Yüce Allah’ın Diş Minesine Sağlamlık Katan Detay Sanatı


Kafatası, kaburga kemikleri, kol ve bacak kemikleri…
Kısacası tüm iskeletimiz vücudumuzun en sağlam yapıları arasındadır. Fakat Yüce Allah’ın beyin, kalp, akciğer gibi hayati fonksiyonlara sahip organları koruma görevi verdiği ve  hareket etme işlevi yüklediği iskeletimiz vücudumuzun en dayanıklı yapısı değildir. Vücudumuzun en dayanıklı yapısı sanıldığının aksine iri ve sert kemiklerimiz değil, ağzımızın içindeki küçük dişlerimizdir. Dişlerimizi dayanıklı yapan ise aynı zamanda onlara renk ve parlaklık veren diş minesidir.
Diş minesini sağlam yapan özellik nedir?

İklim Olayları Canlı Yaşamı İçin Neden Önemlidir


İçinde yaşadığımız mavi gezegenin her alanında büyük bir canlılık, çeşitlilik ve ihtişamla karşılaşırız. Kıtaların her birinde birbirinden farklı bitkiler, hayvanlar hatta insan ırkları dikkati çeker. Şüphesiz bu durum, Yüce Allah'ın yaratmasındaki çeşitliliktir ve Rabbimiz'in Sani (Sanatçı, nihayetsiz güzellikleri sanatının içinde yaratan) sıfatının tecellilerindendir. Fakat Yüce Allah dünya bir imtihan ortamı olduğu için herşeyi sebepler dahilinde yaratmıştır. Dünya'daki zengin tür çeşitliliğinin sebepler dahilindeki karşılığı da iklimdir.
İklim bilimsel olarak, bir mekan ünitesi üzerinde yer alan atmosfer faktörlerinin karşılıklı etkileşimi olarak tanımlanır. Her olayı birbirine bağlı sebep-sonuç ilişkileri halinde yaratan Yüce Allah, iklimin oluşmasının ana nedenini de atmosfere bağlamıştır.

21. Yüzyılın Hemen Başında İnsan Genomu Projesinin Ortaya Koyduğu Gerçek


"Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size."

 (Enbiya Suresi, 18) 21. yüzyılın hemen başında ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin tümü Allah''ı inkar eden ateist dünya görüşünü yerlebir ederken modern bilim, her alanda "Yaratıcı"nın varlığını kabul ediyor. Ateizm düşüncesi, eski çağlardan beri var oldu.  18. yüzyıl'da Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistler, evrenin sonsuzdan beri var olan bir madde yığını olduğunu ve madde dışında bir varlık alemi bulunmadığını öne sürdüler.19. yüzyılda ateizm daha da yaygınlaştı. Feuerbach, Marx, Engels, Nietzsche, Durkheim, Darwin, Freud gibi düşünürler, ateist düşünceyi farklı bilim ve felsefe alanlarına uyguladılar. Bu yazıda günümüzde farklı bilim dallarının bu yönde ortaya koydukları sonuçları kısaca analiz edecek ve önümüzdeki "ateizm sonrası" dönemin insanlığa neler getireceğini inceleyeceğiz.

İnsanların Dünyanın Son Dönemi Olan Ahir Zamanda Bir Peygamber Görmeleri Yüce Allah'ın Çok Büyük Bir Lütfudur


 
Hz. İsa (a.s.) bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan, Allah’ın dünyada ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Hz. İsa (a.s.)’ın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi bir biçimde gerçekleşmiş, bu mübarek insanın hayatı Kuran’da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Hz. İsa (a.s.)’ı diğer peygamberlerden ayıran en önemli özelliği onun halen vefat etmemiş, Allah Katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri gönderilecek olmasıdır. Onun bu özel durumuna dair Kuran’da önemli işaretler vardır. (Nisa Suresi, 156-159; Al-i İmran Suresi, 55; Maide Suresi, 117; Zuhruf Suresi, 57-61; Al-i İmran Suresi, 45-48; Maide Suresi, 110; Al-i İmran Suresi, 59; Meryem Suresi, 33) Bu ayetlerin birinde “Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur.” (Zuhruf Suresi, 61) buyrulmaktadır. Bu ayet Hz. İsa (a.s.)’ın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşır. 
 
Yüce Rabbimiz, dünya hayatının sonunun yaklaştığı ahir zaman adı verilen dönemde, tüm zorlukların, savaşların, terör, dejenerasyon ve korkuların hüküm sürdüğü bir zamanda, dünyaya mübarek bir şahsı gönderecek ve onun vesilesiyle her türlü zulmü ve adaletsizliği sona erdirecektir. Bu mübarek şahıs Hz. Mehdi (a.s.)'dır. Hz. Mehdi (a.s.)'ın zuhurunun ardından Hz. İsa (a.s.) yeniden yeryüzüne gelecek ve Hz. Mehdi (a.s.) ile birlikte, tüm dünyaya İslam ahlakını hakim kılacaktır. Şüphesiz bu iki değerli zat tüm insanlık için büyük bir müjde ve Yüce Allah’ın büyük bir rahmetidir.
 
Hz. İsa (a.s.)’ın gelişi Kuran’ın pek çok ayetinde bildirilmesinin yanı sıra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerinde de müjdelenmiştir. Bu hadislerden biri şu şekildedir: 
 
VALLAHİ MUHAKKAK VE MUHAKKAK MERYEM OĞLU İSA (A.S.) İNECEK, HEM ADİL BİR HAKEM, ADALETLİ BİR HÜKÜMDAR OLARAK İNECEK... (Ebu Hureyre r.a. / Buhari, Büyu 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242 (155); Ebu Davud, Melahim 14 (4324); Tirmizi, Fiten 54 (2234)” 
 
Ayet ve hadislerde haber verildiği gibi Hz. İsa (a s.)’ın  dünyanın bu son dönemi olan ahir zamanda geleceği çok açıktır. Ancak Hz. İsa (a.s.)’ı tanımak herkes için mümkün olmayabilir. Bu konu ile ilgili Bediüzzaman Said Nursi şunları söylemektedir: 
 
“Hz. İsa (a.s.) geldiği vakit, herkesin onun İsa olduğunu bilmesi gerekmez. Onun yakınları ve ileri gelen kişiler, imanın nuru ile onu tanırlar. Yoksa açıkça herkes onu tanımayacaktır.” (Mektubat, s. 54) 
 
Ancak Hz. İsa (a.s.)’ı bazı özellikleriyle tanımak mümkün olabilir:
 
* Üstün iman gücü, 
* Hikmet ve hitabet gücünün çok yüksek olması,
* Çok güvenilir olması,
* Dünya üzerinde hiçbir akrabası, tanıyanı, ailesi olmaması
* Deccalin hipnozunu bozması, 
* Allah’ın izniyle ölüyü diriltmesi, 
* Gözü kör olan birinin gözlerini açması 
* Simasının çok güzel ve nurlu olması 
* Gözlerindeki derinlik, keskin bakış ve yeşile bakan gri renkli gözleri, 
* Kırmızıya çalar beyaz renkli parlak yüz rengi, 
* Küçük ve güzel burnu, hafif çilli ve düzgün yüz hatları,
* Sanki su damlıyor gibi ıslak görünümlü yeni taranmış izlenimi veren kestane rengi saçları. Aynı renkteki sık sakalı,  
* Uzuna yakın orta boylu, geniş omuzlu, ince belli çok çevik, güçlü ve atletik yapılı  vücudu, 
* Temiz, kibar ve uzun parmaklı, parlak renkli mükemmel şekilli elleri, gibi belirgin özellikleri vesilesiyle müminler tarafından hemen tanınacaktır. 
 
Hz. İsa (a.s.)'ın nüzulünden sonra tüm Hristiyanlar ve Musevilerin Müslüman olmaları ise yine bu dönemin en kutlu olaylarından biridir. Çünkü Hz. İsa (a.s.) Musevileri  ve Hristiyanları gerçek Musevi, İsevileri gerçek İsevi olmaları için Kuran ahlakına uymaya davet edecek, Hristiyanlar ve Museviler de Müslümanların samimi uygulamalarını örnek alarak gerçek İsevi, gerçek Musevi olmak için gerçek Muhammedi olmak gerektiğini anlayacaklardır. 
 

ŞEYH NAZIM KIBRISİ HAZRETLERİ DİYOR Kİ;







Endosimbiyoz, Darwinistlerin Çaresizlikten Ürettikleri Bir Aldatmacadır


Darwinistlerin endosimbiyoz iddiasının temeli, iddianın ilk ortaya atıldığı 1981 yılındaki teknoloji ile mitokondrinin bakteri hücresine benzer sanılmasına dayanmaktadır...

14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan Sansürsüz programında katılımcılardan E. Deniz Özsoy, Darwinistlerin büyük yanılgılarından biri olan endosimbiyotik hipoteze değinmiştir. E. Deniz Özsoy’un ifadeleri şu şekildedir: 

Mitokondri aslında bir ökaryot atasına girmiş parazitten ibaret... Mitokondrinin zarı bakteriler gibi çift katlı ve bakterilerin düzenlendiği membran yapısına çok benziyorlar. Mitokondri DNA'sı bakteri DNA sına oldukça benziyor. 

Darwinistler hücrenin yapısındaki organellerden mitokondrilerin, ökaryot bir hücrenin içine giren bir bakterinin sözde hücre ile ortak bir yaşam oluşturmasına bağlamaya çalışırlar. Bu iddianın bilimsel olarak hiçbir tutarlılığı yoktur. Bunun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz: 

Hücrelerde, lizozom adı verilen organeller bulunur. Lizozom, zarla çevrili bir organeldir. İçinde sindirim enzimleri bulunur. Hücre içi ve dışı sindirimi gerçekleştirir. Yaşlanmış organellerin ve hücrelerin parçalanmasını sağlarlar. Hücre savunmasında birinci derece etkilidirler. 

Dolayısıyla Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde bir ökaryot hücrenin içine giren bakteri, derhal sindirilerek yok edilecektir. Eğer hücre bu bakteriyi sindirecek enzimlerden yoksunsa, zaten beslenemez ve yaşamını devam ettiremez. Ayrıca saldırıların tümüne karşı savunmasız hale gelir ve yine yaşamını devam ettiremez. Yani Darwinistlerin endosimbiyoz hipotezi, yalnızca bu nedenle dahi tutarsızdır. 

Hücreler ancak tüm organelleri ve partikülleri ile beraber var olduklarında normal işlevlerini devam ettirebilirler ve hayatta kalabilirler. Organellerinin bazıları eksik olan hücreler ya hiç canlı kalamaz ya da hastalıklı olur. Bu hücreler çoğalamaz ve çok kısa sürede ölürler. Dolayısıyla mitokondri gibi çok hayati bir organelden yoksun hücrelerin bir zamanlar var olduğu, bu şekilde yaşamaya devam ettikleri gibi dayanağı olmayan bir iddia tamamen geçersizdir. 

Mitokondrilerin içinde de DNA bulunur. Buna mtDNA adı verilir. Fakat bu, mitokondrinin sözde bir zamanlar bakteri olduğu anlamına gelmez. Çünkü mtDNA, varlığını sürdürebilmek için, hücrenin ana DNA’sının sentezlediği proteinleri kullanmak zorundadır. Dolayısıyla mitokondrinin DNA’sı, ana hücre olmadan tek başına bir işlev sahibi olamaz. 

Darwinistlerin endosimbiyoz iddiasının temeli, iddianın ilk ortaya atıldığı 1981 yılındaki teknoloji ile mitokondrinin bakteri hücresine benzer sanılmasına dayanmaktadır. Darwinistler mitokondrinin çift katlı membran yapısını ve DNA’sının çember şeklinde olmasını bakterilere benzettikleri için, bu organın eskiden bir bakteri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu durum, Darwinistlerin homoloji yanılgısının bir devamıdır. (Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Evrimciler farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar.) Söz konusu iddianın geçersizliği, çeşitli bilimsel gelişmeler sonucunda kapsamlı şekilde ortaya çıkmıştır.

Bu örnekte de Darwinistler, “Bu iki yapı birbirine benziyor. İkisinin de çift katlı membran yapısı var, ikinisinin de DNA’sı çember şeklinde. Demek ki aralarında evrimsel bir bağ var” gibi son derece yüzeysel bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Bu yüzeysel bakış açısı ile, son derece kompleks olan canlı organizmaları açıklamak mümkün değildir. Bu mantık; “örümceklerin de 8 adet bacakları var, ahtapotların da 8 adet bacakları var. Demek ki aralarında evrimsel bir bağ var” demeye benzer. Farklı canlıların, benzer yapılara sahip olan bölümlerinin olması, aralarında evrimsel bir bağ olduğu anlamına gelmemektedir. 

Özet olarak, endosimbiyoz iddiası, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir fantazidir. Evrimcilerin kendileri de bugün bu mantık dışı hipotezin herhangi bir kanıtının bulunamayışı nedeniyle, hipotez olarak kalma zorunluluğunu itiraf etmektedirler. Daha da önemlisi, bu hipotezin hiç bir şekilde ilk hücrenin meydana gelişine dair bir açıklama getiremiyor olmasıdır. Evrimcilerin iddia ettiği ilk hücrenin ilk defa nasıl çoğaldığı sorusuna E. Deniz Özsoy’un programdaki yanıtı şu şekilde olmuştur: 

Bunun nasıl çoğaldı diyecek olursanız, bizim prokaryotik organizmalar dediğimiz bakteri benzeri organizmaların oluşma sürecine kadar getirmemiz lazım, aradaki süreci vurgulayacak fosillerimiz yok, olamaz da zaten. 

Böyle fosillerin olması imkansızdır çünkü Allah hücreyi, tüm organelleri ile birlikte mükkemmel bir tasarımla yoktan yaratmıştır. Hücrenin oluşumunda hiçbir ara aşama yaşanmamıştır. Bu gerçeği bilim de bugün kabul etmektedir. Olasılık hesaplarına göre, tek-hücreli organizma, o kadar karmaşıktır ki; bu karmaşık yapının, tamamen tesadüf ve rastlantıyla bir araya gelme ihtimali, 1/1078436 olarak hesaplanmıştır. 


Evrimcilerin “koşulların değişmesi, canlının evrimleşerek tür değiştirmesine neden olur” iddiası geçerli değildir...

Adaptasyon; bir canlının, bulunduğu çevrede daha iyi yaşamasını ve üremesini sağlayan özelliğidir. Evrim teorisi, buna kendi iddiaları doğrultusunda hayali bir anlam daha yükler ve içinde bulunduğu koşullara adaptasyon sağlayan canlıların zaman içinde sözde tür değiştirdiklerini iddia eder. Ancak evrimcilerin “koşulların değişmesi, canlının evrimleşerek tür değiştirmesine neden olur” iddiası geçerli değildir. Bir tür, “genetik potansiyeli” olanak verdiği ölçüde bulunduğu ortamdaki değişikliklere adapte olur. Eğer “genetik potansiyeli” bu değişikliklere adapte olmasına imkan vermiyorsa, o zaman bu tür, değişen koşullara adapte olamaz ve yok olur. Ancak hiçbir zaman için koşullara adapte olarak başka bir türe dönüşmez. Her zaman aynı türün bir bireyi olarak kalır.

Tüm canlıların ortak bir atadan tesadüflerle türediklerini savunan evrim teorisi, adaptasyon kavramını yoğun biçimde kullanır. Aslında adaptasyonla evrim kavramı, Lamarck döneminin ilkel bilim anlayışının bir kalıntısıdır ve çoktan bilimsel bulgular tarafından reddedilmiştir. Bir canlının, bulunduğu çevrede daha iyi yaşamasını ve üremesini sağlayan özelliği Allah’ın bu canlılar üzerinde yarattığı adaptasyon sanatının bir sonucudur:

* Parlayan Kırkayak


Güney Kaliforniya’da karanlıkta parlayan kırkayak cinsinin üç türü yaşar. Motyxia cinsi kırkayaklar vücut yüzeylerinin tamamını parlatabilmektedirler. Bu kırkayaklar kördürler. Bu nedenle ışıklarını birbirlerini görmek için kullanmalarının bir anlamı yoktur. Ancak bu ışıkları düşmanlarından korunmak için kullanırlar. Arizona Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma bu düşünceyi doğrulamıştır. Parlayan kırkayaklar parlamayan türlere göre çok daha az oranda kemirgen saldırısına uğramıştır.

Bu kırkayakların bulundukları ortamla uyum içinde yaşamalarında mükemmel bir adaptasyon daha vardır. Bu canlılar siyanür üretirler ve düşmanlarına karşı caydırıcı güç olarak siyanürü güvenli bir şekilde derilerinde taşırlar.

*Kuş Yuvaları:

Botswana’da yaşayan kamuflaj ustası dokumacı kuşlar özenli yuvalar inşa ederler. Edinburgh Üniversitesi’nden bilim adamlarının gözlemlerine göre dokumacı kuşlar yuva yapma tekniklerini değiştirebilir ve birbirlerinden tecrübe ederek yuva yapmayı öğrenebilirler.

Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser veya yaprakların orta damarlarını alır. Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise bir nedeni vardır: Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. 

Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar. İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen dağılır. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin.

Girişi tamamladıktan sonra yuvanın duvarlarını dokumaya başlar. Bunun için başaşağı durur ve içeriden çalışmaya devam eder. Gagasıyla bir lifi diğerinin altına sokar ve sonra hassas bir şekilde dışarıda kalan ucunu tutar ve sıkıca çeker. Böylece son derece muntazam bir dokuma oluşturur. Elbette ki dokumacı kuşların bu hareketleri rastgele gerçekleştirmeleri mümkün değildir, bu canlılar çok şuurlu ve bir amaca yönelik hareket ederler. Allah kuşların ilhamıyla hareket ettiklerini şöyle bildirir:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.” (Nur Suresi, 41)

* Aşırı Tuz Toleransı:

Yakın zamanda, dünyanın en tuzlu suyuna sahip olan Lut Gölü’ndeki su kaynaklarında bazı mikrop türlerinin yaşadığı keşfedildi. Araştırmacılar diğer organizmalar arasında yaşayan fototroflar ve sülfür bakterileri de buldular. Yüksek tuz oranına karşı direnci yüksek olan ve tuzsever türler olarak gösterilen “halofil” adı verilen mikroorganizmaların çoğu yüksek tuz konsantrasyonuna büyük bir dayanıklılık gösterir. Oysaki bu gibi yoğunluklarda DNA ve proteinler hayati süreçler için çok önemli etkileşimleri yerine getiremezler. Bu denli yoğun tuzlara maruz bırakılan organizmaların çoğunun bu koşullarda öldüğü bilinir. 

Aşırı tuzlu ortamlarda yaşayan halofiller ise yüksek tuz konsantrasyonuna adapte olup hala tam olarak anlaşılamayan mekanizmalar kullanarak dayanabilirler. Kuşkusuz bu durum evrimcilerin tek hücreli canlıları sözde basit olarak görmelerinin aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden kaynaklandığını bir kez daha gözler önüne serer. Henüz mekanizmasının tam olarak nasıl işlediği anlaşılamayan gözle görülemeyecek küçüklükteki bir canlının bulunduğu ortama adapte olarak diğer canlılardan üstün olan bir donanıma sahip olması ve sahip olduğu bu donanım vesilesi ile üstlendikleri görevleri milyarlarca yıldan beri kusursuzlukla yerine getirmeleri, YüceAllah’ın örneksiz sanatındaki sırları anlayabilmek, O’nun gücünü görmek ve takdir etmek için bir vesiledir.

* Çiftçi Bitki:

2011 yılında Brezilya’da kendi tohumunu gömen bir bitki keşfedildi. Spigelia genuflexa isimli bitki meyveleri oluşunca meyveli dallar aşağı doğru eğilir, tohumlarını toprağa döker ve hatta bitki bazen yumuşak yosun örtüsünün altına tohumları adeta gömer. Yeryüzündeki tüm canlılarda olduğu gibi, bu bitkinin bulunduğu ortama uyum sağlaması için gerekli bilgileri yerleştiren, hiç kuşkusuz ki her şeyi eksiksiz yaratan,her türlü yaratmadan haberdar olan Allah’tır. Allah bu gerçeğe bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:

“Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır.” (Hac Suresi, 63)

* Klimalı Karınca Şehirleri:

Arjantin’deki çim kesen karıncalar, içinde milyonlarca üyesi olan kolonileri barındıran tepecikler halinde mükemmel yuvalar inşa ederler. Karıncalar bulundukları hava koşullarına adapte olarak kolonilerine hava sağlayan ve ektikleri mantarları uygun sıcaklıkta tutan gözenekli kuleler yaparlar. Yuvalar bu amaca yönelik inşa edilir ve inşa edilen bol gözenekli kulelerde mükemmel bir işçilik vardır. Termitler de kendi boyutlarına göre çok daha büyük olan havalandırma sistemine sahip kuleler inşa ederler.

Bu yuvanın yapılmasının üstün teknoloji ve profesyonel bir ekip çalışması gerektirdiği anlaşılmaktadır. Bu tip bir yuva meydana getirebilmek için gerekli bilgiyi edinmek, insan ömrünün uzunca bir bölümünü kapsar. Oysa yumurtadan çıkan bir karınca görevini o anda bilmekte ve hiç vakit kaybetmeden uygulamaya geçirmektedir.

Bu durum, karıncaların bu bilgilere henüz dünyaya gelmeden sahip olduklarını gösterir. Daha doğrusu tüm bu bilgiler, var oldukları ilk andan itibaren, herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah tarafından karıncalara ilham edilmektedir. Nuh Suresi’nde herşeyin sahibinin ve denetleyicisinin Allah olduğu, her canlının O’nun ilhamıyla hareket ettiği şöyle bildirilir:

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı
korumaktadır).” (Hud Suresi, 56)

* Kaplumbağa Yumurtaları:

Güney Atlantik’te bulunan Ascension Adası’nda bazı sahiller çok sıcaktır. Kaplumbağalar yumurtalarını bu kumsallara bırakırlar. Isıya dayanıklı bu yumurtalar yavru kaplumbağaları sıcağa karşı korur. Bilindiği gibi çoğu dişi kaplumbağa doğdukları plaja dönerek yumurtalarını bu plajlara bırakırlar. Yapılan araştırmaya göre yumurtadan çıktıkları sıcak kumsallara dönen kaplumbağaların sadece altı kilometre uzaklıktaki daha soğuk olan kumsallara dönen kaplumbağalara oranla çok daha iyi ısı korumasına sahip oldukları gözlemlenmiştir.

Evrendeki herşeyi yaratan, evrenin her köşesinde sonsuz aklını tecelli ettiren Yüce Allah’tır. Rabbimiz, Kendi sonsuz ilminden dilediği kadarını dilediğine verir. Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığı Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

“Sizin İlahınız yalnızca Allah’tır ki, O’nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.” (Taha Suresi, 98)

* Kutup Ayıları:

Kutup ayıları buzlarla kaplı bir alanda yaşadıkları için onları soğuktan koruyan beyaz kalın kürkleri vardır. Sahip olduğu 5 cm kalınlığındaki özel kürkünün beyaz görünen tüyleri aslında şeffaftır. Isı kaybını önleyen fiberoptik özelliklere sahip bu tüylerin her biri içi boş şeffaf bir tüp gibidir. Bu tüpler, güneş ışınlarının ısısını alttaki siyah renkli tüye kadar doğrudan ayının derisine iletir ve ayının ısınmasını kolaylaştırır.

Ayrıca kutup ayılarının derilerinin altındaki 10 cm’lik yağ tabakası ısı yalıtımı sağlar. Böylece kürkü ve derisi ayıyı soğuk dış ortamından tamamen yalıtmış olur. Ayrıca bu kürk yüzmeye de elverişlidir. Suyun içindeyken tüyler bir araya gelerek birbirine yapışır ve kutup ayısı su geçirmez yumuşak bir dalış elbisesi giymiş gibi olur. Böylece buzlu sularda saatte 10-11 km. hızla, 2000 km. uzağa kadar yüzerek gidebilirler. Yüce Allah’ın bu canlıların derileri ve tüylerinde yarattığı söz konusu detaylar vesilesiyle kutup ayısı 37 derece olan beden sıcaklığını, suyun içinde ya da üstünde uzun süre koruyabilmektedir. Hatta bu canlıların bedeninin aşırı ısındığı zamanlar bile olur. Bu nedenledir ki, çoğu zaman kutup ayıları yükselen vücut ısılarını düşürmek için vücutlarını buza sürterler. Kutup ayısının yağı ve derisi iyi bir yalıtkan olduğu için soğuk havanın kutup ayısına etkisini azaltır. 

Kutup ayıları da Yüce Allah’ın canlılardaki adaptasyon sanatının bir delilidir. Yüce Rabbimiz bu kusursuz yaratma gücünü ve sanatını, bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)




Yaşamın Şaşırtıcı Kompleksliği


Vücudunuzdaki her hücre saniyede ortalama 2000 protein oluşturmaktadır...

Bilinçli Tasarım hareketinin çıkış noktası, yaşamın Darwin zamanında hayal bile edilemeyen kompleksliğidir. Hareketin en önde gelen isimlerinden biri olan, Lehigh Üniversitesi'nden biyokimya profesörü Michael J. Behe, 1996 yılında yayınlanan Darwin's Black Box (Darwin'in Kara Kutusu) adlı kitabında, canlılıktaki kompleksliğin keşfedilmesinden şöyle söz eder:

    1950'lerin ortalarından beri biyokimya bilimi, moleküler düzeyde yaşamın çalışmalarını açıklığa kavuşturmaktadır. Darwin, 19. yüzyıldaki gelişim derecesiyle bilim; görme, bağışıklık sistemi veya hareket mekanizmaları gibi sistemlerin işleyişlerini dahi tahmin edemiyordu. Modern biyokimya ise bu ve benzeri fonksiyonları gerçekleştiren moleküllerin tanımlanmasına yol açtı. Önceleri, yaşamın temellerinin basit bir esasa dayalı olduğu düşünülmekteydi. Oysa bu beklenti artık tamamen yok olmuştur. Görme, hareket mekanizmaları ve diğer biyolojik fonksiyonların, televizyon kameraları ve otomobillerden daha az karmaşık olmadığı kanıtlanmıştır. Bilim, yaşamın kimyasının nasıl şekillendiğini anlayabilmek için oldukça büyük atılımlar yapmıştır. Fakat biyolojik sistemlerin moleküler seviyedeki hassas düzeni ve karmaşıklığı, bunların kökenlerinin açıklanması konusunda bilimi felce uğratmıştır... Pek çok bilim adamı kendilerine fazlaca güvenerek, açıklamaların çoktan ellerinde olduğunu öne sürmüştür. Veya çok yakında bu açıklamalara ulaşacaklarını söylemişler fakat profesyonel bilim literatüründe iddialarına bir destek bulamamışlardır. Daha önemlisi, sistemlerin kendi yapıları incelendiğinde, yaşam mekanizmalarının Darwinist bir yaklaşımla asla açıklanamayacağı ortadadır. (1)

Peki hücrenin içinde bu denli kompleks olan ne vardır? Behe, sorunun cevabını şöyle özetler:

    1950'lerden kısa bir süre sonra bilim, yaşayan organizmaları meydana getiren moleküllerin bir kısmının özelliklerini ve şekillerini belirleyebilecek bir noktaya geldi. Yavaş yavaş, uzun çalışmalar sonucu pek çok biyolojik molekülün yapısı keşfedildi ve bunların çalışma yöntemleri sayısız deney ile kanıtlandı. Toplanan sonuçlar ise yaşamın makineler üzerine kurulu olduğunu göstermektedir. Bu makineler, moleküllerden oluşmuştur! Moleküler makineler yüklerini hücre içindeki bir yerden diğerine, yine diğer moleküller tarafından meydana getirilen "anayollar" ile taşırlar. Bu arada diğerleri hücreyi bir şekilde sabit tutabilmek için kablo, ip ve makara göreviyle hareket ederler. Makineler hücreye ait şalterleri açıp kaparlar, bazen hücreyi öldürürler veya aksine gelişmesini sağlarlar. Güneş enerjisiyle çalışan makineler fotonların enerjisini ele geçirir ve bunları kimyasal maddeler içinde saklarlar. Elektrikli makineler, akımın sinirlerden geçmesini sağlar. Üretim yapan makineler kendileri gibi başka moleküler makineleri inşa ederler, ve kendilerini de. Hücre, makineler kullanarak yüzer, makinelerle kendisini kopyalar, makinelerle beslenir. Kısacası, oldukça karmaşık olan moleküler makineler her türlü hücresel işlemi kontrol ederler. Yaşamın detaylarının ince ayarı yapılmıştır ve sonuçta yaşamın makineleri oldukça karmaşıktır. (2)

İsrailli fizikçi ve moleküler biyolog Gerald Schroeder de hücrenin içindeki olağanüstü kompleksliğe dikkat çekmektedir:

… Vücudunuzdaki her hücre saniyede ortalama 2000 protein oluşturmaktadır. Her saniye, her hücrede ve hiç aralık verilmeksizin. Hücreler bunu öylesine mütevazi bir tavırla yapmaktadırlar ki biz bunca faaliyeti hiç ama hiç hissetmeyiz. Protein yüzlerce aminoasitin biraraya gelerek oluşturduğu bir dizidir ve aminoasitlerde yaklaşık on milyon atomdan oluşan beş yüz kadar aminoasiti seçip bunları önceden seçilmiş olan dizilerde organize ediyor, biraraya getiriyor her bir dizinin spesifik bir şekilde kıvrılıp kıvrılmadığını kontrol ediyor ve daha sonra her bir proteini her nasılsa bu özel proteine ihtiyaç duyduğunun işaretini veren belli bir alana, bazılarını hücre içine, bazılarını hücre dışına gönderiyor. Bu işlem her saniye, her hücrede tekrarlanıyor. Bedenimiz yaşayan bir mucizedir. (3)

Bu olağanüstü kompleks yapının rastlantıların ve doğa kanunlarının ürünü olduğunu iddia etmek, Paul Davies'in belirttiği gibi, tuğlaların altına dinamit koyarak bir ev oluşabileceğini iddia etmek gibidir. Bu nedenledir ki, yaşamın kompleksliği karşısında, Darwinistler çaresizdirler. Behe, hiçbir bilimsel yayında yaşamın kökenine dair evrimsel bir açıklama bulunmadığını şöyle anlatır:

    Evrim üzerine yapılan bilimsel yayınları incelerseniz ve araştırmanızda moleküler makineler, yani hayatın temeli üzerine odaklanırsanız; gitgide artan bir korku ve kesintisiz bir sessizlikle karşılaşırsınız. Yaşamın karmaşıklığı bunu hesaplama yolundaki bilimin teşebbüslerini felce uğratmıştır, moleküler makineler Darwin'in önüne aşılamaz bir bariyer kurmuştur. (4)

Kısacası yaşamın kökeni, evrim teorisini çöküşe götüren önemli gerçeklerden biri olmuştur. Peki evrimciler neden hala Darwinizm'i savunmaktadırlar?

Miller Deneyi'nin iki mimarından biri olan Harold Urey bu konuda şu itirafta bulunmuştur.

    Yaşamın kökeni konusunu araştıran bizler, bu konuyu ne kadar çok incelersek inceleyelim, hayatın herhangi bir yerde evrimleşmiş olamayacak kadar kompleks olduğu sonucuna varıyoruz. (Ancak) Hepimiz bir inanç ifadesi olarak, yaşamın bu gezegenin üzerinde ölü maddeden evrimleştiğine inanıyoruz... Kompleksliği o kadar büyük ki, nasıl evrimleştiğini hayal etmek bile bizim için zor. (5)

Urey, kendisinin ve pek çok meslektaşının hayatın rastlantısal bir kökeni olduğuna "inandıklarını" belirtmektedir. Gerçekten de teorinin temelinde bilim değil inanç yatmaktadır. Maddeden başka bir şey olmadığı ve tüm olguların maddesel etkilerle açıklanması gerektiği yönündeki bu inancın adı da materyalist felsefedir.

Bilimsel yönden çökmüş olan Darwinizm, salt bu felsefeye olan körü körüne inanç nedeniyle savunulmaktadır. Ama bu da teoriye fazla ömür kazandıramamıştır.

----------------------------------------------------------------------------------

1 - Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, "Evrim Teorisi"ne Karşı Biyokimyasal Zafer, Aksoy Yayıncılık, 1998, s.8
2 - Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, s.14
3 - Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, Gelenek Yayıncılık, Nisan 2003, İstanbul, ss.67-68
4 - Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, s.15
5 - W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s. 325



Zebraların Çizgilerinin Sahip Olduğu Yaratılış Özellikleri


Zebraların tüm vücut yapıları ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır...

* Zebraların neden siyah beyaz çizgilere sahip olduklarını hiç düşündünüz mü?

* Bu çizgilerin onlar için bir kimlik görevi gördüğünü biliyor muydunuz?

Canlı-cansız tüm varlıkların bir rengi vardır. Üstelik dünyanın her yerinde aynı türdeki varlıklarda aynı renkler vardır. Nereye giderseniz gidin kiviler hep yeşildir, denizler mavi ya da mavinin tonlarıdır, kar beyazdır. Fillerin rengi dünyanın her yerinde aynıdır, ağaçların rengi de aynıdır. Yapay olarak elde edilen renklerde de durum değişmez. Dünyanın neresine giderseniz gidin sarı ile kırmızıyı karıştırırsanız turuncu, siyah ile beyazı karıştırırsanız gri elde edersiniz. Bu da hiçbir zaman değişmez. Zebraların siyah beyaz çizgileri de bu şekildedir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan zebraların ortak özelliği sahip oldukları siyah beyaz çizgilerdir. Birbirinden farklı hikmetleri olan bu çizgiler, zebralara büyük faydalar sağlamaktadır.


Zebraların çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık otlaklarda yaşarlar. Bu nedenle hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek zorundadırlar. Zebraların tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır.

İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralar, atlarda olduğu gibi, yele denilen uzun tüylere sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar. Zebraların bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş bir alana sahip olan akciğerleri bu canlıların hiç yorulmadan ve yavaşlamadan çok uzun mesafeleri koşabilmelerini sağlar. Zebraların kemikleri de hafif olmasına rağmen oldukça güçlüdür ve hızlı koşmaları için özel olarak yaratılmıştır. Fakat zebraların asıl ilginç özelliklerinden biri siyah beyaz çizgili kürkleridir.

Zebraların çizgileri onların kamufle olmalarını sağlar:

Hayvanlardaki savunma taktiklerinin en önemlilerinden biri kuşkusuz ki kamuflajdır. Kamuflaj yapan canlılar, yaşadıkları ortama son derece uyumlu şekilde yaratılan vücut yapıları ile adeta özel bir koruma altına alınmışlardır. Bu canlıların vücutları bulundukları ortamla son derece uyumludur. Zebraların üzerlerindeki çizgili desenler de kamuflaj görevi görür ve doğadaki düşmanlarına karşı gizlenmelerini sağlar. Bilindiği gibi zebralar savan adı verilen uzun otlaklarda yaşarlar. Çizgili kürkleri olan zebraları bu uzun otlar içinde ayırt etmek çok güçtür; çünkü çizgiler otların gölgesi gibi görünerek hayvanın vücudunun net bir şekilde görülmesini engeller.

Zebraların sahip olduğu bu muazzam kamuflaj sisteminin tesadüflerle oluştuğunu iddia etmek elbette ki bilimsellikten uzak ve akıl dışı bir iddia olacaktır. Ortada bir düzen varsa, onun bir düzenleyicisi de vardır. Yeryüzündeki kusursuz düzen Rahman olan Allah’a aittir. Akıl sahibi insanlara düşen Allah’ın yaratması üzerinde detaylı olarak düşünmektir. Yüce Rabbimiz Allah Nahl Suresi’nde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

“Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 13)

Zebraların çizgileri önemli bir savunma aracıdır:

Zebraların çizgileri en önemli savunma mekanizmalarından biridir. Çünkü bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen yırtıcı hayvanlar, bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur. Aynı zamanda sürü halinde gezerken desenleri yan yana geldiğinde, kütle halinde görünürler. Onları avlamak isteyen düşmanları bu canlılara odaklanamazlar.

Siyah beyaz çizgilerin zebralar için taşıdığı bir diğer savunma mekanizması da bu çizgilerin zebraları kan emen ve hastalık taşıyan at sineklerinden korumasıdır. Bilim adamları at sineklerinin yatay çizgi şeklindeki polarize olmuş ışıktan etkilendiğini bulmuşlardır. Bu etki zebraları at sineği saldırılarından koruyan önemli bir etkendir. At sinekleri larvalarını su üzerinde bulunan yaprakların üzerine bırakırlar, su dalgalarından yansıyan yatay çizgili ışıklar da polarize olduğundan, at sineğinin su yerine yaprağa doğru yönelmesini sağlar.

Yapılan bir araştırmada, bir tarlaya üzeri yapışkanlı farklı renklerde modeller yerleştirerek, at sineklerinin hangi modele daha fazla ilgi gösterdiği araştırılmıştır. Beyaz, siyah ve çizgili modeller üzerinde yapılan incelemede at sineklerinin çizgili modele daha az rağbet gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bu araştırmadan da anlaşılacağı gibi at sineği zebranın siyah beyaz çizgilerini polarize ışıklara benzetmekte ve bu polarize desenin su olduğunu düşünerek zebraya yönelmemektedirler. 

Bu çok önemli gözlem ve deney, canlıların yaratılışındaki mükemmel düzene, canlıların tek bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına dair çok önemli bir örnektir. Zebranın at sineğini kendisinden uzaklaştırmak için, at sineğinin polarize ışık yansıtan su dalgalarından etkilendiğini bilmesi imkansızdır. At sineğine ait bu özelliği bilse bile zebra, kendi derisini su dalgalarının yansımasındaki polarizasyona benzer olarak yaratma gücüne sahip değildir. Zira zebra embriyo iken siyah derilidir ancak doğuma yakın bir zamanda derisi çizgili hale gelir.

Daha doğumdan önce anne karnında bu mükemmel çizgiler oluşmuştur. At sineğinin bulaşıcı hastalık taşıyan ısırıklarından korunmak icin zebranın derisini tam da at sineğinin gözlerinin etkileneceği kalınlıklıkta ve uzunlukta, su dalgalarının oluşturduğu polarizasyona benzer beyaz çizgilerle yaratan Yüce Rabbimiz’dir. Bu örnek herşeyi bir hikmetle yaratan Yüce Rabbimiz’in sonsuz merhametinin ve ilminin delilllerindendir:

“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz
olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (Araf Suresi, 54)

Zebraların çizgileri onların tanınmalarını sağlar:

Zebranın başından tırnaklarına kadar tüm bedenini kaplayan düzenli çizgiler, her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Sürü içerisindeki bireyler birbirlerini, yavrular annelerini bu farklı çizgilerden ve kokularından tanırlar.


Zebraların Çizgilerindeki Simetri ve Estetik Allah’ın Yaratma Sanatının Delillerinden Biridir

Zebralar yaşadıkları ortama son derece uyumlu şekilde yaratılmış vücut yapıları, biçimleri, renkleri ve desenleriyle özel bir koruma altına alınmışlardır. Bu canlıların bazılarının bedenleri bulundukları ortamla o kadar uyumludur ki canlıların sahip olduğu bu detaylı ve uyumlu sistemin rastlantısal bir biçimde meydana geldiği asla iddia edilemez. Bu uyumu en mükemmel biçimde canlıların içine ve yaşadıkları çevreye yerleştiren bir irade ve güç mutlaka vardır. Bu gücün sahibi üstün bir bilgi ile hem ortamı hem canlının kendisini hem de kullandığı sistemleri sarıp kuşatan Yüce Rabbimiz Allah’tır. Bu gerçek, zebraların çizgili kürklerinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını bir kez daha kanıtlar. Çünkü hayvanın bu çizgileri elde etmek için hiçbir çabası yoktur. O sadece Yüce Allah’ın kendisine ilham ettiği görevleri yerine getirmekte diğer bir deyişle hayatını devam ettirmekte,
beslenmekte ve neslini devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle sahip olduğu tüylerin rengini, şeklini ve siyah beyaz renklerini elde etmek için neler yapması gerektiğini bilmez.

Yüce Allah örneksiz yaratma ilmini kullarına bir kez daha göstermek, yarattığı sistemlerdeki üstün akıl gerektiren detayları hatırlatmak ve dünyayı çeşitli renk ve şekillerle süsleyerek sunduğu güzellikleri bildirmek için zebralar üzerinde tecelli eder. Allah üstün güç sahibi Yaratıcımızdır:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen olur.” (Bakara Suresi, 117)





Kuşların Sergilediği Akılcı Davranışlar


Kuşların akılcı davranışlarını kendi kendilerine planladıklarını ileri sürmek mantık dışı bir iddiadır...

* Atmacaların Falkon uçaklarına benzeyen uçuş teknolojisi nasıldır?

* Kuşlar uçuş esnasında nasıl enerji tasarrufu sağlar?

*Kuşlar yuvalarını hangi üstün akıl gerektiren teknikleri kullanarak yaparlar?

* Kuşların zeka gerektiren davranışlarına örnekler nelerdir?


İlmin tek sahibi olan Rabbimiz, yarattığı tüm canlılara birbirinden farklı özellikler vermiştir. Bu özelliklerle canlıların yaşamlarını devam ettirebilmeleri, onların çevreleriyle uyumlu olacak şekilde, bir anda yaratıldıklarını ispatlar. Bu konuda kuşlar güzel bir örnektir. Kuşlar arasında binlerce farklı çeşitte üreme, yuva yapma, avlanma ve beslenme şekilleri vardır.

Bu yazımızda binlerce kuş türünden sadece birkaç tanesinin bazı ilginç özelliklerini ele aldık. Bunlardan sadece bir tanesini incelemek bile Allah’ın sınırsız gücünü görmek için yeterli olacaktır. Allah bir ayetinde tüm varlıkların sahibinin Kendisi olduğunu şöyle bildirir:

“Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’ bulunuyorlar.” (Rum Suresi, 26)

Kuşların İlginç Uçuş Teknikleri


Aeorodinamik bir harika olan kuşlar ile kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez. Kuşlar mükemmel uçuş makineleridir. Kuşlardaki bu kusursuz yaratılış özelliklerinin havacılığın gelişmesinde çok büyük etkileri vardır. Ayette şöyle buyrulur:

“Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah’)tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir.” (Mülk Suresi, 19)

Falkon Uçakları Gibi Engelleri Aşan Atmacalar

Hızlı hareket eden atmacalar ve diğer bazı kuş türleri, astroitler arasından uçan Falkon uçakları gibi ağaç gövdelerinin arasından büyük bir süratle uçarak ilerlerler. Yapılan araştırmalarda bu kuşların çevrelerinin öz kütlesini sürekli ölçtüklerini ve hızlarını buna göre ayarladıkları tespit edilmiştir. Bu, kuşun görsel duyularına göre uçabileceğinden çok daha hızlı bir şekilde uçmasına imkan sağlar. 

Araştırmacılar bu özelliği taklit ederek insansız uçaklara daha fazla sensor eklemeden daha hızlı uçmalarını sağlayabileceklerini düşünmektedirler. Ancak tüm gelişmiş bilimsel tekniklere rağmen insan yapımı hiçbir uçak atmacının manevra kabiliyetine yaklaşamaz. Çünkü tüm canlılar gibi atmacalar da Rabbimiz’in üstün aklının ve yaratma sanatının eseridir ve Allah’ın tek bir “Ol” emriyle yaratılmışlardır. Bir ayette bu gerçek şöyle bildirilir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen olur.” (Bakara Suresi, 117)

Enerji Tasarrufu Sağlayan Uçuş Teknikleri:

Kanat çırpmak çok fazla enerji gerektirir. Bu nedenle kuşların enerjisi onlar için çok değerlidir ve bunu en ekonomik şekilde harcarlar. Bir ağaçkakan uçarken, düzenli olarak kanat çırpışlarını keser ve kanatlarını sıkıca vücuduna kapatır. Böylece kısa bir süre kanatlarının havaya karşı oluşturduğu direnci önler ve havada ilerlemeye devam eder.

Albatroslar açık denizlerde yaşarlar. Kanatlarını rüzgara karşı tamamen açarak havada durmak albatrosun uçması için yeterlidir. Kuş bunu kanatlarını olabildiğince geniş açarak gerçekleştirir ve bu esnada kuşun kanatlarının genişliği “3.5 m.”ye ulaşır ki bu, kuşlar arasında en geniş kanat uzunluğudur. Albatrosların kanat kemiklerinde kanatlarını açık pozisyonda tutmaya yarayan bir çeşit kilit sistemi vardır. Böylece günlerce, haftalarca hatta aylarca minimum seviyede enerji kullanarak hiç durmadan uçabilirler. Albatros yukarıya doğru yükselen dalgaları ve rüzgarı kullanarak, onların yönünde ilerler ve rüzgarın içinden zigzaglar çizerek bir dalganın tepesinden diğerine geçer. Bu şekilde albatros tek bir kanat bile çırpmadan saatlerce su üstünde uçabilir.

Yuvaların Yapımındaki Akılcı Davranışlar

Bir insanın mimar olabilmesi için uzun yıllar boyunca eğitim almayı göze alması ve zeki olması gerekir. Oysa yuva yapma konusunda en usta canlılar olarak bilinen kuşların yuva inşa etme konusunda uzun bir çaba harcamalarına gerek yoktur. Çünkü her kuş türü kendine özgü yuva yapma tekniklerine sahip olarak doğar ve hiç şaşırmadan bu kusursuz yapıları hayatları boyunca inşa eder. Üstelik kuşlar yuva yaparlarken çok ince ve akıl gerektiren taktikler uygularlar.

Çardak Kuşlarının Optik İllüzyonu:

Erkek çardak kuşları 30 yıllık ömürlerinin uzun bir kısmını dişi kuşları etkilemek için kendilerine yuvalar inşa ederek geçirirler. Bilim adamları, en başarılı erkek çardak kuşlarının yuvalarını inşa ederken “zoraki perspektif” adı verilen optik illüzyonların en iyisini elde eden kuşlar olduklarını keşfetmişlerdir. Çardakların evin odasına ulaşan tünel şeklinde bir girişi vardır. Erkek çardak kuşları bu girişi kemik parçaları ve deniz kabukları ile süsler ve objeleri öyle bir şekilde dizerler ki bu yol muntazam fakat küçük olur. Böylece dişi kuş yuvaya dışarıdan baktığında erkek kuşu çok daha heybetli görür. Daha geniş parçaları tünelin sonuna doğru yerleştirirler, bu şekilde tünel daha muntazam görünür. Eğer desen bozulursa, herşeyi tekrar yerli yerine koyarlar.

Çardak kuşlarının perspektif kanunları üzerinde uzmanlaşması ve kendi isteği doğrultusunda kullanması bu kuşların milyonlarca yıl önce de perspektifi kullandıklarını göstermektedir. Bir anlamda kuşun perspektif sanatı insanların sanatından daha eskidir. Şüphe yoktur ki bir kuş bu kadar çok detayı ve düzeni kendi başına düşünemez. Bu özenli yuvayı ona ilham eden, alemlerin tek Hakimi olan Allah’tır. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle haber verir:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.” (Nur Suresi, 41)

Terzi Gibi Yuvasını Diken Afrikalı Terzi Kuşu

Afrikalı terzi kuşu, yuvasını yaprakları dikerek gizler. Erkek terzi kuşu bir dalın sonunda, birbirine yakın gelişen iki ya da daha fazla geniş yeşil yaprağı seçer. Sivri gagasıyla her bir yaprağın kenarına delik açar. Sonra da bir terzinin ipliği kullanması gibi topladığı örümcek ağlarını veya bitki liflerini kullanır. Lifleri deliklerden çeker ve düşmesini engellemek için her ilmiği düğümleyerek yaprakları birbirine diker. Bu yapraklarla kaplı kesenin içinde ayrıca eşinin yumurtalarını koyduğu gizli bir yuva dokur.

Hırsızlara ve Tehlikelere Karşı Alınan Önlemler

Fındıkkıran kuşları ölü ağaçların yumuşak tahtalarında yuva deliği açarlar. Yuva hırsızlarına karşı etkili bir korunma geliştirmişlerdir. Deliği açtıktan sonra fındıkkıran yakındaki bir su birikintisinden çamur toplar ve yuva deliğinin girişini bununla sıvar. Sadece bir fındıkkıranın kıpırdayabileceği genişlikte giriş yapar. Böylelikle sığırcık gibi daha büyük kuşlar bu delikten yuvaya giremezler.

Amerikan Sarıasmagiller cinsinden bir tür kuş, yuvasını yaban arısı topluluklarının yanına kurar. Çünkü bu arılar, yılanları, maymunları, siyah papağanları ve özellikle bir tür sineği, kendi yuvalarının yanına yaklaştırmazlar. Sarıasmagil kuşu da yuvasını bu yaban arılarının yuvasının yanına yaptığında, kendi yavruları bu tehlikeli hayvanlara karşı doğal olarak korunmuş olur. Ancak bu hayvanlar arasında Sarıasmagil kuşu açısından önemli olanı sineklerdir. Çünkü bu sineğin larvaları, kuş yavrularının deri altlarına girerek onların ölümüne sebep olurlar. Bu nedenle yuvaların, yaban arılarının bulundukları yerlere kurulması kuşlar açısından oldukça önemlidir.

Afrika nehirlerinin kumlu kıyılarında yuva yapan Pluvianus aegyptius isimli kuş, gündüzleri yumurtalarını kumla örter ve yalnızca geceleri (ısı düştüğü zamanlarda) kuluçkaya yatar. Eğer gündüz ısı çok yükselirse, erkek ve dişi kuşlar göğüslerini suya batırarak bununla kuluçkayı serinletirler. Bu türlerin yavruları, doğduktan sonra, anne babalarının tehlikeyi haber veren çığlıklarını duyduklarında, oldukları yere serilip yere yapışarak, görünmez hale gelebilirler. Çünkü tüyleri bulundukları bölgenin taşları ve kumuyla uyumlu renk ve desendedir.

Kuşların ve diğer tüm canlıların davranışlarında görülen aklın, bilginin ve yeteneğin kaynağının tek açıklaması vardır:

Bunların tümü bu hayvanlara Allah tarafından ilham edilen özelliklerdir. Allah, bu canlıları yaratmış, onlara korunma, avlanma, beslenme, üreme yöntemlerini ayrı ayrı ilham etmiştir. Onlara yuvalarını inşa ettiren, kusursuz planlar yaptıran, onları koruyan ve barındıran sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’tır. Allah kuşları ve tüm canlıları yoktan var etmiştir ve herşey ancak O’nun emriyle hareket etmektedir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)

Kuşların Zeka Gerektiren Davranışlarına Örnekler

Kuşlar matematik hesabı yapabilirler. Öyle ki yapılan araştırmalar güvercinlerin rakamları maymunlara kıyasla daha iyi anlayabildiklerini göstermiştir.

Sakallı akbaba hayvanların etinden çok kemiklerini tercih eder. Bu kemiklerde ilik bulunur ve besin bakımından oldukça zengindir. Akbabanın bu kemiği kırıp içindeki iliği alabilmek için gerekli kırma aleti yoktur. Fakat bu problemi başka türlü halleder. Kemiği alır ve çıplak bir kayanın tepesine havalanır. Sonra kemiği aşağı bırakır. Bu işlemi kemik ikiye ayrılıncaya kadar en az 50 kere tekrarlar. Kuş, sonra bu kemik parçasını alır ve yutar. Hayvanın midesindeki sindirim asitleri öylesine güçlüdür ki kemiğin bir ucu daha akbabanın ağzındayken, midesine giden kısım sindirilmiş olur.

Patoo adı verilen kuş “taklit yapabilme” kabiliyetini hareketleriyle destekler. Bir ağaç kütüğüne konar ve tüyleriyle aynı renk olan kütükte hiç fark edilmez. Fakat yanına yaklaşıldıkça taklidini daha mükemmelleştirir ve hareket etmeye başlar. Çok yavaş bir şekilde, kuyruğunu indirir ve onu ağaç kütüğünün deliğine sokar. Böylece kuşla ağacın birleşme yeri iyice belirsizleşir. Sonra yine aynı yavaşlıkta, gagası dik olarak gökyüzüne dönene kadar başını kaldırır ve gözlerini kapar. Kuşa 90 cm. uzaklıkta olunduğunda bile kuş hareketsiz ve donuk durur. Kuşun özelliği, göz kapakları kapalı olmasına rağmen görebilmesidir. Her iki göz kapağında da çok ufak dikey yarıklar vardır. Bu yarıklar kuşun hassas gözlerine ışığın girmesini ve bu sayede etrafını görmesini sağlar. Görüldüğü gibi Allah bu canlılara mükemmel özellikler bahşetmiştir.