Oktar Babuna

Oktar Babuna (Büyütmek İçin Tıklayınız)

     Roma' da Darwinist Douglas Futuyma Firar Etti     


Deşifre:

Oktar Babuna: Ben Oktar Babuna. Türkiye’den bir doktorum. Beyin cerrahıyım. İçlerinde Yaratılış Atlası’nın da bulunduğu 300 kitabın yazarı olan Harun Yahya’yı temsil ediyorum.
Şimdi, bilimsel teorilerden bahsedersek. Genelde şöyle işler: Önce, bir hipotezin prensiplerini ortaya atarsınız. Gözlemler ve deneylerle doğrulandığında bu bir teori olur.
Konuşmacılar bazı iddialarda bulundular fakat bunlar bilimsel kanıtlarla doğrulanmadılar. Örneğin,
Eğer evrim gerçek olsaydı, biliyorsunuz Darwin, türler arasında ardı ardına küçük değişiklikler olması gerektiğini savundu. O zaman ara geçiş formları görmeliyiz.
Ara geçiş formları görmeliyiz. Bize ara geçiş formları gösterebilir misiniz?
Örneğin kanatları olmayan canavarımsı canlılar. Tek kanatlı, kanadının az bir kısmı gelişmiş , tamamlanmamış organları gösteren ara geçiş formları.

Francisco Ayala: Düzen bozuluyor... Sorunuz cevaplanmayacak.

Oktar Babuna: Tiktaalik rosaea ve Archaeopteryx. Bunlar ara geçiş formları değil, bunlar mükemmel canlılar. Soyu tükenmiş canlılar.

Francisco Ayala: Mikrofonunu kapatmanın bir yolu var mı? Kuralları çiğniyorsunuz.

Oktar Babuna: Bu bilimsel bir tartışma

Francisco Ayala: Siz konuşmacı değilsiniz.

Oktar Babuna: Konuşmacı değilim. Ben bana ara geçiş formu göstermeleri için soru soruyorum. Kambriyen patlaması...
...
Bu bilimsel bir tartışma...
...
Darwinizm bir ideolojidir.




Adnan Oktar

Adnan Oktar - Harun Yahya


Sayın Adnan Oktar Diyor ki;

Tebliğde sevap, karşısındaki insanların direnmeleriyle kazanılır. Karşısındaki direnecek ki o kişinin sevabı çok olsun. Direnecek ki sen coşkuyla anlatacaksın. O yüzden tebliğ yapanın karşısında direnecek kişiler her zaman olacaktır.






Harun Yahya'nın Küresel Etkisi Hakkında Bir İnceleme Yazısı


İslami yaratılışçılığın en etkili savunucusu geçtiğimiz 20 yıldır Türk yazar ve hatip Adnan Oktar’dır...

06.04.2011 - Avustralya/The Australian Literary Review

Avustralya'nın en yüksek tirajlı The Australian gazetesinin kitap değerlendirmelerinin yapıldığı aylık ek gazetesi Literary Review'un Nisan sayısında Harun Yahya'nın çalışmalarının etkisini anlatan uzun bir inceleme yazısı yer aldı. Haberde yer alan ifadelerden bir kısmı şöyle oldu:

... Küresel anlamda çok daha etkili olan bir İslami hareket, geçtiğimiz 10 yılda Müslüman dünyasını önüne katıp götürdü... Sıradışı Adnan Oktar önderliğinde İstanbul merkezli olan yaratılışçılar...

... İslami yaratılışçılığın en etkili savunucusu geçtiğimiz 20 yıldır Türk yazar ve hatip Adnan Oktar’dır. Harikulade beyaz takımları, Versace T-shirt’ü, bakımlı sakalı ve gözlükleri ile Oktar diğer İslami alimlerin prototipine uymuyor... Oktar kendini İslami yaratılışçılık konusunda otorite olarak kabul ettirdi... En ısrarlı mesajı, 20. yüzyılda dünyanın sorunlarının Darwinizm’den kaynaklandığı. Oktar çağımızda insanlığa belaları getiren yıkıcı ideolojilerin temelinin Darwinizm olduğunu iddia ediyor.

Kendi kulvarındaki diğer yazarların aksine Oktar, Hristiyanlık, İslam ve Museviliğin ortak İbrahimi köklerini övüyor ve Kitap Ehli ile bir birlik kurarak dünyaya barışı getirmeyi savunuyor. Bunun Kuzey Afrika, Orta Doğu, Güney ve Orta Asya ile İslami Güneydoğu Asya’yı içine alacak olan Türk İslam Birliği ile mümkün görüyor.

Oktar’ın kitapları güzel görünümlü ve resimli. En çok tanınan eseri 750 sayfalık Yaratılış Atlası dünya çapında binlerce kütüphaneye ve araştırma enstitüsüne ulaştırıldı. Kitapta sayfa sayfa tarih öncesinden kalma fosillerle canlı halleri yan yana sergilenerek, dünya yaratıldığında da aynıydı fikri veriliyor.

Oktar’ın üstünde durduğu en iyi bilinen konularından biri de ara geçiş formu olmadığı iddiası. Evrimi kanıtlayan yarı hayvanlardan oluşan bir ara geçiş formu getirene 8,5 milyar dolar vereceğini söylüyor... Etkisinin ana kaynağı ise sosyal medyayı ve interneti şaşırtıcı biçimde iyi kullanması.

Google'da İslami yaratılışçılık hakkında arama yaptığınızda muhtemelen ilk çıkan 20 site Harun Yahya’ya ait olacaktır. 50 dilin üzerinde internet sitesini idare ediyor. Bunların hepsi yüksek çözünürlükte kitaplar, videolar ve resimleri, ipodlar, iphonelar ve ipadler için ekran koyucularını bedava indirebileceğiniz yerler. Harunyahya.tv hiç durmadan röportaj yayınlarken, Radyo Harun Yahya'dan da kesintisiz 5 dilde yayın yapıyor. Facebook’tan friendsfeed’e kadar medya bağlantılarını da diziye eklemiş durumda.

Ağ takip edici yazılımlar gösteriyor ki, Harun Yahya’nın ana sayfası HarunYahya.com Türkiye, Amerika, İngiltere, Cezayir, Pakistan ve Hindistan’da popüler; fakat en çok Endonezya’da takip ediliyor. Kullanıcıların 4’te biri Endonezya’lı. Harun Yahya, en kalabalık Müslüman nüfusa sahip ülke olan Endonezya’ya özel ilgi gösteriyor. Yılda en az bir defa ziyaret ediyor ve açıkça Doğu’da bir İslami Rönesans yaşanması konusundaki umudundan bahsediyor. Harun Yahya Endonezya’da artık ev halkından. Başkan Susilo Bambang Yudhoyono 2008 yılındaki konuşmasında, Harun Yahya’dan "dünyada birçok Müslüman ve gayrimüslim için referans olmuş onlarca kitabı olan çok ünlü Türk entelektüel ve yazar Harun Yahya" diye hiç çekinmeden bahsediyor. Endonezya’nın en çok satan yazarı Andrea Hirata’ya hangi kitapları okumayı sevdiği sorulduğunda "Harun Yahya’nın yazdığı herhangi birşey" diye cevap veriyor. 100’den fazla Harun Yahya kitabı ve videosu Endonezya diline çevrilmiş ve internet sayesinde en uzak köylerde bile mevcut.

Araştırmacı Jason Wiles ve Anila Asghar 2006 yılında Kanada McGill Üniversitesi tarafından Pakistan ve Endonezya'da evrim eğitimi ile ilgili bir proje için bulunuyorlardı. Kalimantan, Batı Sumatra ve Yogyakarta’daki liselerden seçilen gruplarda Harun Yahya kitaplarının hem öğrenciler hem de öğretmenlerce referans kitap olarak çok geniş planda kullanıldığına şahit oldular. Endonezya’da biyoloji öğretmenlerinin çoğu, öğretmek zorunda oldukları evrime inanmadıklarını rapor olarak bildirdiler... Yüksek prestijli Bandung Teknoloji Enstitüsü’nde biyolog olan bir Harun Yahya hayranı Tevfikürrahman, Endonezya'da biyoloji müfredatının değiştirilmesini teklif etmişti...





Kandaki Koruma Görevlileri: Kompleman Molekülleri


Bedeninizde siz hastalanmasanız da faaliyet halinde olan koruma görevlileri bulunmaktadır. Bu koruma görevlileri, sizin doğumunuzdan ölümünüze kadar vücuttaki “her hücreye” saldırmaya programlanmıştır. Bu gerçekten de şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü bedeni savunmak için var olmalarına rağmen, bedeni oluşturan tüm hücreleri düşman görürler. Bunların oluşturduğu sisteme “kompleman sistemi” adı verilir.

Kompleman molekülleri 20 farklı proteinden oluşan moleküllerdir. Karaciğerde üretilir ve dolaşım sistemine oradan katılırlar. Normal şartlarda kanın içinde gelişigüzel ve etkisizce dolaşan hücrelerdir. Ancak uyarıldıklarında, aniden, gördükleri bütün hücreleri yok etme kararı alırlar.

Aldıkları bu uyarı tek bir kompleman hücresi kanalı ile vücuttaki sistemin tümüne yayılır. Uyarı ile vücutta dost düşman ayırımı yapmazlar. Bu nedenle vücudun kendi hücrelerine de bağlanıp onları yok etmeye de yönelebilirler. Ama vücut hücrelerini öldürmelerine izin yoktur. Çünkü vücut hücreleri, kendilerini koruma yeteneğine sahip hücrelerdir. Kompleman moleküllerini gördükleri anda adeta “tanırlar”.

Kompleman molekülleri bedene ait hücrelere değer değmez, vücudun kendi hücreleri onları etkisiz hale getirir. Böylelikle vücut kendi askerleri tarafından vurulmamış olur. Vücuda girmiş olan yabancı organizmalar ise, hiç beklemedikleri bu koruma görevlilerinin mutlaka saldırısına uğrayacaklardır. Kompleman moleküllerinden bir tanesi yabancı organizmaya bağlandığında, şekil değişikliğine uğrar. Bunu, kompleman molekülünün sahip olduğu ilk proteinin bakteriye bağlanması izler. Daha sonra, kompleman sisteme ait diğer proteinler de bakteriye teker teker bağlanırlar ve kompleman avcıları, istilacı bakterinin yüzeyini sarmış olur. Kompleman sisteminin son elemanı ise hücre zarına saldırmakla sorumludur. Bu adeta akıllı molekül, savunmasız kalmış bakterinin tek koruması olan hücre zarında bir delik açar. Saldırı sonrasında bakteri içine su alarak patlar. Bazen de kompleman molekülleri başka bir yöntem kullanırlar. Düşmanlarını ince bir zarla kaplar ve bu şekilde onları diğer yiyici hücreler için işaretlerler.

Bu örnekte de görüldüğü gibi, insan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Bu akla, bedeni koruyan, savunan, yaşatan her organizma sahiptir. Bedene ait hücrelerin, kompleman saldırganlarını tanımaları şarttır. Yoksa tek bir saldırı, insan yaşamını sona erdirebilir. Bu güçlü korumalarınsa her an görev başında olmaları gerekmektedir.

“Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka Veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara Suresi, 107)

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 79. sayı (Ocak 2011) 48. sayfada yayınlanmıştır.


Sıcak Su Kaynakları: Gayzerler


Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz?” (Vakıa Suresi, 68-69)

Sicak Su Kaynaklari: Gayzerler

Yaşam için en büyük ihtiyaç olan suyu Yüce Allah kullarına hazır olarak ve çok çeşitli kaynaklarla sunar. Yağmur ve kar suları olarak yeryüzüne düşen suların bir kısmı yüzey suları olarak insanların kullanımına verilirken, bir kısmı da yer altına sızarak yer altı sularını meydana getirir. Ancak sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Yüce Rabbimiz yer altı sularını yerin altında hapsetmez bunları kaynaklar vesilesiyle tekrar yeryüzüne ulaştırarak kullarınının hizmetine verir. Yeryüzüne ulaşan kaynakların bir kısmının suyu soğuk bir kısmının ise ılık veya sıcaktır. Her birinin farklı bir yaratılış hikmeti olan bu sulardan gayzerlerden çok yüksek ısılı kaynak sularındandır.

Gayzerler suları aralıklı ve kuvvetle fışkırarak çıkan sıcak su kaynaklarıdır. Gayzerler kaynağın oluşumu, suyunun aralıklı çıkışı, çevresinde var olan yaşamlar gibi özellikleriyle Yüce Allah’ın detay sanatının inceliklerine sahiptirler.

Yer altı suyunun toplandığı doğal kuyulardaki detaylar: 

Yer altı suyunun toplandığı toprak ve kayalar bilinci olmayan cansız varlıklardır. Bu maddelerin dünyanın farklı bölgelerinde aynı yer altı sistemleri oluşturmak için adeta kararlaştırmış gibi hareket etmeleri, aynı kanal sistemi ve kuyu şekilleri oluşturmaları ise elbette imkansızdır. Dünyanın farklı bölgelerinde böylesi karmaşık sistemlerin oluşması yalnızca Yüce Allah’ın dilemesiyle gerçekleşir. Rabbimiz toprağa ve suya emretmiş, onlar da bu emre boyun eğmişlerdir. Kuran’da bu gerçek şöyle bildirilir:

Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. 
(Furkan Suresi, 1-2)

Basınç farkının oluşturduğu detaylar: 

Basınç arttıkça suyun kaynaması için daha yüksek bir sıcaklığa ihtiyaç vardır. Bu nedenle derinde yer alan bölümlerin içindeki sular, daha büyük bir basınç altında olduklarından daha çabuk kaynarlar. Bu şekilde en üst bölümdeki su önce kaynar ve oluşan buhar basıncı nedeniyle kuyunun ağzına yükselir, hatta dışarı çıkar. Bu durum altta yer alan bölmeler içindeki suların üzerindeki basıncı azaltır ve kısa sürede büyük bir buhar basıncı ile su ve buhar sütunu kuyunun ağzından dışarı püskürür.

Zamanlamadaki detaylar:

Püskürmenin ardından gayzer bir süre duraklar ve yer altı bölümlerinde yeniden su toplanmasına bağlı olarak belirli bir süre sonra tekrar püskürür. Ancak gayzerlerin tekrar püskürme süreleri hep belli bir aralıkla olur. Örneğin ABD’nin Wyoming eyaletindeki Yellowstone Ulusal Parkı’nda 100 kadar gayzer ve 3.000’den çok kaynarca vardır. Bunlardan Old Faithful gayzeri her saatte bir püskürür ve yaklaşık 5 dakika süreyle 30 metre yüksekliğinde bir su sütunu oluşturur. Aklı ve şuuru olmayan saat kavramına sahip olmayan tonlarca ağırlıktaki su kütlesinin son derece dakik bir zamanlama ile püskürmesi elbette kendisinin yapabileceği bir özellik değildir. “Göklerde ve yerde olanlar O’nundur; hepsi O’na boyun eğmiştir (Rum Suresi, 26)” ayetinin hükmü gereği Yüce Rabbimiz’in emriyle hareket etmektedir.

Bulundukları ortamdaki detaylar: 

Gayzerler dünya üzerinde hidrojeolojik koşulların uygun olduğu birkaç yerde görülen oluşumlardır. ABD’de Yellowstone Milli Parkı, Meksika, Japonya, Yeni Zelanda ve İzlanda yeryüzünde gayzerlerin görüldüğü başlıca alanlardır. Gayzerler bu ülkelerde hep aynı morfolojik özelliklere sahip yerlerde faaliyet gösterirler. Buralar volkanik faaliyetlerin aktif olduğu ve suyun toplandığı kuyuların magma ile bağlantılı olduğu yerlerdir. Kuyu genel olarak yerin 2000 metre altına kadar uzanır ve buradaki sıcak kayaçlarla temas halinde olur.

Gayzerlerin volkanik arazilerde yer almalarının en büyük nedeni; yanardağlar ve volkanik faaliyetlerin aktif olduğu alanların gayzer oluşumu için gerekli yüksek ısıya sahip olmasıdır. Bu yüksek ısı normal atmosfer basıncından daha yüksek bir basınç oluşturduğunda suyun buhar halinde püskürmesini kolaylaştırır. Ayrıca volkanik alanlar suyun yer altına sızmasını ve püskürerek dışarı çıkmasını kolaylaştıracak fay kırıkları, yarık ve çatlaklarla kaplıdır. Tüm bu özellikler, gayzerlerin yaratılışlarındaki detaylardır. Yüce Allah dileseydi dünyanın her yerinde her türlü ortam koşulunda hiçbir sebep olmadan da bu suları çıkartırdı. Fakat detay sanatını ve bu detaylardaki hikmetleri ve üstün aklı görebilmemiz için bu su kaynaklarını özel bir ortamda yaratmaktadır.

Canlı yaşamındaki detaylar:

Gayzerlerin bulunduğu alanlarda sıcak koşullara dayanıklı olan bazı bakteri türleri yaşar. Hipertermofilik bakteriler olarak adlandırılan bu bakteri türleri, 110-80°C gibi yüksek sıcaklıklarda yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilirler. Bu canlıların yaşamlarını sürdürmeleri ısıya dayanıklı enzimler üretmelerine bağlıdır.

Gayzerlerin pek çok canlı türü için uygun koşullara sahip olmamasına rağmen bazı bakteri türleri için uygun yaşam koşulları içermesi Yüce Allah’ın sonsuz ilmindeki detayları görmek için büyük bir imkandır. Bir ayette şöyle buyrulur:

“...Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır.
” (Sebe Suresi, 3)

Yaratılışındaki Bazı Hikmetler

Yüce Allah’ın gayzerleri yaratmasında pek çok hikmet vardır.

İnsanların Faydalanacağı Özelliklere Sahiptir 

Gayzerler günümüzde jeotermal enerji olarak adlandırılan yeni, yenilenebilir, tükenmez, ucuz, güvenilir ve çevreye zarar vermeyen bir enerji türünün ana kaynağıdır Yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısı, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlar gayzerlerin püskürmesi ile açığa çıkar ve bir enerji oluşturur. Bu enerjiden doğrudan veya dolaylı yollarla faydalanılır.

Gayzerlerden:

‘ Elektrik enerjisi üretimi,

‘ Merkezi ısıtma, sera ısıtması,

‘ Proses ısısı temini, kurutma işlemleri gibi endüstriyel amaçlı kullanımlar,

‘ Karbondioksit, gübre, lityum, ağır su, hidrojen gibi kimyasal maddelerin ve minerallerin üretimi,

‘ Termal turizmde kaplıca amaçlı kullanım,

‘ Düşük sıcaklıklarda (30 °C’ye kadar) kültür balıkçılığı,

‘ Mineraller içeren içme suyu üretimi,

gibi alanlarda faydalanılmaktadır. Ayrıca bu yüksek sıcaklıkta yaşayabilen canlıların yapıları incelenerek sıcaklığa dayanıklı enzimlerinden biyoteknoloji uygulamalarında yararlanılmaktadır. Nitekim “Taq Polimeraz” enzimi, yüksek sıcaklıkta gerçekleşen PCR (Polimeraz Zincir Tepkimesi) tekniğinde kullanılmaktadır. Gıda maddelerinin yüksek ısıda bozulmadan korunmalarında da bu enzimden yararlanılır.

Estetik Görünüm Oluşturan Doğal Manzaralara Sahiptir:

Gayzerlerin ağzı genellikle kireçtaşı, silis gibi minerallerin oluşturduğu tümseklerle çevrilidir. Çünkü sıcak su, arasından geçtiği kayaçlardaki mineralleri kolayca çözer ve yüzeye çıkıp yayıldığı ya da gölcükler oluşturduğu yerlerde bu minerallerin çökelmesine yol açar. Gayzerlerin çevresindeki bu sıcak su birikintilerinde yaşayan suyosunlarının kalıntıları da zamanla mineral çökeltilerine karışır. Böylece gayzerlerin yakınında, minerallerle ve su yosunlarıyla renklenmiş çok güzel görünümlü gölcükler oluşur. Yüce Allah’ın renk sanatını sergilediği bu göletler insanın ruhunda güzel bir duygu oluşturur.

Gayzerlerin burada dikkat çekilen birkaç özelliği Yüce Allah’ın kullarına karşı merhametinin açık bir kanıtıdır. Rabbimiz’in, uzun işlemler sonucunda farkında bile olmadığımız bir sistem ile hizmetimize verdiği sular, sadece su ihtiyacını gidermek amacıyla sınırlı olmayıp diğer yaşamsal ihtiyaçların sürdürülmesine de vesile olur. Yüce Rabbimiz’in kullarına sunduğu bu nimetin yararlarına bir ayette şöyle dikkat çekilir:

“Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor...”
 (Zümer Suresi, 21)

Su, Yüce Allah’ın Yarattığı Çok Büyük Bir Nimettir:

Yaşamımızın bir parçası olan su, ne kadar tüketirsek tüketelim, bize mutlaka geri döner. Yüce Allah’ın yeryüzünde müthiş bir denge unsuru olarak yarattığı su döngüsü ile buharlaşan sular, tazelenmiş olarak bize ulaşırlar. Sıcak havanın etkisi ile yerden yükselen ve bulutlara ulaşan su, yabancı maddelerden kurtulmuş, arınmış sudur. Bulutların muhafaza ettiği bu arınmış su, bir süre sonra yağmur, kar veya dolu olarak yeryüzüne dönecektir. Allah ayetinde bu büyük iman hakikatini insanlara şöyle bildirir: 

“Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz?” 
(Vakıa Suresi, 68-69)

Eğer Allah, yeryüzünde var olan suyu kurutup giderse, onu bir daha geri getirebilecek hiçbir güç yoktur. Allah, bulutlara çektiği suyu bir daha geri indirmese, onu tekrar yeryüzüne indirebilecek bir güç yoktur. Su döngüsü, gerçekte Yüce Allah’ın yarattığı bir sebeptir. Büyük ve eşsiz bir mucizedir. İnsanların hiçbir şekilde var edemedikleri bu en büyük ihtiyaç, Yüce Allah’ın yarattığı kusursuz bir sistem sayesinde kesintisiz olarak ikram edilmektedir. İnsanlara sunulan her nimet gibi bu büyük nimet de Allah’tandır. Allah dilediği an bunların tümünü yok edip giderebilir. Kuşkusuz bu, Allah’a göre güç değildir. Allah bir ayette bu gerçeği insanlara bildirmiştir:

“Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz.” (Müminun Suresi, 18)

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 82. sayı (Nisan 2011) 36. sayfada yayınlanmıştır.


Doktor Karıncalar


Formica paralugubris cinsi karıncalar, yuvalarında reçine biriktiriyorlar. Ancak karıncaların seçtiği bu reçine bildiğimiz reçinelere benzemiyor...


Bilim adamları karıncaların çok etkili bir mikrop arındırma yöntemi uyguladığını ortaya çıkardı. İsveçli araştırmacıların çalışmasına göre Formica paralugubris cinsi karıncalar, yuvalarında reçine biriktiriyorlar. Ancak karıncaların seçtiği bu reçine bildiğimiz reçinelere benzemiyor: içerdiği özel kimyasallar hastalıkları yuvalarından uzak tutuyor. Bu küçücük böceklerin tıp bilgisi gerektiren böyle bir davranış göstermesi, üstün bir Akıl tarafından yönlendirildiklerini gösteriyor. 

Karıncalar, yuvalarını çevreleyen kozalaklı ağaçlardan sertleşmiş özsu tanecikleri topluyorlar. Toplanan reçinenin miktarı, yuvanın büyüklüğüne göre 20 kilogramı buluyor. 


Lozan Üniversitesi'nden Michel Chapuisat ve ekibi, reçinenin antiseptik özelliğini test ettiler. Bunun için reçine içeren ve içermeyen iki ayrı yuvada ortaya çıkan hastalıkları gözlemlediler. Reçinesiz yuvada üç kat daha fazla mantar üredi ve hastalığa sebep olan bakterilerde belirgin bir artış görüldü. 



Karıncaların ortaya koyduğu kimya bilgisi bilim adamlarının da dikkatini çekiyor. Fransız ekolog M. Lambrechts araştırmayı yorumlarken şunları söylüyor: 



"Hayvan davranışlarını incelersek insanların kullanacağı kimyasallar bulabiliriz" ("Ants' nests stay pine-fresh", 6 Ocak 2003: http://www.nature.com/nsu/030106/030106-2.html)



Karıncalar küçük bir bedene ve nispeten basit bir organizmaya sahiptirler. Öte yandan hastalık, mikrop ve antibiyotik arasındaki ilişkiyi çözümleme işi ise oldukça kompleks bir davranış. Çünkü karıncaların hastalığın nedeni olabilecek bakteri veya mikroplardan haberdar olmaları söz konusu değil. Bilim adamları özel mikroskoplar sayesinde bunları inceleyebiliyor.



Reçinenin hastalığa çözüm olarak benimsenmesi de aynı şekilde şaşırtıcı. Çünkü reçinenin hastalığı önlediğini anlamak için reçineli ve reçinesiz yuvalar arasında karşılaştırmalar yapmaları ve bir yorum ortaya koymaları gerekiyor. Bu da eczacılıkta yapılan deneyleri akla getiriyor. Çevrelerinde çok sayıda bitki dururken özellikle kozalaklı ağaçları seçmelerinde bilinç olduğu açık. Karıncalar sanki hangi hastalığa hangi ilacı vereceğini bilen bir doktor gibi davranıyor. Ayrıca karıncaların reçine toplamada uyum içinde çalışması, yuvanın genel sağlığının gözetildiğini ortaya koyuyor. Bu akılcı ve fedakar davranışlar üstün bir Aklın varlığını gösteriyor. 


Benzersiz Zırh: Kitin


Yağmur ormanları, çöller, sıcak su kaynakları, kutup bölgeleri, buzullar, kozalaklar ve tohumlar… Tüm bunlar, böceklerin yaşayabildikleri yerlerin yalnızca bir bölümüdür. Çoğunlukla karalarda yaşayan bu küçük mucizevi canlılar, olağanüstü yapıları sayesinde dünyanın her yerine yayılmışlardır. Böcekleri tehlikelerden koruyan özelliklerinden biri de bu canlıları adeta zırh gibi kaplayan “kitin”dir.

Böcek vücutlarının dış yüzeylerini çoğunlukla kitinden oluşan bir dış iskelet kaplar. Sert bir madde olan kitin, bu dış iskelete sağlamlık verir ve böcekleri mucizevi bir şekilde dış etkenlerden ve tehlikelerden korur.

Kitinin en muazzam özelliği ise böcekler için demirden yapılmış bir zırh kadar koruyucu olmasıdır. Antenler, kanatlar, soluk boruları ya da tüyler de kitin içerebilmektedir. Hatta böcek kanatlarının kenarları dahi kitin sayesinde keskin bir bıçak gibidir.

Ancak böcekler büyürken kitin kabukları aynı oranda gelişemediği için özellikle gelişme dönemlerinde bazı böcek türleri deri değiştirmek zorunda kalabilmektedirler. Bu işlem aşamalı olarak gerçekleşir. Vücutlarının boyutları değiştikçe kabuklarını da değiştirirler. Yaşamı boyunca 30 kez kabuk değiştiren böcek türleri dahi bulunmaktadır.

Bunlar, aslında birçok türü bulunan böcek topluluğunun olağanüstü özelliklerinden yalnızca bir kısmıdır. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm böcekleri kusursuz sistemlerle donatmış ve onları da yaratma sanatına birer delil kılmıştır. Unutulmamalıdır ki:


“Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun ayetlerindendir...” (Şura Suresi, 29)



Evrimin Çıkmazlarından Evrende Var Olan Bilgi

          

Evrende, hangi sistemi veya hangi canlıyı inceleseniz, kusursuz bir tasarım ve muhteşem bir sanat ve planla karşılaşırsınız. Hücrenin çekirdeğinde yer alan DNA'dan, Güneş Sistemi'nde yer alan gezegenlerin dizilimine kadar herşeyde muazzam bir organizasyon ve hesap vardır. Her varlığın ve her sistemin çok üstün bir Akıl ve çok büyük bir bilgi ile var edildiği son derece açıktır. Bu ise, herşeyin rastlantılar sonucunda oluştuğunu ve sadece maddeden ibaret olduğunu iddia eden evrim teorisini ve materyalizmi açıkça çökerten bir gerçektir. Evrim teorisi ve materyalizm bu kusursuz düzen ve tasarımı rastlantılarla açıklayamazken, açıklayamadığı önemli bir konu da evrende var olan bilgidir.

Canlılığın yapıtaşı olan hücreyi ele alalım. Hücre gibi büyük çapta organize hareket gösteren, yüksek ve karmaşık yapılı bir sistemi tarif edilmek için çok fazla bilgiye ihtiyacı vardır. Bu açıklamayı şöyle bir örnekle daha anlaşılır hale getirebiliriz. Bilindiği gibi, her canlı hücresinde, o canlı ile ilgili tüm bilgilerin bulunduğu DNA olarak adlandırılan bir bilgi bankası bulunmaktadır. Yüksek organizmaların sahip oldukları bilgi, yaklaşık bir milyar bit'tir ve bu da bin ciltlik küçük bir kütüphanedeki harflerin dizilişine denktir. Benzer şekilde, insan beynindeki bilgi içeriği bitlerle ifade edildiğinde 1014 bit'tirki, bu da 20 milyon ciltlik ansiklopediyi doldurur.Peki bu milyonlarca ciltlik ansiklopediyi dolduracak kadar büyük miktardaki bilginin kaynağı nedir? Evrim teorisi hayatın basit bir formdan evrimleştiğini iddia eder, ancak öncelikle cevaplaması gereken hayatın bilgisinin nasıl meydana geldiğidir? Ama evrim teorisi bu soruya kesinlikle tutarlı bir cevap verememektedir.

Evrim teorisi ve materyalist felsefe var olan herşeyin sadece madde olduğunu iddia eder. Madde dışında hiçbir şeyin varlığını kabul etmez. Oysa bilgi kesinlikle maddeye indirgenemez. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım.Örneğin bir kitabın kaynağını düşünelim. Bir kitap, kağıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluşur. Dikkat edilirse, kağıt ve mürekkep maddesel birer unsurdurlar. Kaynakları da yine maddedir: Kağıt selülozdan, mürekkep ise çeşitli kimyasallardan yapılır. Ama kitaptaki bilgi, maddesel bir şey değildir ve maddesel bir kaynağı olamaz. Her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış olan yazarın zihnidir. Dahası bu zihin, kağıt ve mürekkebin nasıl kullanılacağını da belirler. Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde oluşur. Yazar zihninde mantıkları kurar, cümleleri dizer. Bunları ikinci aşamada maddesel bir şekle sokar. Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak zihnindeki bilgiyi harflere dönüştürür. Sonra da bu harfler matbaaya girerek kağıt ve mürekkepten oluşan kitaba dönüşürler.Buradan da şu genel sonuca varabiliriz: "Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o zaman o madde, sözkonusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir. Önce bir akıl vardır. O akıl sahip olduğu bilgiyi maddeye dökmüş ve ortaya bir tasarım çıkarmıştır."

Bu noktada materyalizmin iddiasını düşünelim: Acaba DNA'daki bilgi, materyalistlerin iddia ettikleri gibi, maddeye indirgenebilir mi? Ya da bir başka deyişle, DNA'nın sadece bir madde yığını olduğu ve içerdiği bilginin de maddenin rastgele etkileşimleri ile ortaya çıktığı kabul edilebilir mi?20. yüzyılda yapılan bütün bilimsel araştırmalar, bütün deney sonuçları ve bütün gözlemler, bu soruya kesinlikle "hayır" cevabı verilmesi gerektiğini göstermektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söyler:

Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur.

Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde gelişen ve termodinamiğin bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardığı sonuçlardır. Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini araştırır. Bilgi teorisyenlerinin uzun araştırmaları sayesinde varılan sonuç ise şudur: "Bilgi, maddeden ayrı bir şeydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin ve maddenin kaynağı ayrı ayrı araştırılmalıdır."

Materyalistlerden İtiraflar

Canlılığı oluşturan temel unsurlardan birinin "bilgi" olduğunu belirttik. Bu bilginin akıl sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını ispatladığı da açıktır. İşte hayatı sadece maddesel dünya içindeki tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim teorisi ve onun felsefi temeli olan materyalizm, bu gerçek karşısında açıkça çaresizdir.Evrimcilerin yazılarına baktığımızda, sık sık bu çaresizliğin itiraf edildiğini görürüz. Bu konudaki açık sözlü otoritelerden biri, ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé'dir. Grassé materyalist ve evrimcidir, ancak Darwinist teorinin çıkmazlarını bazen açıkça itiraf eder. Grassé'ye göre Darwinci açıklamayı geçersiz kılan en önemli gerçek, hayatı oluşturan bilgidir:

Herhangi bir canlı organizma, inanılmaz derecede büyük bir "akıl" içerir. Bu, insanların en büyük mimari eserleri olan katedralleri inşa etmek için kullandıklarından çok daha büyük bir akıldır. Bugün bu akla "bilgi" (enformasyon) diyoruz, ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanmamıştır, ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere, DNA'daki kromozomlara ya da her hücredeki farklı organellere sıkıştırılmıştır. Bu "akıl", hayatın "olmazsa olmaz" şartıdır. Peki ama bunun kaynağı nedir?... Bu hem biyologları hem de filozofları ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla çözemeyecek gibi durmaktadır.

Pierre Grassé'nin, "bilimin bu soruyu asla çözemeyecek gibi durduğunu" söylemesinin nedeni, materyalist olmayan hiçbir açıklamayı "bilimsel" saymak istemeyişidir. Oysa bizzat bilimin kendisi, materyalist felsefenin varsayımlarını geçersiz kılmakta ve bir Yaratıcı'nın varlığını ispatlamaktadır. Grassé ya da diğer materyalist bilim adamları, bu gerçek karşısında ya gözlerini kaparlar ya da "bilim bunu açıklayamıyor" derler. Çünkü "önce materyalist, sonra bilim adamı"dırlar ve bilim aksini ispat etse de, materyalizme inanmaya devam etmektedirler.Grassé'nin yönelttiği soruya tekrar dönersek: "Bilginin, yani aklın kaynağı nedir?" Bu sorunun cevabı son derece açıktır. Materyalizme körü körüne inananlar dışında vicdan sahibi her insan bu apaçık gerçeği görebilmektedir. Evrende var olan canlı ve cansız her varlığın bilgisi, herşeyin sahibi ve hakimi olan Rabbimiz'e aittir.

Allah'ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun? Gerçekten bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphesiz bunlar, Allah için pek kolaydır. 

(Hac Suresi, 70) 






 




Değerli İslam Alimi: Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri

Şeyh Nazım el Kıbrısi Hazretleri, pek çok insanın İslam ahlakını yaşamasına vesile olan ve onlara Allah sevgisini aşılayan üstün ahlak sahibi çok değerli bir İslam alimidir.

23 Nisan 1922’de Kıbrıs Larnaka’da doğan ve bu nedenle kendisine Kıbrıslı Şeyh Nazım anlamına gelen Şeyh Nazım el Kıbrısi denilen ünlü İslam aliminin tam adı, Muhammed Nazım Adil El Kıbrısi El Hakkani’dir. Annesinin kökeni Mevleviliğin kurucusu olan Mevlana Celalettin Rumi Hazretlerine dayanmaktadır. Babası ise İslam ahlakı ile ahlaklanmış müstesna kişilerdendir.

Her zaman güleryüzlü ve sabırlı olduğu bilinen Şeyh Nazım Hazretleri’nin çocukluğu, Kıbrıs’ta dönemin İslam alimlerinden olan dedesinin yanında geçmiş ve İslamiyet ile ilgili ilk temel eğitimini de onun yanında almıştır. Aldığı bu ilk eğitim onun hayatı boyunca müşfik, insanları seven, onları Allah’ın yoluna güleryüz ve hoş sohbetle davet eden bir insan olmasına vesile olmuştur.

1940’ta İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsünde Kimya Mühendisliği eğitimi almaya başlayan Şeyh Nazım Hazretleri, 1944’te Tripoli’ye (Lübnan’ın ikinci büyük şehri-Trablus) gitmiş, orada şehirdeki dönemin İslam alimlerinden olan Tripoli Müftüsü Şeyh Münir-el Malik ile tanışmıştır. Aynı zamanda yine dönemin ünlü İslam alimlerinden olan Abdullah el-Dağıstani ile tanışıp sohbetlerine katılmıştır. Şeyh Nazım Hazretleri’nin gerek dedesinden, gerek Abdullah el-Dağıstani’den aldığı eğitim, onun İslam ahlakı konusunda derin bilgi sahibi olmasına vesile olmuştur. Kuran ahlakına göre yaşamayı, herşeyin Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini, affediciliği, hoşgörüyü ve insanları güleryüzle Kuran ahlakına davet etmenin önemini bu dönemlerde pekiştirmiştir. Allah’ın ona lütfettiği bu güzel ahlak, aldığı eğitimle onun hep insanlar tarafından sevilmesine, sayılmasına, insanların ona karşı muhabbetine vesile olmuştur.

Kıbrıs’a Geri Dönmesi

Lübnan’da bir süre kalan Şeyh Nazım Hazretleri, bir müddet sonra vatanı olan Kıbrıs’a dönmüş, burada kaldığı süre boyunca insanlara İslam ahlakını tebliğ etmiş ve etrafında geniş bir talebe kitlesi oluşmuştur. Kıbrıs’taki yıllarında Şeyh Nazım Hazretleri İslam ahlakını anlatmak için tüm Kıbrıs’ı gezdiği gibi, Lübnan, İskenderiye, Kahire, Suudi Arabistan’ı da ziyaret etmiştir.

Şeyh Nazım Hazretlerine Dünyadan Büyük Teveccüh

1974 yılında Avrupa ziyaretlerine başlayan Şeyh Nazım Hazretleri, o yıllarda da hangi kültür ya da inanıştan olursa olsun her dine mensup insanla görüşerek sohbet etmiş ve din ahlakını tanıtmaya çalışmıştır.

Şeyh Nazım Hazretleri, Hac vesilesi ile pek çok kez ziyaret ettiği kutsal topraklarda diğer ülkelerden gelmiş hacılarla tanışıp onlarla dini konularda sohbet ortamları oluşturmaya özen göstermiştir. Yaklaşık 30 yıldır bu vesile ile dünyanın her yerinden Müslümanlarla tanışıp İslam ahlakını anlatmakta ve ihtiyaç duyanların sorunlarına çözümler aramaktadır. Dünyanın her yerinden yüzbinlerce seveni, onun sohbetlerinden istifade etmek isteyen binlerce insan vardır. Bu kadar çok sevilmesinin sebebi; samimi, sıcak ve candan bir üslupla din ahlakını anlatması, çok büyük bir hoşgörüye sahip olması ve herkese her zaman güleryüzle yaklaşmasıdır.

Şeyh Nazım Hazretleri, 1991’de Amerika’ya ilk ziyaretini gerçekleştirmiş ve bu ülkenin yaklaşık 15 eyaletini ziyaret etmiştir. Her yerde olduğu gibi burada da, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve diğer inanışlardaki insanlarla tanışmış, onlara da İslam ahlakını anlatmıştır. Bu çalışmalar onun Kuzey Amerika’da geniş topluluklar tarafından tanınmasına vesile olmuştur. ABD’ye ikinci ziyaretini ise 1993’te yapmıştır. Birçok şehri, kasabayı, buralardaki camileri, kiliseleri ve sinagogları ziyaret etmiştir. Bu vesile ile kısa sürede Kuzey Amerika’da 10.000’den fazla insanın İslamiyet’le tanışarak Müslüman olmasına vesile olmuştur. 1993’te ABD’nin Michigan eyaletinin Fenton bölgesinde “Hakkani Derneği ve Dinlenme Merkezi” ni açmış ve burada çok sayıda seminer ve sohbet yapılmıştır. Onun ahlakını örnek alan binlerce talebesi, ondan öğrendiklerini diğer insanlara anlatmak için başka ülkelere seyahetler yaptılar. Bu coşkulu hareket Grand Opening (Muhteşem Açılış) olarak adlandırıldı. Şeyh Nazım Hazretleri 1996 yılında, Uzakdoğu ziyaretlerine başladı. Brunei, Malezya, Singapur, Hindistan, Pakistan, Sri Lanka‘daki önemli şehirleri ziyaret etti. Her gittiği ülkede önemli şahsiyetlerle görüşüp, devlet adamları ve ülkenin önde gelen erkanı tarafından karşılandı.

Bilgisi, tevazusu, insanlara yaklaşım tarzı ve her durumda Allah’a olan bağlılığı ile onu gören her insan tarafından muhabbet ve derin bir saygıyla karşılandı.

Şeyh Muhammed Nazım Adil el Kıbrısi Hazretleri şimdi Kıbrıs’ta Lefke’deki medrese şeklindeki evinde dünyanın her yerinden ziyaretine gelen misafirlerini ağırlayıp onlarla sohbetlerde bulunmakta, 83 yaşında olmasına rağmen üstün çabası ile Kuran ahlakının yeryüzünde yoğun bir şekilde yaşanması için gayret göstermektedir.

Hikmetli Sözlerinden Birkaç Örnek

“Tasavvuf, saf ve temizce Allah’a ulaştırır. Metaryalist hayatı bırakıp yüce, şanlı kutsallığa ulaşmanın yoludur.”

“Allah’ın kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetleri derin düşünülmeli, bunlar aşkımızın ve şevkimizin artıp gelişmesine vesile olmalı.”

“Allah’ın bize vereceği ecri düşünmeliyiz. Bu vesile ile Allah’ın uyarılarını devamlı hatırlar ve hata yapmamaya çalışırız.”

“Yolda inançsız, fakir birini gördüğünüzde en samimi şekilde ve yumuşakça onu Allah’ın yoluna çağırın. Ona bu şekilde davranmanız belki onun kalbinin yumuşamasına vesile olur ve onu hemen sana getirir.”

“Allah’ın kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetleri derin düşünülmeli, bunlar aşkımızın ve şevkimizin artıp gelişmesine vesile olmalı.”

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 10. sayı (Nisan 2005) 46. sayfada yayınlanmıştır.


Sinekkuşunun Havada Asılı Uçuşu ve Müthiş Enerjisi


Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Süresi, 79)
Bu minik kuş nasıl oluyor da şiddetli rüzgarda bile hedefe uçma, havada asılı durma ve dalma haraketlerini mükemmel şekilde başarıyor?
Bu, Allah’ın olağanüstü yaratılış harikasıdır. Sinekkuşlarının ağırlığı birkaç gramdan, en fazla 20 grama kadar gelmektedir. Bu küçük yapılarına rağmen dünyanın havada asılı kalma konusunda en yetenekli canlılarıdır. Sinekkuşları diğer kuşlardan farklı bir uçuş tarzına sahiptir. Diğer kuşlardaki kanatları aşağı-yukarı çırpma şeklindeki hareketin aksine, kanatlarını “8” şeklinde bir hareketle titreştirirler.
Bu titreşim, hem aşağı hem de yukarı hareket sırasında kaldırma kuvveti oluşturur. Havada asılı uçuş esnasında, sinekkuşlarının kanatlarının kenarında bir hava girdabı yaratılarak ek kaldırma kuvveti oluşturulmaktadır. Bu girdaplar çok kararsız olup, kısa zaman içinde etkisini yitirir. Sinekkuşlarına bu soruna karşı akıllı bir sistem verilmiştir. Kanatlarının yüksek açılı aşağı hareketi esnasında, girdap oluşturulur. Yukarı hareket esnasında kanatlarını döndürerek, bir girdap bitirilip, kanadın diğer yüzünde yeni bir girdap oluşması sağlanır; böylece yüksek kaldırma kuvvetinin devamlılığı sağlanır. Bu hassas dengenin şiddetli bir rüzgar ile bozulacağı düşünülse de, hiç de öyle olmamaktadır.
Bir diğer mucizevi olay ise sinekkuşlarının enerji tüketimleri ile ilgilidir.
İnsanlarda yoğun egzersize enerji sağlamak için saatler öncesinden yakıt (yemek) alınması gerekirken, sinekkuşları Allah’ın hikmeti olarak uçuş sürerken yeni yakıt alarak bunu hızlıca enerji elde etmede kullanabilmektedir. Tatlı nektarı yemelerini takip eden birkaç dakika içinde, yeni yedikleri yakıt kullanılarak havada asılı uçma için gerekli enerji temin edilir; böylece uçuş devam eder ve daha fazla nektar tüketilebilir.
Sinekkuşları, sıcakkanlı canlılar arasında enerji tüketimi en yüksek olanıdır. Kalpleri dakikada 500 atım ile çalışarak gözle görülemeyecek kadar hızlı kanat hareketleri ile havada asılı uçuşları sağlanmaktadır. Yüksek enerji ihtiyacı nedeniyle, bu kuşlar neredeyse her zaman aç kalma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar; her gün kendi ağırlıklarından fazla nektar içmeleri gerekmektedir.
Bilimadamları, sinekkuşlarını aç bıraktıktan sonra, belli miktarda Karbon 13 izotopu içeren şekerkamışı nektarı vererek bir deney yaptılar. Kuşlar nektarı içmeye başlayınca, bilim adamları, özel bir mekanizma ile oksijen alımını (enerji kullanımını belirlemek için) ve nefesteki karbon miktarını ölçtüler. Bu araştırma sonucunda, sinekkuşlarının şekerkamışı nektarını içmelerini takip eden 20 dakika içinde havada asılı uçuşları için gerekli enerjinin yüzde 90’ını sağladıkları gösterilmiştir. Bu deney ile ilk defa omurgalı canlılar içinde, yeni tüketilen şekerin egzersiz metabolizmasını bu derece yüksek oranda karşıladığı gösterilmiştir.
Aynı durumu bir insan ile karşılaştıracak olursak; bir atlet, kapasitenin yüzde 60’ı ile egzersiz yaptığında yeni tüketilen şeker, tüm enerji ihtiyacının ancak yüzde 15-30’unu karşılamaktadır. Kaslarının ihtiyacı olan enerjiyi tam olarak sağlayabilmek için bir insanın, bir gece önceden yüksek karbonhidrat içeren yemek tüketmesi gerekmektedir.
Sinekkuşları, Allah tarafından yaşam şeklinde tam uygun bir metabolizma ve sistem ile yaratılmıştır; aksi durumda zaten yaşaması mümkün olamayacaktır. İnsan gibi diğer canlılara da böyle bir mekanizma, yüksek enerji ihtiyacı olmadığı için verilmemiştir. Allah her şeyi olması gerektiği gibi, yerli yerinde ve mükemmel biçimde yaratmaktadır.
Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
"Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi, 88)


Vücudu Temizleyen Lizozomlar


Vücudumuzda gün içerisinde bizim farkında olmadığımız birçok işlem gerçekleşir. Eksiksiz bir şekilde gerçekleşen bu işlemleri hücrelerimiz yapar. Sayıları 100 trilyonu bulan bu hücrelerin içinde, görevlerini çok iyi bilen birçok yapı vardır. Kimi enerji, kimi protein üretir, kimi taşıma işlemi yapar, kimi de depo şeklinde kullanılır. Hücrenin içindeki bu yapılardan birisi de lizozomdur. Lizozomu hücrenin öğütme makinesi olarak tanımlayabiliriz. Bu organelden salgılanan enzimler sayesinde vücutta birçok "yıkma" işlemi gerçekleşir. Lizozom enzimleri, artık işe yaramayan hücreleri yıkıp, parçalamalarının veya bir yapının etrafını saran zarı öğüterek delmelerinin yanı sıra, vücutta sürekli olarak büyümeye devam eden bazı hücreleri de parçalarlar. Lizozom enzimlerinin gerçekleştirdiği bu yıkım işlemi, vücut açısından son derece önemlidir.
Örneğin hamile olan kadınlarda bebeğin gelişimiyle birlikte rahim normale oranla çok fazla büyür. Bu sağlıklı bir bebeğin doğabilmesi için gerekli olan bir aşamadır. Ancak bebek doğduktan sonra artık bu derece geniş bir rahme ihtiyaç kalmamaktadır. Bu durumda aşırı derecede genişlemiş olan bu organın tekrar eski haline döndürülmesi gerekmektedir. İşte bu işlemi gerçekleştiren lizozom enzimleridir. Doğum işlemi bittiğinde belirli hücrelerin lizozomları adeta bunu haber alır ve ne yapmaları gerektiğini çok iyi bilerek hemen gerekli enzimleri salgılamaya başlarlar. Bu enzimler de vücudun sağlığı için hamilelikten sonraki 10 gün içerisinde hızlı bir yıkımla rahmi 1/40 oranında küçültürler. Böylece rahim eski boyutlarına dönmeye başlar.
Lizozomlar ayrıca spermin baş kısmında da bulunurlar. Sperm, yumurtaya ulaştığında onu saran kılıfı delmek için bünyesinde taşıdığı lizozom enzimlerini kullanır. Parçalayıcı etkiye sahip bu enzimler, yumurtayı koruyan kılıfı delerek spermin yumurtayı döllemesini sağlarlar.
Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi vücudumuzdaki her mekanizma birbirini tamamlayacak şekilde çalışır. Hamilelik sırasında rahmin büyümesini sağlayan sistemin yanı sıra onu eski haline döndürecek sistem de vardır. Aynı şekilde sağlam bir kılıfla korunan yumurtayı delebilecek enzim de spermin içine özel olarak yerleştirilmiştir. İşte Darwinistler bu birbiriyle iç içe geçmiş mükemmel sistemin bazı tesadüflerin sonucunda oluştuğunu ve kusursuz şekilde işlemeye devam ettiğini iddia edecek kadar akıl ve mantıktan uzaklaşmışlardır. Kendi içlerinde mükemmel bir işleyişe sahip olan bu mekanizmaların vücudun bütünündeki sistemlerle de uyumlu bir şekilde çalışması, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğun delillerinden bir tanesidir.


Sayın Adnan Oktar'ın Bazı Şahıslara Yaptığı Eleştiriler Şahısların Kendilerine Yönelik Midir?


KURAN AYETLERİNE VE PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)'İN HADİSLERİNE AYKIRI TAVIRLARIN KURANİ BİR ÜSLUPLA ELEŞTİRİLMESİ HER MÜSLÜMAN İÇİN FARZ OLAN BİR İBADETTİR

Kuran'a göre insanlara iyiliği emredip, onları kötülüklerden sakındırmak her Müslüman için farz olan bir ibadettir. Allah'ın emirlerini, İslam'ı ve Müslümanları her şartta koruma azmi ve kararlılığı içinde olan bir insanın Kuran'a ve Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetine uygun olmayan en ufak bir tavır, en ufak bir konuşma ya da en ufak bir mimik karşısında tepkisiz kalması mümkün değildir.

Samimi bir Müslüman Kuran'da yazmayan bir ayetin var gibi anlatıldığını, Peygamberimiz (s.a.v.)'den rivayet edilen sahih kaynaklı hadislerin yok kabul edildiğini, Allah ile, din ile ilgili konularda alaycı bir üslup kullanıldığını duyduğunda, bunun bir fitne olduğunu hemen anlar, bu imani ve ahlaki zaafiyetin toplumda yaygınlaşmaması için ilmi yönde elinden gelen her türlü gayreti gösterir. Allah Kuran'da "fitnenin öldürmekten beter olduğunu" (Bakara Suresi, 191, 217) bizlere bildirmekte ve yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar fikri mücadelenin devam etmesini emretmektedir(Enfal Suresi, 39). Dolayısıyla fitne varsa, Kuran ve sünnet sınırları içerisinde fikri mücadele her zaman olacaktır.

Özellikle çok sayıda insan tarafından izlenen, dinlenen kişilerde görülen iman zayıflığının ve akıl eksikliğinin erken teşhisi, ve bunun Kuran'la, Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetiyle tedavi edilmesi çok aciliyetli ve önemlidir. O kişi hedef alınarak yapılan Kurani hatırlatmalar ve tavsiyelerle bir yönüyle ilgili şahsa fayda sağlaması amacı güdülse de, asıl hedeflenen o kişinin konuşmaları, mantık örgüleri, dine bakış açısıyla kendini belli eden bir düşüncenin eleştirilmesi ve sonucunda da düzelmesinin umulmasıdır. Eleştirilen kişi belki de binlerce insanın içinde bulunduğu bir hatayı yansıtması bakımından örnek teşkil etmektedir, dolayısıyla da hedef asla o kişinin şahsı değildir. Bu gibi durumlarda ilgili kişi Kuran ahlakına, hadislere zıt bir bir imaj olarak ele alınmakta, oradaki düşünce bozukluğuyla ilmen mücadele edilmektedir. Yoksa yapılan hatırlatmaların, uyarıların o kişinin doğrudan şahsına yönelik bir artniyet taşıması asla söz konusu olmamaktadır.

Sayın Adnan Oktar'ın bazı kişilere yönelik kullandığı Kurani eleştiri üslubunun temelinde de her zaman fayda sağlaması amacı yatmaktadır. Nitekim Allah Kuran'da "Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat." (A'la Suresi, 9) şeklinde bildirmektedir.

Herkes Allah'ın kendisi için takdir ettiği kaderi yaşar, hataları da, eksiklikleri de yaratan Allah'tır. Allah bir ayetinde "Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat Suresi, 96) diye bizlere bildirmektedir. İnsanın Allah'ın yarattığı kaderin dışında hata yapması bir yana, nefes alıp vermesi dahi imkansızdır. Allah'a karşı bu denli muhtaç olan bir insana, hatasından dolayı kızgınlık, öfke duymak ise güçlü imana sahip bir Müslüman için asla sözkonusu değildir.

Sayın Adnan Oktar da bazı kişilerin konuşmalarıyla ortaya çıkan düşünce sistemlerini eleştirirken, kalbinde o kişilerin şahışlarına kızgınlık duyması mümkün değildir. Sayın Adnan Oktar Allah'ın bütün Müslümanlara farz kıldığı uyarıp-korkutma ve müjdeleme ibadetini yerine getirmektedir. Bu görevini uygularken de Cenab-ı Allah'ın Kuran'daki üslubunu örnek almaktadır. Hatalı gördüğü fikirlerin neden hatalı olduğunu Kuran ayetlerine ve hadislere dayandırarak somut delillerle son derece anlaşılır şekilde açıklamakta ve doğrusunu da yine Kuran ayetleri ve hadislerle insanlara izah etmektedir.




Bazı Kimseler Allah'ın Her Yerde Olduğu Gerçeğini Kabul Etmek İstemiyor. Bu Kimselere Bu Gerçeği Nasıl Anlatabiliriz?