihli kararı Osmanlı yönetiminin bu konudaki adaletini gözler önüne sermektedir. Bu kararda, Ermeniler canlarının ve mallarının korunmasını, göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlayabilmeleri için yardımın yapılmasını, ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmasını, hükümet tarafından evler yapılmasını, alet ve techizat temin edilmesini, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanmasını, sağlık durumlarının hergün doktorlar tarafından kontrol edilmesini, hasta, kadın ve çocukların trenle gönderilmesini ve alınması gereken daha pekçok önlemi bildiren emirler yayınlamıştır. Ayrıca, tehcir sırasında Ermenilere karşı herhangi bir saldırıda bulunanların tevkif edilerek, Divan-I Harp Mahkemesine sevk edilmesi ve en ağır şekilde cezalandırılmaları karara bağlanmıştır. Ortaya çıkan can kayıpları ise, savaş sırasındaki çarpışmalar, isyanları önleme girişimleri ve günün koşulları gözönünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Savaşın zor şartları altında ve Osmanlı hükümetince kontrol edilemeyen bazı fanatiklerin saldırıları neticesinde çok sayıda Ermeni hayatını yitirmiştir. Ancak bu elbette bir soykırım değildir. Bu gerçek dışı iftira, o yıllarda Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan İngiliz ve Fransızlar tarafından bir propaganda malzemesi olarak ortaya atılmış ve günümüze kadar da yine benzeri siyasi amaçlarla taşınmıştır.

Kısacası Osmanlı Devleti tarafından Ermenilere karşı bir soykırım gerçekleştirildiğini iddia etmek, tarihi gerçekleri saptırmaktır. Bugün Ermenistan'ın yaptığı da gerçekleri saptırmaktan başka birşey değildir.

Ermenistan Devleti'nin politikasını kimler yönlendiriyor?



Ermenistan SSCB'nin dağılmasının ardından, bağımsızlığını ilan ederken ilerleyen yıllarda nasıl bir dış politika izleyeceği konusunda da ipuçları vermişti. Gerek Egemenlik Bildirgesi'nde, gerekse anayasasında "Ermeni soykırımı" konusuna sıkça vurgu yapılmış, Doğu Anadolu bölgesine yönelik niyetler açıkça ifade edilmişti. Bilindiği gibi Türkiye, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra kurulan tüm yeni cumhuriyetleri hemen tanıdı. Bunların arasında Ermenistan da vardı. Ancak Türk hükümeti Ermeni yönetiminin sergilediği ters tutum ve Ermenistan'ın Azerbaycan işgali nedeniyle bu ülkeyle ticari ilişkiye girmemeyi tercih etti. Özellikle de Ter Petrosyan sonrası iktidara gelen Koçaryan'ın sertlik yanlısı tutumu Türkiye'nin bu politikasında bir değişiklik yapmamasında çok etkili oldu.

Zaten Ermenilerin amacı Türk hükümeti ile bir uzlaşma sağlamak değil, Türkiye'ye karşı önce ABD'nin daha sonra da Avrupa'nın desteğini almaktı. Bu nedenle de soykırım iddiası konusundaki propaganda ve lobi çalışmaları artarak devam etti. ABD'da ve İtalya başta olmak üzere pekçok Avrupa ülkesinde bu konuda türlü girişimler yapıldı, pekçok yöntem izlendi. ABD'de bu sene başlattıkları ataklarını seçimlere denk getirmeleri de bu yöntemlerden biriydi. Ermeniler oy güçlerini kullanarak, Amerikan yönetimini zora sokmaya çalıştılar. Bu faaliyetler diasporada olan Ermeniler tarafından yürütülse de, işin arkasında olan gerçekte Ermenistan yönetimidir.


Ermenistan Parlamentosu, 6 Aralık 1989'da aldığı bir kararla Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki 16 Mart 1921 tarihli Kars Anlaşmasını feshetmiştir. Türkiye ile Sovyetler Birliği ve bununla birlikte Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki sınırları çizen bu anlaşmanın feshi, Erivan'ın Türkiye ile halihazır sınırlarını tanımak istemediğine ve toprak taleplerine zemin hazırladığına işaret etmektedir. Zaten gerek Koçaryan gerekse diğer Ermeni yöneticiler sözde "Batı Ermenistan'ın işgal altında olduğunu " sık sık ifade ediyorlar.
Ancak geçmişte olduğu gibi bugün yaşananların arkasında da Rusya'nın varlığını asla görmezden gelmemek gerekir. Çünkü bu bölgede yaşanan her türlü karışılık, Rusya'nın çıkarına olmaktadır. Rusya Kafkasya'da güçlü bir istikrarı ve sorunların hallini kesinlikle istememektedir. Sorunların devamı Moskova'nın bölgedeki nüfuzunu muhafaza etmesine imkan vermektedir. Olası bir Türkiye-Ermenistan yakınlaşması Rusya'nın Kafkasya"daki son kalesini kaybetmesi demektir. Moskova'nın böyle bir gelişmeye izin vermesi kesinlikle mümkün değildir. O nedenle Ermenistan cephesinden yapılan her olumsuz girişimin, düşmanca yaklaşımın altında aynı Osmanlı Devleti'nin son yıllarında olduğu gibi Rusya'nın da etkisi olduğunu bilmek gerekir. Sorun Ermeni ve Türk milletleri arasında yaşanan bir sorun değil, çeşitli ülkelerin ulusal çıkarları çevresinde dolaşan bir çıkmaz halini almıştır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Türkiye Ermenilerinin tasarı karşısındaki Türk yanlısı tutumu bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.

Ayrıca önemle vurgulanması gereken husus ise tasarının son anda iptal edilmesinin, bu konunun hallolduğu anlamına gelmediğidir. Bu yönetimin son dakika müdahalesi ile engellenen tasarı önümüzdeki dönemlerde tekrar tekrar gündeme getirilecek, belki bu tasarıya diğer hükümetlerden daha fazla önem veren bir yönetimle karşılaşacaktır. O nedenle hiçbir şekilde bu konunun boş bırakılmaması, tasarının engellenmesi için yapılacak olan çalışmaların asla hızını kaybetmemesi çok önemlidir. Türk hükümetince tasarının oylanması sırasında gösterilen kararlı tutumun devam ettirilmesi, Batılı ülkelere Osmanlı gerçeğinin delilleriyle anlatılması, bu konuda uluslararası bir kültürel çalışma yürütülmesi, önümüzdeki yıllarda tasarının gündeme gelmesini şimdiden engelleyecektir. Devlet-i Ali Osmaniye hakimiyetinde asırlar boyunca huzur içinde yaşayan kardeş Ermeni ve Türk halklarının tekrar aynı kardeşliği sağlamaması için hiçbir engel yoktur. Yeter ki gerçekler tüm açıklığıyla dünyaya anlatılsın ve karşılıklı hoşgörü için gereken adımlar atılsın!


Dipnotlar
1-ASLAN, Kevork; L'Arménie et les Arméniens, istanbul, 1914 
2-Urfalı Mateos, (Mathieu d'Edesse), Chronicles, No:129 
3-Nalbantyan, Louise, Armenian-Revolutionary Movement, University of California Press, 1963, sayfa 110-111 
4-Mehmet Hocaoğlu, Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976, s. 570-571 
5-Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorun, Dış Politika Enstitüsü, Ankara 1989, s.23. 




Türk Milleti'nin Şanlı Tarihi





TÜRK MİLLETİ'NİN ŞANLI TARİHİ

Türk çocuğu ecdadını (atalarını) tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."  Mustafa Kemal ATATÜRK

Türkler 2000 yıldan bu yana tarih sahnesinde yer almış, dünya tarihine damgasını vurmuş şanlı bir millettir.
Türk milleti asırlar boyunca üç kıtada eşsiz devletler kurmuş, tarihe unutulmaz zaferler kazımış, ayak bastığı her yere barış, adalet ve medeniyet götürmüş, dünya milletlerine örnek olmuştur.
Şanlı tarihimizden Mete, Alparslan, Çağrı Bey, Kılıçarslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi dünyanın takdirini kazanmış sayısız önemli lider gelip geçmiştir.
Türk tarihinde, tüm dünyaya ün salmış 16 büyük devlet dikkat çekmektedir.
Günümüzde de Cumhurbaşkanlığı forsu 16 yıldızdan oluşur ve her bir yıldız şanlı Türk tarihinde kurulmuş olan bu devletleri temsil eder.
Hun Devleti, Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hunları, Akhunlar, Göktürk Devleti, Uygur Hakanlığı, Avar Devleti, Hazar Devleti, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Hârizmşahlar Devleti, Timurlar Devleti, Bâbur Devleti, Altınordu Hanlığı ve 3 kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu
Türkler her dönemde kültür ve uygarlığın öncüsü olmuşlardır. Türk Milleti'nin kültür birikimini derinden etkileyen en önemli unsur ise İslamiyet'in kabulü olmuştur. Müslümanlığa giriş Türk tarihinde çok önemli bir mihenk taşıdır.
Türkler örflerinin gereği olan dürüstlük, mertlik, cesaret gibi hasletleri İslamı yaşamaya başladıktan sonra daha da pekiştirmişlerdir. Türk Milleti'nin özündeki değerlerin Kuran ahlakı ile birleşmesi, dünya tarihini derinden etkileyen gelişmelere yol açmıştır.
Örneğin Malazgirt savaşı Türk tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bizans'ın 200 bin kişilik ordusuna karşı, Selçuklu Devleti’nin kuvvetleri sadece 50 bin kadardı. Sultan Alparslan bu durumda 26 Ağustos 1071 Cuma günü sabahı etkileyici ve coşkulu bir konuşma yaptı:
"Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim... Askerlerim! İşte atımın kuyruğunu bağladım. Bir er gibi savaşa gireceğim. Üzerimde sultanlık belirtisi hiçbir şey yoktur. Şehit olursam, üzerimdeki şu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır... Ya Rabbi! Seni kendime vekil ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda savaşıyorum. Allah’Im, niyetim halistir, bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret." (Osman Turan, Tarih Akışı İçinde Din ve Medeniyet, 1980, s. 129)
Alparslan sayıca çok üstün olan Bizans kuvvetlerine karşı, Türk savaş taktiği olan "Turan taktiği"ni başarıyla uygulamış, Yüce Allah’a güvenip dua etmiş  ve Türk milletine şanlı bir zafer kazandırmıştır. Malazgirt Zaferi sonuçları itibarıyla hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Böylece Anadolu kapıları Türklere tamamen açılmıştır, Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar uzanan Türkiye tarihi başlamıştır. Artık Anadolu, ebediyen Türk ülkesi olmuştur.
Osmanlı Devleti ise üç kıtada, dinleri, dilleri, kültürleri, ırkları farklı milyonlarca insanı barış içinde birarada tutarak altı asır boyunca yönetmiştir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de Müslüman Türk Milleti sabrı, imanı ve güzel ahlakı ile mazlumun yanında, zalimin karşısında yer alacak, farklı kültürlerden ve kökenlerden gelen insanları adalet ve hoşgörü altında  birleştirecek ve tüm dünyanın özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturacaktır.
Türk- İslam Birliği’nin kurulmasıyla 21. yüzyıl, Allah'ın izni ile, tüm Müslüman ve Türk halkları için aydınlık bir çağ olacaktır...

Mısır Piramitlerinde Saklı Sırlar



Medeniyetlerin ilkelden gelişmişe doğru ilerlediği iddiası evrimcilerin tarihe uyguladıkları bir safsatadır.

Tarihi kaynaklar ve bulgular evrimci safsatalar ve önyargılar terk edilerek incelendiğinde karşımıza ileri teknolojiler kullanan medeniyetler çıkmaktadır.
Antik Mısır, Mayalar ve Sümerlerden geriye kalan izler geçmiş çağlarda, elektrik, elektrokimya, elektromanyetik, metalürji, hidrojeoloji, tıp, kimya, fizik gibi bilim dallarının geniş ölçüde kullanıldığına işaret eder.

Eski Mısır'da elektrik verimli şekilde üretilebiliyor ve geniş çapta kullanılabiliyordu. Bağdat pili ve ilk ark lambaları o dönemde kullanılmıştır. Peki Eski Mısır'da elektriğin üretimi bununla sınırlı mıydı?

Mısır tarihi dikkatle incelendiğinde, aydınlatmadaki mükemmellik hemen göze çarpar. Piramitler ve kral mezarlarının koridorlarında hiçbir is kalıntısına rastlanmamıştır. Çünkü bu bölgeler, elektrik kullanılarak aydınlatılmıştır. Rölyeflerde görüldüğü gibi, Mısırlılar kablosuz bir elektrik kaynağı ile yanan ve elde taşınanlambalar kullanmışlardır.

İskenderiye Feneri'nde kullanılan ark lambası da, Antik Mısır'da elektriğin kullanıldığının bir başka delilidir. 24 saat aydınlık olan İskenderiye Feneri'nin ihtiyacı olan enerji ancak düzenli elektrik kaynağıyla sağlanabilirdi.


MISIR PİRAMİTLERİ ALTERNATİF ELEKTRİK ÜRETEN DEV ENERJİ SANTRALLERİYDİ

1
Büyük Piramid'in dışı bir jiletin bile arasından geçemeyeceği kadar sıkı şekilde, beyaz kireçtaşıyla kaplanmıştır. Beyaz kireçtaşı,magnezyum içermez ve yüksek derecede yalıtkan özelliğe sahiptir. Bu yalıtkanlık özelliği nedeniyle piramidin içindeki elektrik kontrolsüz şekilde dışarı yayılmaz.

2

Piramidiniçinde kullanılan taş bloklar elektriği maksimum seviyede iletme özelliğine sahipkristal ve az miktarda metal içeren bir başka tür kireç taşından yapılmıştır. Piramidin içindeki tüneller ise granitle kaplanmıştır. İletken bir taş olan granit, eser miktarda radyoaktif bir maddedir ve tünellerin içindeki havanın iyonize olmasını sağlar.
Yalıtkan bir elektrik kablosunu incelediğimizde, iletken ve yalıtkan maddelerin piramitlerde olduğu gibi aynı sıra ile kullanıldığını görürüz.

3
Piramidin iletken ve yalıtkan yapısı mükemmel bir mühendislik örneğidir. Ancak elektriğin üretimi için bir enerji kaynağına ihtiyaç vardır.

Piramitlerin üzerinde bulunduğu Gize Vadisi,yeraltı su kanallarıyla kaplıdır.Piramitler, arası su ile dolu olan bir kireçtaşı kayacının üzerinde yükselir. Yeraltı sularını yüzeye taşırken elektriği de yukarılara ileten bu özel kayaç katmanlarına AKİFER adı verilir.Akiferlerdengeçen Nil nehrinin yüksek debili suyu,elektrik akımı üretir. Buna fizyoelektrik adı verilir.


Piramidin yeraltı odaları bu fizyoelektrik yüklü kayacın içine yapılmış granit iletkenlerdir. Bu elektrik akımı, piramidin granitle kaplı yeraltı odalarından üst bölümlere doğru iletilir.Granit elektriği yüksek derecede iletme özelliğine sahiptir.

Piramidin zemininde oluşan elektromanyetik alan konsantre şekilde piramidin üst katmanlarına iletilir. Piramidin en tepesinde yüksek iletkenliği ile bilinen altın bir bölüm bulunur.Bu bölüm günümüzde yerinde bulunmamaktadır. Bu nedenle piramidin tepesi, kusursuz geometrik şeklini kaybetmiştir. Bu altın bölüm, negatif iyonların iyonosfere iletilmesinde etkili rol oynar. Bu şekilde bir akım oluşturulmuş olur.

Peki bir akifer yardımıyla elektromanyetik alanı toprak üstüne iletmek ne işe yarar?

Mısır'da beşbin yıl önce kullanılan bu teknolojinin aynısını 1900'lerin başında elektrik teknolojisinin mucidi olarak bilinen Nikola Tesla,Amerika'da inşa ettiği kulede uygulamıştır.

Alternatif akım, elektrik motoru, radyo, lazer, radar gibi temel elektrik teknolojisinin mucidi olan Nikola Tesla, 1901-1917 yılları arasında inşa ettiği Wardenclyffe Kulesi'nde ses ve görüntüleri eş zamanlı olarak kıtalar arası aktarırken, dışarıdan elektrik kaynağı kullanmamış, hatta kablosuz enerji aktarımı teknolojisini uygulamıştır.

Teslada bu kuleyi bir akiferin üzerine inşa etmişti ve akiferinnegatif iyonlarını kuleye aktarıyordu. Tesla'nın ünlü Vordınkılif Kulesi'nde kullanılan elektromanyetik teknoloji ile piramitlerin inşasında oluşturulan elektromanyetik alan tıpatıp aynıdır. Her iki yapı da negatif iyon üreten ve elektriği kabloya ihtiyaç duymadan aktarabilen sistemlerdir.

Evrimci Tarih Anlayışı Gerçeklerden Uzaktır


Geçmişten günümüze kalan izler, insanların medeni bir hayat sürdüklerini göstermektedir...

Evrimci tarih anlayışına göre insanlık tarihi, insanın sözde evrimine paralel olarak çeşitli dönemlere ayrılarak incelenir. Pek çoğunuzun okul yıllarında ya da çeşitli gazete ve televizyon haberlerinde duymaya alışık olduğu taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri, bronz çağı, demir çağı gibi hayali kavramlar söz konusu evrimci kronolojinin önemli parçalarıdır. Çoğu insan bu hayali tabloyu hiç düşünmeden kabul eder ve insanlığın bir zamanlar sadece kaba taş aletler kullanılan, medeniyet ve teknolojinin bilinmediği bir dönem yaşadığını sanır.

Oysa arkeolojik bulgular ve bilimsel veriler incelendiğinde ortaya çok daha farklı bir tablo çıkar. Geçmişten günümüze kalan izler, insanların, tarihin her döneminde kültürleriyle ve sosyal yaşamlarıyla medeni bir hayat sürdüklerini göstermektedir. Arkeolojik kazılarda bulunan aletler, dikiş iğneleri, flüt kalıntıları, süs eşyaları, dekorasyon malzemeleri, geçmiş insanların kültürel olarak gelişmiş bir yaşam sürdüklerinin göstergelerindendir. 
(http://www.evrimacmazi.com)
95 BİN YILLIK FLÜT

Resimdeki flütler ortalama 95 bin yıllıktır. Bundan on binlerce yıl önce yaşayan insanların da gelişmiş müzik kültürü olduğunun delillerinden biridir.



SANAT VE ESTETİK ZEVKİNİN ÜRÜNÜ BİR KOLYE

Geç Neolitik döneme ait taşlardan ve kabuklardan yapılmış bu kolye, dönemin insanlarının sanat ve estetik zevklerinin yanı sıra, böyle bir süs eşyasını meydana getirebilecek teknolojiye de sahip olduklarını göstermektedir.