A Muslim worships only Allah




Excerpt from Mr. Adnan Oktar's Live Interview on A9 TV dated December 13th, 2011

ADNAN OKTAR: This world is a very weird place, it is a very very strange place. It is very weird that we are being tested. I mean one should not be besotted with this world, one should not deify people. People are deifying other people, they are idolizing them. I see such people, I turn on the TV, there they are; laying red carpets on the floor, calling one "Duke something" or "Count something." Ultimately these are pitiful human beings. Right? They will die and disappear from the face of this world. They would be wretched if they do not eat, they would be wretched if they do not drink water. These are pitiful beings with natural needs. You all see what will become of them if they do not bathe. Many of these people are very old and can hardly remain standing. Some can hardly remain standing with blood-tension drugs, some with rheumatism drugs, some with cancer drugs. As a matter of fact many of them cannot even attend to the same gatherings in the following year; they just get buried under the ground. These people are deifying such people. Is this reasonable? Is this something that a Muslim would do? A Muslim would only take Allah as God. One would only feel compassion for miserable servants of Allah, right? And feel hatred if that is a hypocrite, insha'Allah. 

Lack of fear of Allah lies beneath the dissolution of marriages




Excerpt from Mr. Adnan Oktar's Live Interview on A9 TV dated December 12th, 2011

ADNAN OKTAR: For instance, lack of fear of Allah lies at the root of many separations. I mean this lies at the root of the dissolution of marriages. Both parties act selfishly or may be one party acts selfishly and egotistically and they watch for their own interests and if they see that something conflicts with their own interests, they instantly become ruthless. All those who previously say, "you are my heart, my beloved," those who say "I love her very much, I am crazy about her," you know these types in marriages, because things start to conflict their interests, because they have no fear of Allah when things start to conflict with their interests, they lose their controls all of a sudden. They get under the control of their lower-selves from that on. They do not face any problems up until that moment because things would not conflict with their own interests. But on the point in which they would have conflicts with their own interests, since they could only get hold of that with their fear of Allah, in the absence of fear of Allah, they lose control. They become like a truck with failed brakes; they crash here and there and the marriages end with scandals. They will end up with fights and scandals, they insult one another, they go and crash the other's house, they shoot at each other, inappropriate scandals come up and the marriages end with hatred. That is because in the absence of fear of Allah there would be a horrible pride and self-centeredness.    

Kuran'da Evrim Yoktur


SUDAN YARATMANIN EVRİMSEL YARATILIŞİŞARET ETTİĞİ YANILGISI

Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)

Evrimsel yaratılış yanılgısını savunanlar birçok ayette geçen "insanın sudan yaratıldığı" şeklindeki ifadeleri de kendi iddialarına sözde bir delil olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Sudan hareketle bütün canlıların oluştuğunu iddia etmektedirler. İnsanın yaratılış aşamalarının anlatıldığı bir diğer ayet de dikkatli incelendiğinde bu yorumlardaki köklü yanılgı gözler önüne serilmektedir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılışbiçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkca göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuşbir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5)

Ayette bir insanın yaratılış aşamaları tarif edilmektedir.

Birinci aşama olan toprak, insandaki temel mineralleri ve elementleri içeren hammaddedir.

İkinci aşama ise bu elementlerin, anne karnındaki yumurtayı döllemek için gerekli yapıya ve genetik bilgiye sahip olan spermleri içeren ve Kuran'da karmaşık bir su tabiriyle tarif edilen menide biraraya gelmesidir. Kısacası insanın temel hammaddesi topraktır. Toprağın özü, bir damla menide o insanı meydana getirecek bir şekilde toplanmıştır. Ayette bu "su" aşamasının hemen ardından insanın ana karnındaki gelişim aşamaları belirtilmiştir. Oysa evrim teorisi, canlılığın sözde kendiliğinden suda başlamasından insanın ortaya çıkması arasında milyonlarca farazi aşama (ilk hücre, tek hücreliler, çok hücreliler, omurgasızlar, omurgalılar, sürüngenler, memeliler, primatlar vs. ve bunların sayısız ara aşamaları gibi) olduğunu var sayar. Ayetteki sıralamada ise hiçbir şekilde böyle bir mantık ve tarif olmadığı çok açıktır. İnsanın bir damla su halinden sonra alak haline geldiği bildirilmektedir.
Dolayısıyla, çok açıktır ki ayette, insan türünün geçirdiği evrim aşamaları değil, tek bir insanın anne karnından önceki, anne karnındaki ve doğduktan sonra yaşlılığına kadar devam eden yaratılış aşamaları tarif edilmektedir.
Bazı yorumcular bu ayetlerdeki "canlıların sudan yaratılması" ifadesinde, evrim teorisine paralel bir mana var zannetmektedir. Oysa bu çok yanlışbir yorumdur.Ayetlerde canlıların sudan yaratıldığı bildirilerek, canlıların temel malzemesinin su olduğu haber verilmektedir. Nitekim modern biyoloji ortaya koymuştur ki su, dünyadaki her canlının vücudunun en temel unsurudur.İnsan vücudunun yaklaşık % 70'i sudur. Her canlı, vücudundaki su sayesinde hücre içi, hücreler arası ve dokular arası ulaşımı sağlar. Su olmadan canlılık olamaz. İnsanın ve diğer canlıların sudan yaratıldığını bildiren diğer ayetlerde de yine evrim teorisine dayanak oluşturacak bir mana yoktur. Bu ifadeyi içeren bazı ayetler şu şekildedir:

O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Aşağıdaki ayetlerde ise "bir damla suyun meni olduğu" açıkça ifade edilmektedir:

Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü (min nutfetin iza tumna) zaman. Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na aittir. (Necm Suresi, 45-47)

Min : den, dan

Nutfetin : Nutfe, bir damla

iza : -dığı zaman

tumna : meniyi akıtmak

Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?(nutfeten min meniyyin yumna) (Kıyamet Suresi, 37)

nutfeten : nutfe, bir damla su

min : den, dan

meniyyin : meni

yumna : atılıp dökülen

İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı. (Hulika min main dafikın) (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar. (Tarık Suresi, 5-7)

Hulika : yaratıldı

min : den, dan

main : su

dafikın : Birden boşalan, dökülen, def'aten akıtan, akıtılan.

ÖNCE TOPRAKTAN, SONRA SUDAN YARATILMANIN
EVRİMSEL YARATILIŞA İŞARET ETTİĞİ YÖNÜNDEKİ YANILGI

"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?" (Kehf Suresi, 37)

Ömer Nasuhi Bilmen ise aynı ayeti şu şekilde tefsir eder:

... Senin aslın ve yaratılışın sebebi olan Hazreti Adem'i (topraktan) yaratan (sonra) da seni (bir nutfeden) en yakın maddei vücudun olan bir katre meniden (yaratan sonra da seni bir erkek olarak tesviye eden) seni böyle müteaddit etvari hayatiye (birçok hayat durumları) neticesinde tam, baliğbir insan olarak vücuda getiren Halik-i Kerim'i (inkar eder mi oldun) çünki ahiret hayatını inkar, onun zuhura geleceğini haber veren ve ona kadir olan Allah Teala'yı inkar demektir...

Ayette geçen "topraktan yaratılma" Hz. Adem'in yaratılışını, sudan yaratılıp düzgün bir adam haline gelme ise spermden başlayan gelişmeyi anlatmaktadır. Aşağıdaki ayette de Allah'ın balçıktan doğrudan bir beşer yarattığına işaret edilmektedir. Hz. Adem'in yaratılışının anlatıldığı bu ayette de bir aşamadan bahsedilmemektedir:

Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmişbir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi, 28-29)

Zaten Kuran'da anlatılan yaratılışaşamaları dikkatle okunur, birbirini takip eden süreçler göz önünde bulundurulursa evrimci yorumun yanlışolduğu da hemen anlaşılır.

Kuran'da Hz. Adem'in evrimsel bir aşama ile yaratılmadığını açıkça bildiren daha pek çok ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır:
Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)

Yukarıdaki ayette Allah Hz. Adem ile Hz. İsa'nın aynı şekilde yaratıldıklarını bildirmektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi Hz. Adem, herhangi bir atası olmaksızın, topraktan ve Allah'ın "Ol" demesiyle var edilmiştir. Hz. İsa ise yine bir babası olmaksızın, Allah'ın dilemesiyle, bir "Ol" emriyle yaratılmıştır.
Topraktan ve sudan yaratılmanın bildirildiği diğer ayetlerde de, az önceki maddede incelediğimiz gibi insanın evrim aşamaları değil, insanın yaratılışının anne karnına düşmeden önceki, anne karnındaki ve doğumdan sonraki aşamaları tarif edilmektedir:

Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılışbiçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuşbir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5)


KURAN'DA EVRİMSEL SÜRECE İŞARET BULUNDUĞU YANILGISI

"Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti." (İnsan Suresi, 1)

Yukarıdaki ayet aynı çevrelerin kendilerince evrime delil olarak sundukları bir diğer ifadedir. Kişisel yorumlarına dayalı bir çeviriyle "kendisi anılmaya değer birşey değilken" ifadesi "insanın bir insan olmadan önceki hallerinin ifade edildiği" şeklinde açıklanmaktadır. Oysa ilk iddia gibi bu evrimci iddia da gerçeklerden uzaktır.

Altı çizili ifadenin Arapçası şu şekildedir:

"lem yekun şey'en mezkuren"

Lem yekun : değildi

Şey'en : bir şey

Mezkuren : zikredilen, adı geçen

Bu ifadeyi "evrimsel yaratılış"a sözde bir delil olarak göstermek de çok mantık dışı bir yorumdur. Nitekim bu ayet İslam alimleri tarafından evrimsel bir süreç olarak yorumlanmamaktadır. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetteki zaman ifadesini şu şekilde tefsir eder:

"Başlangıçta ilk maddeleri olan unsurlar ve madenler, sonra onlardan aşama aşama yaratılıp orta maddeleri olan bitkisel, hayvansal gıdalar "çamur hülasası" (Müminun Suresi, 12), sonra onlardan süzülen yakın maddesi olan meniye doğru yavaşyavaşaşama ve mertebeler içinde gelen bir şey olmuş, fakat insan diye anılan şey olmamıştı. Gerçekte insanın her ferdi gibi cinsi de ezeli değil, sonradan olmadır. Hem dehrin başlangıcından, alemin yaratılışından çok sonra var olmuştur." 

Ömer Nasuhi Bilmen ise ayeti şu şekilde tefsir eder:

"Bu ayetler, Cenab-ı Hakk'ın insanları hiç mevcut, malum değillerken bilahare birer katre sudan işitir ve görür bir halde yaratmışve onları imtihana tabi tutmuşolduğunu bildiriyor... Nev'i insan, başlangıçta hiç mevcut değildi, sonra bir müddet içinde bir katre sudan, bir topraktan ve çamurdan tasvir edilmişbir ceset haline gelmiştir. O insan, o zaman malum değildi, onun ne gibi bir ismi haiz ve ne için yaratılmışolduğu gök ve yer halkınca bilinmiyordu. Sonra kendisine ruh bilinci yad edilmeye başlanılmıştır." 

Değerli İslam alimlerimizin de belirttiği gibi, Kuran’da hiçbir şekilde evrimle yaratılışa işaret bulunmamaktadır. Kuran’da bildirilen yaratılış, Rabbimiz’in “Ol” emri ile gerçekleşen yoktan yaratılıştır.

HZ. ADEM'İİLK İNSAN OLMADIĞI YÖNÜNDEKİ YANILGI

Evrimsel yaratılış yanılgısıyla ilgili olarak ortaya atılan bir diğer iddia ise, Hz. Adem'in ilk insan olmayabileceği -hatta insan olmayabileceği (Hz. Adem'i tenzih ederiz)- şeklindedir. Bu batıl iddiaya sözde delil olarak aşağıdaki ayet gösterilmektedir:

Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi. (Bakara Suresi, 30)

Bu iddiayı savunan çevreler ayette geçen "halife var edeceğim" şeklindeki ifadede geçen Arapça "ceale" fiilini, "tayin etmek" kelimesi ile açıklamaktadırlar. Yani Hz. Adem'in ilk insan olmadığı, birçok insan arasından halife olarak "tayin edildiği" yanılgısını öne sürmektedirler. Oysa "ceale" kelimesinin Kuran'da kullanılan çok çeşitli anlamları vardır ve bunlar şu şekildedir:

Ceale: Yaratmak, icad etmek, çevirmek, yapmak, koymak, kılmak
Kuran'da "ceale" filinin geçtiği diğer ayetlerden birkaç örnek şöyledir:
Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan kendi eşini var etti (ceale) ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi... (Zümer Suresi, 6)

De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren (ceale) O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, "ceale" kelimesi bu ayette yaratılma anlamında kullanılmıştır. Ayrıca pek çok ayette de Hz. Adem'in topraktan yaratıldığı belirtilmektedir. Hz. Adem'in, diğer insanlar içinde bir insan olmadığı, özel ve farklı bir yaratılışa sahip olduğu bu ayetlerden de anlaşılmaktadır
 

HZ ADEM'İN DÜNYADA YARATILDIĞI YANILGISI

Kuran'da Hz. Adem'in ilk insan olduğu hakkında verilen bir diğer önemli bilgi de işlediği hata nedeniyle kendisinin ve eşinin cennetten çıkarılmasıdır. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:

Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. (Araf Suresi, 27)

Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşİkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik. (Bakara Suresi, 35-36)

Ayetlerdeki ifadeler çok açıktır. Allah Hz. Adem'i topraktan yaratmıştır. Hz. Adem özel bir yaratılışa sahiptir ve bu özel yaratılışonun önce cennette bulunmasından, daha sonra da buradan çıkarılmasından bir kez daha anlaşılmaktadır. Ancak evrim aldatmacasına inanan bazı Müslümanlar apaçık olan bu gerçekleri görmezlikten gelmekte ve ayetlerde geçen "cennet" kelimesinin, ahiretteki cenneti değil, dünyadaki güzel mekanları ifade ettiği gibi hatalı bir yorum ileri sürmektedirler. Oysa Hz. Adem'in yaratıldığı cennetin pek çok özelliği Kuran'da belirtilmektedir. Burada melekler ve şeytan vardır. Melekler Allah ile konuşmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler bu kadar açıkken, Kuran ahlakına uygun olmayan yorumlarla evrim teorisine sözde delil arama çabasına girmek hatalı bir tavırdır.

Tüm insanların Hz. Adem'den geldiğini, yani Hz. Adem'in ilk insan olduğunu haber veren pekçok ayetten ikisi de şu şekildedir:

Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almışve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet şahid olduk" demişlerdi. (Bu) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. Ya da: "Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?" dememeniz için. (Araf Suresi, 172-173)



Sinek kuşunun hayranlık verici özellikleri




SİNEK KUŞUNUN HAYRANLIK VERİCİ ÖZELLİKLERİ

Şu an izlediğiniz bu pırıl pırıl renklere sahip kuş, sinek kuşu veya bir diğer ismi ile kolibri.
Gösterişli bir tüy yapısına sahip bu küçük kuşun farklı renklerde ve değişik kuyruk tiplerinde  üç yüzden fazla türü vardır. Bazılarının boyu yalnızca yetişkin bir kişinin serçe parmağı kadardır.
Sinek kuşunun en bilinen özelliği, çok hızlı kanat çırpması ve üstün manevra kabiliyetidir.
Sinek kuşu saniyede 200 defa kanat çırpabilir. Üstelik havada asılı kalabilir ve saatte 90 kilometreyi aşan bir sürati yakalayabilir.
Sinek kuşu eşsiz yaratılışı sayesinde farklı şekilde kanat çırpar. Bu sayede çicekteki nektarı alana kadar havada asılı biçimde kalabilir ve gagasını çiçekten çıkarmak için sırtüstü uçabilir. İnişe geçmişken U dönüşü ile tekrar yükselerek pike yapma gibi farklı yeteneklere de sahiptir. Sinek kuşu, çiçekle karşılaştığında aniden durur ve bedenini yaklaşık 45 derecelik bir açıyla eğik hale getirir. Bu durumda kanatlarını aşağı yukarı değil ileri geri çırpar. Sinek kuşunun kanatları omuzdan itibaren tüm yönlere dönebilir. Çiçek sallansa da sinek kuşu dengesini bozmaksızın nektarı almaya devam edebilir.
Kuş havada asılı dururken her kanat çırpışı 8 sayısına benzer bir figür çizer. Sinek kuşunun kanat çırpışı o kadar hızlıdır ki insan gözüyle görülmez, bulanık bir görüntü oluşur. Öyle ki bu kuşun kanat çırpışını ancak özel kameralar ile çekim yapıp yavaşlatarak inceleyebiliriz.
Sinek kuşunun kalbi dakikada 600 kez çarpar, uçuş anında ise kalp atışları bu rakamın iki katına çıkabilir.
Elbette sinek kuşu böylesine hareketli ve hızlı bir yaşam sürdürürken büyük miktarda enerjiye ihtiyaç duyar.
Sinek kuşunun bir günde tükettiği enerji miktarına anlaşılır bir örnek verirsek; bu sayı bir insanın günde 1300 hamburgerin vereceği kaloriyi yakması anlamına gelir.
Bilimadamları "Onların enerji seviyesinde güç sarfetseydik kalbimiz dakikada 1260 kez çarpar, vücut ısımız 3850 C dereceye yükselir ve alev alev yanardık" diye belirtmişlerdir.
Oysa tüm bu hareketlilik sinek kuşunun alev topuna dönüşmesine neden olmaz, hatta sinek kuşunun vücudu bunca harekete karşı yıpranmaz.
Sinek kuşunun, tempolu yaşam biçimine uygun kusursuz vücut yapısı Allah'ın üstün yaratışının delillerindendir. Tüm canlıların rızkını veren Yüce Allah sinek kuşuna bu yoğun tempoyu kaldırabilmesi için muhteşem bir beslenme yolu öğretmiştir.
Kuş ihtiyaç duyduğu yakıtı çiçeklerden nektar biçiminde alır. Allah sinek kuşlarına, nektarı alabilmeleri için çiçeğin içine kadar girebilen iğne gibi bir gaga vermiştir.
Ayrıca sinek kuşunun dili de özel olarak yaratılmıştır, nektarı alabilmek için kenarlarından kıvrılmaya müsait bir yapıdadır.
Gagalarının şekli sinek kuşunun türüne göre çeşitlilik gösterir. Kimisininki kıvrıktır. Bazı türlerin gagaları ise çok uzundur. Hatta kimi zaman tüm vücudu ile aynı uzunluktadır. Her birinin gagası tıpkı bir anahtarın kilide uyması gibi ihtiyacı olan nektarın bulunduğu çiçeğe uygun olarak yaratılmıştır. 
Sinek kuşlarının rengarenk tüylerini, süslü kuyruklarını, güzel seslerini, sevimliliklerini,  müthiş hızda kanat çırpmalarını ve manevralar yapmalarını sağlayan  vücut özelliklerini yaratan, her canlının hakimi olan Yüce Allah’tır.

"Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah)'tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir." (Mülk Suresi, 19)

Fen ve Teknoloji İlköğretim 8. Sınıf Ders Kitabında Geçen Darwinist İddialara Cevaplar


Söz konusu ders kitabında, Lamarck’ın evrim fikrinin geçersizliğinin belirtilmesinden hemen sonra, Darwin’in evrim iddiası tanıtılmıştır...

s. 46

“Adaptasyonların evrime katkıda bulundukları” aldatmacası:

    * Adaptasyon “uyum sağlama” demektir. Bir canlının, bulunduğu çevrede daha iyi yaşamasını ve üremesini sağlayan özelliğidir.

    * Evrim teorisi, adaptasyon kavramına iddialarını kanıtlayabilmek amacıyla bir anlam daha ekler ve içinde bulunduğu koşullara adaptasyon sağlayan canlıların zaman içinde tür değiştirdiklerini iddia eder. Ancak bu bir aldatmacadır.

    * Bir canlı türü, "genetik potansiyeli" olanak verdiği ölçüde bulunduğu ortamdaki değişikliklere adapte olur. Eğer "genetik potansiyeli" bu değişikliklere adapte olmasına imkan vermiyorsa, o zaman bu tür, değişen koşullara adapte olamaz ve zaman içinde yok olur.

    * Bir canlı, bulunduğu ortama uyum sağlamadığı takdirde hiçbir zaman yeni özellikler edinip başka bir türe dönüşemez. Yaşamını kolaylaştıracak yeni bir organa veya uzva sahip olmaz. Kendi genetik bilgisi içinde küçük değişimler gösterse de her zaman aynı türün bireyi olarak kalır.

    * Dolayısıyla adaptasyonları evrime delil olarak göstermek, tıpkı doğal seleksiyon mekanizmasını evrime delil olarak göstermek gibi bir aldatmacadır.

s. 47

“Doğal seçilimin yeni türlerin ortaya çıkışını sağladığı” iddiasının geçersizliği:

    * Söz konusu ders kitabında, Lamarck’ın evrim fikrinin geçersizliğinin belirtilmesinden hemen sonra, Darwin’in evrim iddiası tanıtılmıştır. Darwin’in doğal seleksiyonla türlerin oluştuğuna dair iddiasına ise ünlü sanayi devrimi kelebekleri senaryosu örnek olarak verilmiştir.

    * Sanayi devrimi kelebekleri senaryosu bir doğal seçilim örneğidir. Fakat bu örnekte hiçbir zaman yeni bir tür oluşmamış, türlere yeni bir bilgi eklenmemiştir. Dolayısıyla bu, bir evrimleşme örneği değildir.

    * İngiltere'de endüstri devriminin başladığı sıralarda, Manchester yöresindeki ağaçların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu ağaçların üzerlerine konan koyu renkli güve kelebekleri, bunlarla beslenen kuşlar tarafından kolayca fark edilir ve avlanırlar. Fakat elli yıl sonra endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların kabukları koyulaşır ve buna bağlı olarak bu kez açık renkli güveler kuşlar tarafından sık olarak avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkliler fark edilmedikleri için çoğalır.

    * Ancak bunun sözde evrim ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü yaşanan doğal seleksiyon, daha önce doğada var olmayan bir türü ortaya çıkarmış değildir. Endüstri devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah bireyler zaten vardır. Sadece, var olan kelebek türlerinin sayıları değişmiştir. Kelebekler "tür değişimi"ne yol açacak biçimde yeni bir organ ya da özellik edinmemişlerdir.

    * Darwinistler söz konusu iddiayı, sahte evrime delil olarak gösterebilmek için sahtekarlığa başvurmaktan da geri kalmamışlardır. Amatör bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell, söz konusu iddianın evrimleşme olduğunu ispat edebilmek için ölü kelebekleri ağaç kabuklarına TUTKALLA YAPIŞTIRIP resimlerini çekmiş ve yayınlamıştır. Bunun bir sahtekarlık olduğu ise bir süre sonra bir Amerikalı biyoloji öğretmeni tarafından ortaya çıkarılmış ve pek çok Darwinist bu sahtekarlığın bir utanç vesilesi olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.

    * Sonuç olarak sanayi kelebekleri hikayesi, bir Darwinist sahtekarlıktır ve hiçbir şekilde sözde evrime delil teşkil etmemektedir. Darwinistler, bir kanıt getirmek istiyorlarsa, türlerde yeni özelliklerin geliştiğini ve türlerin birbirine dönüşümünü gösteren ara fosilleri gösterebilmelidirler. Ancak ellerinde tek bir tane bile delil yoktur. Dolayısıyla iddiaları, demagojiden öteye geçememekte, bilimsel bulgulara kesin olarak karşı gelmektedir.



Mr. Adnan Oktar explains the essential factors underlying this current economic crisis




(Indo Asian News Agency (IANS) - November 14th, 2008)
 LALIT K. JHA: I was reading one of the articles written by you and in one of those you did mention about the current economic crisis and you said that the interest rates charged by banks are probably one of the main factors responsible for it. Could you eleborate on it and then what is the solution to the grand economic crisis that the world is facing?
ADNAN OKTAR: Of course I will be saying the same things again. The essential factors underlying this current economic crisis is the high interest rates, people’s failing to put trust in Allah, fear, that is to say, expectation of the worst from the future, amassing fortune and property, and avoidance from spending, not being generous in giving away to the poor and being mean. These are the causes for such occurrences. If money is distributed, money circulates and production increases. When money is withheld, property is also withheld. When property is withheld, production is withheld. Then the system comes to a total death. This is due to the egotism, selfishness of some people. 

Mr. Adnan Oktar: A genuine Muslim, a person of faith, would absolutely be against terror




(Der Spiegel, September 14th, 2008)


INTERVIEWER: Alright. You refer I guess, to his remarks that root of terrorism is religion. I think this is what Dawkins wrote more or less. In contrast, you consider atheism as the root of evil and terrorism.

ADNAN OKTAR: To date, Darwinism has laid the groundwork for Hitler’s and Mussolini’s fascism and Stalin’s communism and communist applications. And when we look at the present day, we see that all the members of terrorist organisations, those that portray themselves as Muslim organisations also, are Darwinists, and atheists. That is to say, a faithful person who prays regularly and worships does not go and plant bombs here and there. It is just people who pretend to be Muslims, those who depict themselves as Muslims, who perpetrate bombings or Darwinists who make it clear that they are terrorists or communists who commit terrorism. Consequently they are all Darwinists. A person of true faith who has fear of Allah, who loves Allah, can neither commit terrorism, nor refrain from describing its horrors. A genuine Muslim, a person of faith, is absolutely against terror and can never accept terror.

INTERVIEWER: It is quite hard to imagine that someone like Bin Laden would ever embrace Darwin and Darwinism.

ADNAN OKTAR: It is not as it seems. You do not see that appearance and style in such people in their youth. I mean, they assume this guise later in their lives. Yet, when their actual faith is scrutinized, when an attentive examination is made of their true faith, the fact emerges that they are genuine materialists and Darwinists. That is because it is impossible for a person with fear of Allah to commit such acts, because of his faith. In other words, his will refuses to permit him to engage in such acts. If he is capable of engaging in them, that means there is a weakness in his faith in Allah, or that he has no faith whatsoever. Most of these people are therefore Darwinists. Such acts are committed by people who were educated abroad, who received a Darwinist education and who internalized Darwinism, but who later called themselves Muslims. When scrutinized carefully, when their speech and writings are carefully analysed, we see that all these people are Darwinists. 

Christian author Joel Richardson asks Mr. Adnan Oktar about Jesus Christ's (pbuh) second coming



Christian author Joel Richardson asks Mr. Adnan Oktar about Jesus Christ's (pbuh) second coming

(Istanbul, 22 June 2009)

JOEL RICHARDSON:  Okay thank you. With regard to Jesus; you have said “in my view the prophet Jesus has already returned to the earth but he is hidden. He is obliged to conceal himself because of the terrorist and political attacks he would be exposed to. However he too will emerge in the very near future and together with the Mahdi will embark upon his intellectual struggle.” Do you believe that when Jesus return he will abolish Christianity as we know it today, do you believe that he will abolish the doctrines of the trinity of the divine incarnation of the Messiah as well as the Christian doctrine that the Christ was crucified died resurrected and sent to heaven?

ADNAN OKTAR: The essential belief in Christianity is the Oneness of Allah, belief in the hereafter, justice, the idea that Allah will provide justice. It is loving Allah and being careful over what is lawful and unlawful. It is treating people well. These are other matters, the belief in Trinity and other things. If with the coming of the Jesus, if it undergoes a change in the sense we are familiar with then Christianity would return to its former perfect state. It will return to its original form. According to our beliefs, it will return to the true Christianity. Again according to our belief, the original and the true Bible will also be found in that time. Maybe they will examine it using the Carbon 14 technique or using other methods, but the original form of the Gospels will be found. I mean, when the prophet Jesus comes and says that Allah is One, that is not something that will do away with Christianity. He would be saying something that reinforces Christianity. I mean, Christianity is in any case a religion of Islam. If we had lived in the time of the Prophet Jesus, we would have been Christians as well. If we had been around in the time of the Prophet Musa, we would have been Jews. Consequently the religion of the Prophet Ibrahim was also the true deen at the time and unaltered Christianity brought by the Prophet Jesus is the true Christianity. The Torah and the religion brought by the Prophet Musa is also the true faith, but according to our belief it has gradually been altered over the course of time. When the Prophet Jesus comes-  there are some Christians sects that are against the Cross. They do not have the Cross. I believe there are even some such sects and various groups in America.  But they still say “We are Christians,” I mean this does not stop them being Christians.  In other words, it is their believing in the Oneness of Allah and in the statements of the Prophet Jesus on other matters, their acceptance of statements compatible with the Qur’an, that makes them truly Christian and that makes them a true Muslim, it makes their belief a true religion of Islam.

In our belief, when the Prophet Jesus comes he will correct certain altered aspects of the New Testament. He will restore the New Testament to its original form and consequently he will be following the Qur’an. That is to say a New Testament whose altered aspects have been corrected will in any case be restored to its pure and original form. But since the Qur’an is the final scripture, of course the Prophet Jesus will follow the Qur’an. But the pronouncements of the New Testament will not be invalidated. I mean the pronouncements of a true scripture will not be lifted. For example, the true pronouncements of the original form of the Torah will not be invalidated; I read the Torah night and day, for instance. I read the New Testament. There is no reason for those pronouncements to be lifted. For example, the Torah says that Allah is One. That delights me, it is a most excellent thing to say. Only those parts that are incorrect according to our belief will be put right. Otherwise no pronouncement of that book can be lifted. But I follow the Qur’an, of course. And when the Prophet Jesus comes he will also follow the Qur’an. But Muslims will also benefit from the New Testament and will read it. They will abide by the correct pronouncements in it. And they will abide by the correct pronouncements in the Torah as well. Because all three, the Qur’an, the Torah and the New Testament, say the same things, so if you comply with one you would be complying with all. A Christian who complies with the original New Testament does not leave Christianity rather consolidates it. When the New Testament turns into its original form I will abide by it too.  Of course I follow the Qur’an, but I also apply the correct and proper pronouncements in the New Testament. I will also apply the correct and proper pronouncements in the Torah when it is found, and if there are parts of it that have been changed by the pronouncements of the Qur’an, then of course I follow the Qur’an. But I comply by all those pronouncements that are the same in all three.


Prof. Robert S. Wistrich asks Mr. Adnan Oktar about Jews' living in the Holy Land





Prof. Robert S. Wistrich asks Mr. Adnan Oktar about Jews' living in the Holy Land
 (A9 TV, November 24th, 2011)

PROF. ROBERT S. WISTRICH: I want to ask something that goes more to heart of the problem that is often referred to as the "Palestinian Question", and which is, I know, an issue for millions of Muslims. And I want to ask why is it that it seems that for many Muslims around the world it is so difficult to understand the historical and the religious and certainly the physical and spiritual connection of Jews to the land of Israel? Because our Holy Books, the Bible, the Hebrew Bible, also the Christian New Testament and in the Qur'an itself, it seems to me that it should be clear that the Jewish people, when they began to return in large numbers to Zion, to the land of Israel, which is also Palestine for the Palestinian people, that they were not foreign invaders, they were not strangers, they were coming to the place which their culture, their religion, everything in our history originates; it's the birthplace, it's the Holy Land, and it was originally associated with the Jewish people and as children of Abraham and Isaac, and Jacob and of course the land to which Moses lead the children of Israel after they left Egypt, the bondage of Egypt. So I ask myself, why is it so difficult for so many Muslims, of course I understand it's not the case with Mr. Oktar, but why is it so difficult? That is my question.

ADNAN OKTAR: Yes.. In verse 104 of Surat al-Isra', Almighty Allah says, I seek refuge with Allah from the satan, "We said to the tribe of Israel after that, 'Inhabit the land and, when the promise of the Hereafter comes, We will produce you as a motley crowd'."

In other words, according to the Qur'an, it is necessary and normal for the Israeli people to live on those lands, and it is something ordained by Allah in destiny. But the purpose in the people of Israel being there is not so that they can eat and drink and live at ease. Allah wants Israel to be devout, He wants them to be faithful and -this is a very important point- He wants them to follow Moshe, the King Messiah. When they follow Moshe, or Siloh, the King Messiah, Allah says He will bestow peace, plenty and abundance in that region. Otherwise, He says He will take revenge and inflict terrible trials and tribulations. In other words, if Israel tries to live as a Darwinist and materialist in the region, Allah says in the Torah that He will give it no peace. He describes at length how He will inflict great suffering and disasters. He says He will put fear in their hearts and wreak terrible vengeance. But if they follow the King Messiah, Moshe, and are truly religious, then He says He will allow them to live in plenty and abundance in the region. This hugely important point clearly needs to be made clear to state officials and everyone in Israel. Otherwise, Allah says He will do what He sets out in the Torah.

Lalit K. Jha of Indo Asian News Agency asks Mr. Adnan Oktar about the conflict in Kashmir




Lalit K. Jha of Indo Asian News Agency asks Mr. Adnan Oktar about the conflict in Kashmir
(Indo Asian News Agency (IANS) - November 14th, 2008)

LALIT K. JHA: India and Pakistan has a conflict in Kashmir. Being an Islamist leader, what is your view on resolving that conflict?
ADNAN OKTAR: Mutual compassion, love and tolerance, because a person does not feel happy with a piece of land. One is happy with love and faith. Love felt for human beings, faith, mutual understanding, mutual trust will I think solve these problems. For instance, I guess that you are a Hindu, but you are my brother, I feel compassion and affection for you. You are also a servant of Allah and I respect your views and your faith. Consequently I do not have any feelings of animosity towards you. And I think a Muslim also thinks in the same way. If there is a piece of land, for instance, there is no need to quarrel over it whether it belongs to one or the other. Both sides should agree on the most honest, the most sincere, and the most rational situation. The most conscientious decision should be adopted. Then the matter will be resolved, but of course there should be a referee. The fact is that, there is a need for people from the outside. That is to say, arbitration is important in such matters.
LALIT K. JHA: So you are basicly supporting a peaceful dialogue between India and Pakistan with possibly a third party to ensure this peace in the country. This brings me to the role of Turkey in playing the role of in between Afghanistan and Pakistan, Turkey being possibly a third party to ensure peace between those countries. How do you see the Turkey's role in Afghanistan and the conflict that is going on there?
ADNAN OKTAR: Of course, there needs to be a very strong cultural policy there. That is to say, love, compassion, friendship, forgiveness, tolerance, being well mannered,  brotherhood and beauty should be propagated. We should propagate to have beauty and aesthetics all around us. These values need to be communicated to people. Everyone feels comfortable when such an environment is secured. That is to say, you are a Hindu, for instance, another person might be a Budhist or another person might have adopted another belief. Allah created all of us with various beliefs. Yet all of us are brothers, that is to say, Allah creates it this way. In other words, people live their lives in the way they are created by Allah. For this reason, beautiful environments, beautiful words, and beautiful speech remove the tension, urge people to a more peaceful, affectionate life. The world is large enough to provide room for everyone. The world is not a place for so much fight and conflict. This is a place to worship Allah, an environment to earn the pleasure of Allah.

Mr. Adnan Oktar explains what jihad (striving) means in Islam




Mr. Adnan Oktar explains what jihad means in Islam
(Indo Asian News Agency (IANS) - November 14th, 2008)
LALIT K. JHA: Thank you. Can we shift to another topic? Radical Islam, Islamism. Being an Islamic leader, all over the world you see this increasing trend of what the Western media say about Islamic radicalism. In Pakistan, Afghanistan and in other parts of the world... The growth of Taliban, al-Qaida. What is your opinion about all these issues?
ADNAN OKTAR: Islam has a spirit, an essence and purpose. This is compassion, mercy, love, cooperation, forgiveness, happiness, joy, adorning the surroundings, having love towards everything, and to seek Allah's compassion above everything. Every organisation and each endeavor failing to accomplish these do not act in compliance with the spirit of Islam. Consequently, they are erroneous thoughts. Having this condense information, it is possible to discern between what is normal and deviant.
LALIT K. JHA: So, from this what I get in essence is that you don't support al-Qaida, al-Taliban, the way they are progressing towards the concept of jihad.
ADNAN OKTAR: Essentiallly there is jihad in Islam, jihad means "to strive, to make effort". That is to say, one approaches people with love and compassion. One convinces them with scientific and intellectual evidence. One tells them the love of Allah, the beauties of the Qur'an and its righteous aspects. One tells the invalidity of Darwinism, materialism, and the malice of fascism and communism. That is the "jihad", that is to say, beating someone in the head is not jihad. 

Mucize Element Karbonun Evrendeki Kusursuz Dengesi


Karbon, canlılar için en hayati elementtir. Çünkü bütün canlı maddeler karbon bileşiklerinden oluşmuşlardır.

Çevremize baktığımızda her detayın, dünya üzerinde yaşamın oluşması için özel olarak yaratılmış olduğunu fark ederiz. Molekül seviyesine indiğimizde ise bu özel yaratılış kendisini daha açık ve benzersiz şekilde gösterir. Gözle görülmeyen atomların bir araya geldikleri dünyada, herşey kusursuzdur. Bu kusursuz sistemdeki özel yaratılışa verilebilecek örneklerden biri de, karbon elementidir. Karbonu canlılık için önemli bir şart haline getiren, bu molekülün yeryüzündeki hemen hemen her şeyin, arabamızın lastiklerinden bilgisayarımıza, kullandığımız doğal gazdan selüloza, yediğimiz etten hücrelerimizin içindeki DNA’ya kadar temelini teşkil eden bir element olmasıdır. 

Karbon, canlılar için en hayati elementtir. Çünkü bütün canlı maddeler karbon bileşiklerinden oluşmuşlardır. Yüce Allah, dünyada su döngüsü kadar yaşamsal öneme sahip diğer hassas bir dengeyi karbon döngüsü üzerinde kurmuştur. Karbon atomları, canlılar, okyanuslar, atmosfer ve yer kabuğu arasında sürekli olarak taşınırlar. Karbon döngüsü olarak bilinen bu mekanizma ile karbon molekülleri dünya var olduğundan beri birçok kez kullanılmıştır. Bu, vücudumuzdaki bir karbon atomunun, yüzyıllar önce bir bitkinin yanmasından ortaya çıkmış olması ve biz öldükten sonra bu karbon atomunun fotosentez işlemi sırasında bir bitkinin parçası olabileceği anlamına gelir. 

Karbonun en önemli özelliği ise, depolanma, değiş-tokuş, büyüme, çürüme, solunum ve yanma olmak üzere bir dizi işlem sonucu, Yüce Allah’ın dünyayı yarattığı günden beri kusursuz bir denge içinde olmasıdır. 

Karbondioksit Fazlası Nasıl Oluşur? 

Atmosferdeki karbonun büyük bir kısmını depolayan ormanlar ve fosil yakıtları, insan müdahalesiyle yakılarak atmosfere verilir. Ormanların kesilmesi karbonun en önemli depo alanını ortadan kaldırır. Bilimsel araştırmalar, Sanayi Devriminin gerçekleştiği yaklaşık 150 yıldan beri atmosferdeki karbondioksit oranının arttığını ve kullanım bu hızla sürerse gelecek 100 yıl içinde karbondioksit oranının 2-3 misli artacağını göstermektedir. 

Atmosferde Karbondioksit Fazlası Olursa Ne Olur? 

Karbondioksit, atmosferi oluşturan su buharı ve diğer birçok gazla birlikte, Dünya’ya sera etkisi yaparak soğumasını önlemekte ve yeryüzünü ortalama 14 derece sıcaklıkta tutmaktadır. Fakat son 150 yıldan beri artan karbondioksit oranı Dünya’nın %30 oranında ısınmasına neden olmuştur. Ancak bu noktada ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Çünkü yapılan hesaplar insanoğlunun yılda 8 milyar ton olarak verdiği karbondioksitin yarısının yok olduğunu göstermektedir. Karbondioksit, yüzyılın en büyük tehlikesi olarak kabul edilen küresel ısınmanın başrol oyuncularından biri olarak kabul edildiği halde iklim değişiklikleri beklenildiği oranda korkunç boyutlara ulaşmamaktadır. Dünya zehirli gazlarla dolu solunamaz bir havaya sahip olmamaktadır. 

Karbondioksit Fazlası Nasıl Yok Olur? 

Arabalarımızın egzozları, evlerimizin bacaları, yangınlar, kullandığımız lamba, buzdolapları ve soğutucular… İnsanlar her yıl atmosfere çeşitli kullanımlar sonucunda toplam 8 milyar ton karbondioksit gazı gönderirler. Peki atmosfere karışan karbon nereye gider? Nasıl olur da havasızlıktan zehirlenip ölmeyiz? 

İnsanların; en önemli karbon depolama alanı olan ormanları ve enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılan fosil yakıtlar sonucu fazladan açığa çıkan karbonun oluşturabileceği muhtemel zararlar, yaratılmış mucizevi tedbirlerle önlenmiştir. 

Yüce Allah’ın sonsuz rahmetinin bir göstergesi olarak ormanlar, çayır alanları ve okyanuslar, canlılar soludukça ve çürüdükçe ortaya çıkan karbonun yarısını emerek sıcaklıklardaki aşırı artışı ve atmosferdeki karbondioksit gazı birikimini engellerler. 

Bitkiler: Araştırmacılar dünya üzerindeki kıtaların büyük bir kısmını barındıran, bu sebepten daha fazla insanın yaşadığı kuzey yarım kürede karbondioksit gazının daha fazla biriktiği düşüncesiyle bu konuya yoğunlaşmışlardır. Fakat yapılan ölçümler, kuzey ve güney yarımküre arasındaki karbondioksit gazı farkının çok da fazla olmadığını ortaya çıkarmıştır. Çünkü kuzey yarım kürede yoğun olarak bulunan ormanlık alanlar, açığa çıkmış olan karbon gazını fotosentez işleminde kullanmakta ve bu işlem sırasında ortaya çıkan oksijen de atmosferi temizlemektedir. 

Burada Yüce Allah’ın her şeyi bir ölçü ile yarattığı gerçeği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Normalde açığa çıkan yüksek karbonun çözümlenmesinin ardından ortaya çıkacak oksijen oranının artması ve canlı yaşamının imkansız hale gelmesi beklenirdi. Ancak karbondioksit okyanusta çözüldüğünde atmosfere oksijen eklenmediği için havadaki oksijen oranı sabittir. Dolayısıyla sadece bitkilerden gelen oksijen ile atmosferdeki gazlar dengelenir. 

Şüphesiz yaşamımızı devam ettirmemizi sağlayan bu detaylı ve kusursuz sistemi yaratan Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır. 

Okyanuslar: Yılda yaklaşık iki milyar tonun üzerindeki karbon, okyanuslar tarafından emilir. Bitkilerin daha hafif olan “karbon 12” içeren gazları kullanmaları ve bu durumda “karbon 13” gazının atmosferde birikmesine rağmen okyanusların karbon gazı konusunda seçici olmaması, atmosferin temizlenmesinde önemli bir rol oynar. Karbondioksit özellikle soğuk okyanus sularında kolayca çözünürken deniz bitkileri hızla çözünmüş karbonla beslenerek, büyümekte ve bunları yiyen deniz canlılarının ölüp denizin dibinde birikmesi ile karbon deniz altında depolanmaktadır. 

Karbon Dengesi Olmasaydı… 

Yüce Allah bir Kuran ayetinde gökleri ve yeri Kendi kudreti altında tuttuğunu şöyle haber vermiştir: 

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41) 

İşte doğadaki karbon dengesinin bozulmasının getireceği sonuçlar: 

*İklimde kavurucu sıcaklar, şiddetli fırtınalar, düzensiz yağışlar gibi değişiklikler olabilirdi. 

*Çöller genişleyebilir, mercan resifleri yok olabilir, dünyanın bir bölümü ısınırken, bir bölümü hiçbir canlının yaşayamayacağı oranda dondurucu soğuklara maruz kalabilirdi. Her iki durumda da canlıların yaşaması güçleşirdi. 

*Okyanus sularının ısınması daha az karbondioksitin çözülmesine neden olurdu. Bu, okyanus bitkilerinin büyüyememesi ve balinalardan küçük deniz canlılarına kadar bitkilerle beslenen pek çok canlının yaşamının tehdit altına girmesi anlamına gelirdi.. 

*Dünya ısınırsa bitkiler emdikleri karbondan daha fazlasını atmosfere geri gönderirlerdi. Bu durumda atmosferdeki karbondioksit oranı artar, oksijen oranı azalır, yaşam sona ererdi.

Bu örneklerden de anlaşıldığı üzere karbon döngüsü bize evrende çok üstün ve detaylı bir yaratılış olduğunu göstermektedir. Önemli olan, evrendeki kusursuz düzeni ve Yüce Allah’ın eşsiz sanatını görmek, Rabbimiz’e her an her saniye muhtaç olduğumuzu kavramak ve O’nun büyüklüğünü takdir etmektir.

Karbonun, tüm canlı yaşamı için özel olarak yaratıldığı açıktır. Allah, nimetini hazır olarak insanlara sunmuş, kusursuz bir döngü yaratmıştır. Evrendeki bütün canlılar ve maddeler, Yüce Rabbimiz’in üstün yaratışının bir delili ve ayetidir: 

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117) 

Yüce Allah’ın Yarattığı Hassas Karbon Döngüsü

Doğadaki Karbon Kaynakları 


Karbon hava, toprak ve su arasında dolaşır. 

*Gaz halindeki karbon, karbondioksit olarak atmosferde ve sularda erimiş haldedir. 

*Su içeriğinde bulunan karbon, mercan resifleri ve suda yaşayan canlıların iç veya midye gibi kabuklu canlıların dış iskeletlerinde depo edilir. 

*Karadaki karbon, kireçtaşları, dolamitler gibi kayalar ve kalkerli kabuklar, turba toprakları (kuzey ve güney kutbu ve yakın çevresinde yaklaşık olarak 60 m’lik kısmı donmuş topraklar) petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlarda bulunur. 

*Karbon, canlı organizmaların kimyasal yapısının vazgeçilmez bir bileşeni olduğundan canlılar da bir karbon deposu durumundadır.

Karbonun Canlı Yaşamındaki Önemi Nedir? 

Karbon yaklaşık olarak 1,7 milyon kadar bileşik yapabilmektedir. Hücre zarından ağaç kabuğuna, göz merceğinden bir geyiğin boynuzlarına, yumurta beyazından yılan zehirine kadar son derece farklı organik yapıların hepsi, karbon temelli bileşiklerden oluşur. Karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomlarıyla çok farklı geometrik şekil ve sıralamalarda birleşerek, son derece farklı maddeler meydana getirir. 

Doğadaki Bazı Karbon Oranları % 

Deniz suyu 0,0025 
Hava 0,015 
Tarım toprağı 1-2 
Kireçtaşı 12 
İnsan vücudu 18 
Petrol 86 
Kömür 92 
Elmas 100